Ölüm, insan varlığı (Varlık) için; doğmadan önce hazırlanmış ‘ferdî plân’ denilen mukadderat planının, ‘beden’ denilen “kaba maddeden kurulmuş tesirleşme vasıtası”yla dünya hayatında tatbik edilmesinden sonra, bedenin artık vasıtalık yapmak gayesi ortadan kalktığından, beyne (Beyin) yukarıdan (öz varlıktan) inen ‘tesirler’in kesilmesiyle, beden üzerindeki hâkimiyetin tümüyle ortadan kaldırılması ve bedenin terk edilmesidir. (93, 187, 203, 93, 57-58)
Bedenin geçici bir vasıta oluşu
İnsan denilen şey; bir varlığın, bağlı bulunduğu ruha hizmet etmesi için, Dünya küresindeki kaba maddeleri kendisine vasıta olarak kullanmak üzere bir araya getirmesiyle oluşturduğu bir bedendir. (84) Beden, varlığın ruha hizmet edebilmesi için, içinde tatbikatlar görmek zaruretinde bulunduğu kaba âlemdeki yoğun maddelerden yaptığı, ancak bir tatbikat devresi (bir dünya hayatı) süresince kullandığı, kaba bir dünyadaki maddeler ve varlıklar ile tesirleşme vasıtasından ibarettir. (57-58)
İnsan varlıkları, vasıtaları olan bedenleri kullanabildikleri kadar kullandıktan sonra, yani onlardan elde edebilecekleri faydaları elde ettikten ve hizmet ettikleri ruhların ihtiyaçlarını yerine getirdikten sonra, o bedenler üzerindeki tasarruflarından vazgeçer ve üst tesirlerin yardımıyla, yeni ihtiyaçlara uygun bir başka beden kurarlar. (58, 187) Fakat her seferinde, yeni bedenin kurulmasından önce, önceki beden hayatı süresince kazanılanları varlığa ‘öz bilgiler’ hâlinde maledebilmek için, muhasebe ve murakabe işlemlerini yapacakları, ölümle başlayan, ‘doğum’la biten, ‘spatyom’ hayatı denilen bir ara verirler. (111, 112, 119, 120, 89)
“İnsanlık hayatı”ndaki ölümlerin muhasebe zaruretinden de kaynaklanıyor olması
‘İnsanlık safhası’nı tamamlamak üzere yüzlerce defa insan olarak bedenlenilir ki, bu bedenlenmelerden oluşan devreye ya da bu dünya hayatlarının tümüne ‘insanlık hayatı’ denir. (226) Bu inkişaf devresi boyunca süregelen bedenlenmeler, aslında tek bir hayatın zaruretlerinden başka bir şey değildir. (226) Bu zaruretler de ‘aslî zaman’ üzerindeki tek bir anın icaplarını yerine getirmektir. (226) Yüzeysel zaman. Şu hâlde bütün bu beden hayatlarının, topyekûn bir tek hayat olarak ele alınması gerekir. (226)
Her spatyom hayatı, varlık için derin ve esaslı bir murakabe ve muhasebe ânıdır (zamanıdır) ve ‘insanlık hayatı’nın “ara”larından biridir. (203, 208, 226) İşte bir dünya devresi boyunca devam eden, insanlık hayatı denilen uzun ‘Dünya Okulu’ hayatının ölümle başlayıp ‘doğum’la biten “ara”lar (spatyom hayatı denilen aralar) vermesinin bir nedeni de; bu “ara”ların, murakabe ve muhasebe denilen “derin bilgi işlemleri”nin dış tesirlerden uzak, rahatça yapılabilmesine ve kazanılanların öz varlığa aktarılabilmesine imkân sağlamasıdır. (203, 208, 226)
İnsanlık hayatı boyunca bir insan idrâkinin, insanlık safhasının üst sınır çizgisine varabilmesi için geçirmesi gereken dünya hayatlarının miktarı, bir sürü özgürlük ve sınavlar sınavlardan dolayı her ne kadar kesin olarak söylenemezse de, bu, ortalama olarak 500-700 ‘bedenlenme’yi kapsar. (208)
Ölümün bir değer farklanması oluşu ve “ölüm ânı”nın beyin hücreleri varlıklarının beyni terk etme anına denk düşmesi
Varlığın, ‘beden’de işi bittikten sonra artık orada kalmasına lüzum ve ihtiyaç yoktur; çünkü bu, ruhunun ‘tekâmül’ü aleyhine olur. (93) Dolayısıyla işi bitince ‘varlık’, bedeni terk edecek ve başka madde kombinezonları (Madde kombinezonu) imkânları içine girecektir. (93) Her varlık bir bedenin bütün imkânlarından yararlandıktan sonra, tatbikatlarını daha üstün, bir başka madde kompleksi şartlarında sürdürmek zorundadır. (93) İşte bu hâlin gerçekleşebilmesi için de önceki madde kompleksi şartlarından ayrı lması, yani bedenini terk etmesi gerekir ki, buna insanlar dezenkarnasyon veya ölüm adını verirler. (93)
Ölüm, ‘İlâhî nizam’ın ahengi altında, belirli bir andaki “değer farklanması”nın (Düalite prensibi) miktarî bir ifadesidir: (93) Bir dünya bedeni, dünya hayatı boyunca kendisinden beklenen hizmeti lüzumu derecesinde gördükten sonra varlığa, yani varlığın ruhuna vasıtalık yapmak gayesi ortadan kalkar. (93) Bunun sonucunda da o bedendeki değerlerin azalması icap eder. (93) Çünkü ilâhî nizamda lüzumu kalmayan bütün süreçlere son verilmesi (süreçlerin tasfiyesi) zaruridir. (93) İşte bu zaruretle, canlanmasına neden olan varlık karşısında bütün fonksiyonlarını tamamlayarak, artık işe yaramaz hale gelmiş dünya bedenine yukarıdan inen tesirler, yani değerler kesilir. (93) Bu tesirlerin kesilmesiyle de, kombinezonlarındaki hareketlerin bir kısmı silinmeye başlar. (93) Madde kombinezonu, Hareket kompleksleri
Bu sırada aşağıdan (kaba dünya maddelerinden) gelen tesirlerin de müdahalesiyle o beden artık eski şeklini ve hâlini muhafaza edemez; parçalanmaya ve dağılmaya başlar ki, bu hâlin niteliksel (kalitatif) görünüşü ölümdür. (93) Bu da ‘beyin hücreleri varlıkları’nın bedenlerini terk etmeye başlamasıyla gerçekleşir. (93) Çünkü onların bedenlerini terk edişleri demek, bu hücrelere hâkim olan varlığın bedenle alakasını kesmesi demektir. (93) Dünya hayatı boyunca bedenden istifade etmiş varlık; sonraki ‘inkişaf’ ve ‘tekâmül’ safhalarına devam edebilmek için, artık daha üst tesirlerin değer ve mekanizmaları sayesinde, daha müsait kombinezonlarla beslenme ve zenginleştirilme ihtiyacındadır. (93)
Son ölüm, sevgi plânına ve vazife plânına geçiş
İnsan varlığı ölüm olayından sonra doğal olarak serbestleşmekle birlikte ‘vazife plânı’nın dünyada tamamlaması gereken bütün hazırlık tatbikatını henüz tamamlayamamışsa insanlık safhasını bitirmiş sayılmaz. (202) Dolayısıyla her ne kadar bedenden ayrılmışsa da o varlık, yine bir insan mertebesinde bulunmaktadır. (202)
Bir dünyadaki bedenlenmeler serisinde, ölümleri ve ‘doğum’ları birbirini izleye izleye, ‘hidrojen âlemi’nden alacağını almış bulunan varlığın (insan varlığının veya başka bir güneş sistemindeki, insana eşdeğerli bir beden varlığının) nihayet o dünyadaki işi biter. (94, 58) Böylece hidrojen âleminde işi biten varlığın son dünya hayatının bitiminde, artık ebediyen terk edilmesi gereken bedenine ait üst tesirlerin miktarı son defa azaltılırken, yeni bir âlemde edineceği bedenine ait tesir miktar ve değerleri çoğaltılır. (94) Ruhun tekâmülüne hizmet eden varlık, dünyadaki “son ölüm”üyle o ortamdan ayrılacak ve imkânları çok bol ve kapsamlı bir üst ortama geçecektir. (94) Ruhun süptil maddi vasıtası olan varlığın ruhun tekâmülüne hizmet edebilmesi için kaba bir kürede doğması ne kadar güçlü bir icabın zarureti ise, sonraki tekâmülüne hizmet edebilmesi için, artık işine yaramayacak hale gelmiş kaba ortamları terk edip, ihtiyaç duyduğu daha üst ortamlara geçmesi de o kadar güçlü bir icabın zaruretidir. (94) Varlık böylece, dünyadaki son ölümüyle o ortamdan, yani hidrojen âleminden ayrılır ve imkânları bol ve kapsamlı olan bir üst ortama (Yarı-süptil âlem) geçer. (94)
Dünya maddelerinin tâbi olduğu en esaslı ve zaruri realite olan ölüm realitesi, yarı-süptil âlemde (Sevgi plânı) yoktur; orada ölümlere, yani dünyada olduğu gibi büyük şoklara, kaba gürültülü geçişlere lüzum yoktur. (316, 243, 311) Zaten oradaki maddelerin inceliği böyle şiddetli transformasyonlara lüzum ve ihtiyaç hissettirmez; bu hâller ancak dünyamıza ait kaba maddeler âleminde geçerli zaruretlerdir. (243) Oradaki geçişler (intikaller), ölüp yeniden doğma gibi olmayıp, uyanık ve çok tatlı izlenimlerle meydana gelir; orada sadece, bir kademeden diğerine belirsizce, çok tatlı, idrâkli geçiş ve dönüşümler (istihaleler) vardır. (243, 316)
Aynı şekilde, ‘vazife plânı’na geçiş de; dünyadan yarı-süptil âleme intikal (geçiş) sırasında olduğu gibi büyük gürültüler, şiddetli sarsıntılar, ölümler eşliğinde değil, gayet tatlı bir hazırlanışla, belirsizce ve tedricî bir akış içinde olmaktadır. (319) Vazife plânına herhangi bir bedenle geçilmez; vazife plânına ‘öz varlık’ hâlinde kalınarak geçilir: ‘Sevgi plânı’ndaki bir varlığın, vazife plânına geçmesi demek; onun yarı-süptil maddesini bırakabilmesi, hiçbir maddeye bağlı olarak kalmaması, öz varlık hâlinde, yani “münkeşif (inkişaf etmiş) bir enerjiler kompleksi” hâlinde kalması demektir. (314, 262)
Ölümden korkmanın anlamsızlığı ve “inkılap ve intikal devri”nin tabiat olaylarının “hazırlanmış olacak kimseler” için korkulacak bir şey olmayışı
Dünya hayatı boyunca bedenden istifade etmiş varlık; sonraki inkişaf ve tekâmül safhalarına devam edebilmek için, artık daha üst tesirlerin değer ve mekanizmaları sayesinde, daha müsait kombinezonlarla beslenme ve zenginleştirilme ihtiyacındadır. (93)
Bir insanın ölümünü doğuran bütün şekil ve hâller; hastalıklar, felçler, cinayetler, kazalar, tabiat olayları, sadece bu icap zaruretlerini, o varlığın sonraki inkişaf ve tekâmülüne en uygun gelecek tarzda yerine getirmek içindir. (94) Bu hakikati öğrendikten sonra, artık ölümü ve ölüme neden olan hâlleri birer felaket saymanın hiçbir mânâsı kalmaz. (94)
Ne kadar gürültülü ve korkunç görünürlerse görünsünler, büyük dünya inkılâplarının görünüşlerindeki korkunçluk, zâhirîdir (görünüşten ibarettir, dünyasal realitelere ait görünürdeki hâldir): (293) Burada, ne korkulacak, ne ürkülecek, ne kaçınılacak, ne de kaygılanılacak hiçbir şey yoktur; çünkü bütün bu korkunç manzaralar, ancak dünya maddelerinin tâbi bulunduğu realitelere ait olup, onlarla beraber dünyada kalacaklardır. (293) İnkılap ve intikal devri. Öte tarafa, yüksek plânlara bunların bir zerresinin zerresi dahi geçemez. (293) Zaten ölüm hiçbir ıstırap ve acı vermeyen, bir an meselesidir ve ölüme neden olan olayların manzaraları, öz varlığa ait şeyler olmayıp, bedene ve dünyaya ait durumlardır. (293) Ölenler ise zaten o an içinde bunların hepsini terk etmiş ve o anılarını unutmuş bulunacaklardır. (293)
Dolayısıyla, volkan ağızlarının kızgın ateşleri, su kütlelerinin azgın saldırışları, yer sarsıntılarının şiddetli hareketleri, yıldırımların gürültüsü; “buradan gitmesi kararlaştırılmış olanlar” için ancak birer oyuncaktan ibaret kalan ölüm vasıtalarıdır. (293) Çünkü dünyada kopan bu kıyametin o liyakati kazanmış insanlardan alabileceği tek şey, zaten burada bırakmayı seve seve kabullenmiş oldukları kaba bedenleri olacaktır. (293) Buna da o insanlar çoktan razıdırlar. (293) Çünkü o insanların belki o anda bile sezmeye başlayacakları yüksek, mutlu âlemlerin mutluluk verici atmosferine bir an önce kavuşabilmeleri, bedenlerini terk edecekleri ölüm saniyesinin gelişine bağlıdır ve onlar idrak edebildikleri oranda, bu saniyenin bir an önce gelmesini bekleyeceklerdir. (293) Bu, bir mutluluk, sevinç ve kurtuluş ânıdır. (293) Bu, ‘Dünya Okulu’nun binlerce yıllık ıstıraplı bir mazisi olan, ağır şartlar altında geçirilmiş, zahmetli öğrenim devresinin (Dünya devresi) tümüyle ve başarıyla tamamlanması ânıdır. (293-294) İnkılap ve intikal devri (“İnkılap sırasında olacakların hazırlanmış olanlar için bir felaket niteliğinde olmayışı” bölümü)
‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’ndaki bilgileri okumuş, benimsemiş olanlar, dünya inkılabıyla sonuçlanacak, önümüzdeki dönemde meydana gelecek, insanların doğal âfetler olarak sayacakları tabiat olaylarının delâlet ettikleri mânâları daha ilk zamanlarda sezmekte güçlük çekmeyecekler ve kendilerini, gelecek “büyük gün”e rahatça, kalp huzuruyla ve hatta sevinçle hazırlayabilmenin imkânlarını elde etmiş olacaklardır. (280) Sevgi plânı

