Beden; henüz bedenlenme (enkarnasyon, doğum) ve bedenden ayrılma (dezenkarnasyon, ölüm) sürecine tabi bir varlığın (Varlık), hizmet ettiği ‘ruh’unun tekâmül ihtiyacını gidermek üzere, kaba madde âleminin bir küresindeki (dünyasındaki) kaba ve yoğun maddelerden, vazifelendirilmiş yardımcı varlıkların da yardımıyla kurduğu, ‘tesirler’iyle bağlandığı, ‘manyetik alan’lar yoluyla kullandığı, kaba âlemdeki maddeler ve varlıklar ile bir tesirleşme vasıtasıdır. (49, 57, 85, 60, 58, 314) Ruha kâinat boyunca refakat edecek varlığa hizmet etmek durumunda bulunan beden; herhangi kaba bir kürede, ruhun ihtiyacına göre, ancak bir tatbikat devresi süresince o varlığa bağlı kalacak, geçici bir vasıtadan ibarettir. (58)
Bedenin gereği
Varlık ruhun kâinattaki sembolü, yansı ması, ifadesi olan çok ince bir enerjiler kompleksidir. (57) İnsanların anladığı ‘yüzeysel zaman’ ve ‘yüzeysel zaman mekânı’ ölçüsüne girmeyen çok ince enerjilerden veya tesirlerden oluşmuş bir varlık; âlemlerin kaba kürelerine doğrudan doğruya tesir edemez. (85) Oysa ruhun –çeşitli tatbikatı sırasında– bu kaba kürelerin maddeleriyle de karşılaşması gerekmektedir. (85) Bu yüzden, yani ruha hizmet edecek varlığın bu hizmeti yapabilmesi için, diğer deyişle ruhun hizmetinde olmanın icaplarını yerine getirebilmesi için bir kürede, kendisine, o kürenin maddelerinden bir beden kurması gerekir. (85)
Ruh-varlık-beden
Ruh-varlık-beden ilişkisinde ruha vasıta olanın (varlığın) da kendisine ayrıca bir vasıta edinmesi sözkonusu olduğundan, burada kademeli olarak iki vasıta sözkonusudur; biri ‘madde kainâtı’ndaki ‘tekâmül’ü için, ruhun meydana getirdiği kompleks bir madde yapısına sahip olan ve kâinat boyunca ruhu takip eden varlık denilen vasıtadır, diğeri ise bu varlığın kaba âlemdeki maddeler ve varlıklar ile tesirleşmek için, o âlemin kaba, yoğun maddelerinden meydana getirdiği beden denilen vasıtadır (yani beden, vasıtanın vasıtasıdır). (57, 58, 189) Yani burada, bir varlık ve bir beden vardır ki, biri, diğeri sayesinde ruha hizmet eder. (57) Varlığa hizmet eden beden, nasıl kaba dünya maddelerinde varlığın sembolü ise, varlık da, daha derin mânâda olmak üzere, ruhun sembolüdür. (189)
Bedenin kurulması
Bir ruh, maddeleri, kendisinin kâinattaki temsilcisi olan varlığı vasıtasıyla, o maddelerin manyetik alanlarına tesir ederek kullanır; o maddelerden kendisi için, o maddelerin mensup bulunduğu dünyalardaki tatbikatına uygun gelen bedenleri kurar; bu bedenler vasıtasıyla da, o dünyaların diğer varlık ve maddelerinin manyetik alanlarına tesir etmek ve onları kullanmak suretiyle tekâmülünü sağlar. (49) Yani bir dünyadaki her beden, varlık vasıtasıyla, o dünyadaki maddelerden, o maddelerin manyetik alanlarına tesir edilerek, orada yapı lacak tatbikata uygun şekilde kurulur. (48, 49)
Hidrojen âlemindeki ilk bedenler
İlk hidrojen atomu kademelerinde (Pasif intibaklar safhası), henüz kâinat maddelerini toplayabilecek kudretleri olmadığından beden kuramayan ruh, madde kombinezon ve kompozisyonlarından bedenler kurma ve onları idare etme faaliyetine ancak varlığın meydana gelmesinden sonra, onun vasıtasıyla başlar. (55, 39, 50) Her beden varlığın idare edebileceği çapta kurulur. (57) Yeni meydana gelmiş bir varlığın ilk kullanabileceği bedenler, bitki bedenlerinin en basit ve en ilkel hücreleridir. (56) Bu kademedeki varlıklar madde kombinezonlarından kendilerine birer beden kurar ve o basit bedenleriyle, yani ilkel bitki hücreleriyle diğer kaba maddelere ve kaba bedenlere çeşitli tarzlarda –ilk zamanlarda daima ‘içgüdüler’iyle– tesirlerde bulunarak yaşamaya başlarlar. (56) İşte buna insanlar enkarnasyon der. (56) Varlık, kurulan bu bedene –ruhundan gelen tesirlerle– bağlanır ve onu kendi süptil ‘vibrasyon’larıyla hâkimiyeti altına alır. (85, 92)
Bitki ve hayvan bedenleri
Varlık, bitki bedenlerinin her tür hücresinde lüzumlu enkarnasyonları tamamladıktan, bir bitki bedenini tümüyle idare edebilecek duruma geldikten sonra, bitkilere müstakil olarak, yani kendisine bir bitkinin tümü beden olacak şekilde enkarne olmaya başlar ve en basitinden en yükseğine kadar çeşitli bitkilerde enkarne olur. (56) Bitkilik safhasını tamamlayan bir varlık derhal hayvanlık âlemine atlayamaz; bir ‘arasat plân’da üst safhaya hazırlanması (hayvan hücrelerinde enkarne olmaya alışma tatbikatı görmesi) gerekir. (307) Maddi inkişafın her safhasının tamamlanmasından sonra, bitki varlığı olsun, hayvan varlığı olsun, insan varlığı olsun, her varlığın bir üst safhaya geçmeden önce, o üst safhaya hazırlanacağı bir arasat plândan geçmesi gereklidir. (307) Bu yüzden ‘bitkilik safhası’nı tamamlayan bir varlık, hayvanlık âleminin ön tatbikatını görmek (hayvan hücrelerine hazırlanmak) üzere bitki varlı klarına mahsus olan bir yarı-süptil âleme geçer ve orada bir süre yaşar. (56) Oradaki hazırlığının tamamlanmasından sonra, hayvan bedeni hücrelerinde enkarnasyon kademelerine geçer ve en basitinden, yani en ilkel hücrelerinden itibaren, hayvan organizmasının hücrelerinde enkarne olmaya başlar. (56) Hayvan hücrelerindeki kademe kademe yükselen enkarnasyonlarının sonunda, en yüksek hayvan hücreleri olan, hayvanların sinir sistemi hücrelerinde enkarne olmaya başlar. (56) Bu devreyi de tamamlayıp lüzumlu melekeleri kazandıktan sonra, yani bir hayvan bedenine tümüyle hâkim olabilecek duruma girdikten sonra, en ilkel hayvan bedenlerini idare etmeye başlar ki, böylece hayvanlık safhasına geçilmiş olur. (56)
Aynı şekilde, bu hayvan varlığı, çok uzun süren ‘hayvanlık safhası’nı hakkıyla tamamlasa da bir üst safhadaki bedeni, yani insan bedenini derhal kullanamaz; hayvanlık mertebesinden insanlığa hemen, birdenbire atlayamaz. (307) Çünkü her ne kadar o, kendi çapında, lüzumu derecesinde inkişaf etmiş olsa da, bir hayvan bedenini kullanma ile bir insan bedenini kullanma arası nda çok önemli ve derin farklar vardır. (307) Varlık, insanlığın icaplarına ancak o iki safhanın beden realiteleri arasındaki belirli intikal (geçiş) kademelerini geçirdikten sonra tümüyle uyabilecek ve insan bedenini fiilen kullanmaya alışmış olacaktır. (307) Bu intikal hazırlığını yapabilmesine imkân veren yarı-süptil plân da, işte, o safhanın arasat plânıdır. (307) Varlık, ancak, burada kendisini insanlığın icaplarına hazırlayıcı durumlarla karşılaşıp, o durumlarda bir süre intikal tatbikatı yaptıktan sonra, en ilkel merhalesinden (hücre düzeyinden) başlamak üzere, insanlık âlemine adımını atabilecektir. (307) Fakat yine de, hemen bir insan bedenini tümüyle idare edebilecek hale, müstakil bir insan varlığı hâline birdenbire giremez. (307) Mesela insan beyninin (Beyin) elemanlarını kurabilecek duruma gelmesi ve insan bedenini idare etme tatbikatlarını görmesi ve bunun için de uzun süre insan beyni hücrelerinde yaşaması gerekir. (307) Beyin hücreleri varlıkları
Kısaca bu varlık, Dünya’da insan bedenini idare edebilecek bir varlık hâline gelebilmek için, bir insan bedenini kurmaya liyakat kazanana dek, Dünya’da ve diğer gezegenlerde, daha bir sürü ‘bedenlenme’ geçirir. (56-57, 290) Böylece Güneş Sistemi’mizdeki bedenli bir varlık, sistemin bir sürü gezegeninde, o gezegenlerin şart ve durumları na uygun, fakat Dünya’mızdakilere nazaran daha basit, daha ilkel kalan madde komplekslerinde sayısız bedenlenme geçire geçire nihayet sistemimizin, inkişaf mertebesi en ileri bedeni olan insan bedenini kurmak liyakatine ulaşır ki, sistemimizde yalnızca Dünya’da bulunan insan basamağından önceki son basamak, sistemimizin diğer gezegenlerindeki insan-altı kademeleridir. (60, 290, 291,165, 257, 307, 308)
İnsan bedeni ve tesirlerle idaresi
Bir güneş sisteminin (Güneş sistemleri) herhangi bir küresinde (dünyasında), o kürenin şartlarına uygun bir beden içinde doğmuş bir varlık, ruhunun tekâmül ihtiyacına göre o sistemin çeşitli kürelerinde sayısız ‘bedenlenme’ ve bedenden ayrılma (Ölüm) süreçleri geçirmek suretiyle ‘hidrojen âlemi’nin son basamağına erişir ki, bu son basamak, sistemimizde insan, diğer sistemlerde ise insana denk, eşdeğerli inkişaf mertebesinde bulunan bedenlerden biridir. (58) Yani Dünya’mızdaki insan bedeni, hidrojen âlemi denilen muazzam astronomik âlemin en ileri ve en inkişaf etmiş bedenlerinden biridir. (58- 59)
Bir insanı teşkil eden (oluşturan) ve idare eden varlığın o insan bedeniyle, karşılıklı bir organizatör-organizma (Organ) durumu vardır: (78) İnsan varlığı, bütün bedeni, organizmayı sinir sistemi hücrelerinden oluşturmuş bulunduğu manyetik alana (o hücrelerin manyetik alan sentezine) hâkim olmak suretiyle, o hücreler vasıtasıyla idare eder. (78) Burada varlık organizatör, beden ise organizmadır. (78) Bedeni oluşturan hücreler, organlar, sistemler vardır. (186) Bütün bu cüzler, birbirine tâbi olarak ve sistemleşerek beden organizması nın bütününü meydana getirirler ki, beyin bunun organizatörü olarak görünmekle birlikte, beyin de asıl organizatör olan varlığa bağlıdır. (186) Beden organizmasını teşkil eden daha küçük organizmaların da insanınkinden çok daha basit olmak üzere birer varlıkları, yani organizatörleri vardır ki, onlar da kendi çaplarında nispeten daha basit ruhların tekâmüllerine hizmet ederler. (186) İnsanlar, bu ilkel varlıklarla, mukadderleri bağlı olarak, geniş bir mâşerî plân içinde, kucak kucağa yaşarlar. (197) Bir insanın kalbini oluşturan hücreler, inkişaflarını sağlamak için o insan bedenine ne kadar muhtaç iseler, o insanın bedeni de yaşayabilmek için bu hücrelere o kadar muhtaçtır. (197) İnsan bedeninin bütün durumlarından o bedene hâkim olan varlık sorumludur. (186)
İnsan denilen şey; bir varlığın, bağlı bulunduğu ruha hizmet etmesi için, Dünya küresindeki kaba maddeleri kendisine vasıta olarak kullanmak üzere bir araya getirmesiyle oluşturduğu bir bedendir. (84) Varlık, ruha, insan da varlığa tahsis edilmiştir. (185, 32) İnsan varlığı, bedeni, beyin hücrelerinin manyetik alanlar sentezine (bütününe) müessir (etkili, tesirli) ve hâkim olma yoluyla idare eder. (86) Bedenle olan ilişkisi ve bedeni idaresi, beyin hücrelerinin manyetik alanına bu hâkimiyeti sayesinde, organizmaya tesirlerini göndermesiyle gerçekleşir ki, bu tesirleri bedene kendi ‘idrakî temerküz noktası’ndan gönderir. (91, 78) Yani beden, beyin hücreleri tarafından idare edilir; ancak bu idare, bedenin varlığı olan ve bir ruha ait bulunan “tesirler veya enerjiler topluluğu”nun, yani insan varlığının hâkimiyeti altındadır. (86) Kısaca insan varlığı nın bir bedenle ilişkisi, o bedenin beyin hücrelerinin manyetik alanına hâkim olması ve bu vasıtayla bütün organizmasına tesirlerini göndermesi şeklinde olmaktadır. (91) Bir “tesirler ya da enerjiler kompleksi” olan varlık, tesirlerini bedene idrakî temerküz noktasından gönderir. (91)
İnsanı idare eden, enerjiler veya tesirler topluluğu olan varlık, bir bütündür: Varlık, bedenlenme sırasında kendisine mahsus idrakî temerküz noktası nı asla tümüyle terk etmez ve tümüyle bedene konsantre olmaz; yani bedene tesirlerinin ancak lüzumlu kadarını gönderip, bir kısmıyla bağlanır ve bütünlüğünü tüm beden hayatı boyunca, idrâkî temerküz noktasında muhafaza eder. (86, 87) Dünya anlayışıyla ve sayılarla ifade etmek gerekirse, insan varlığı, bedenlendiğinde, ancak 1/8’lik kısmı, yarı serbest hâlde, ‘idrakî temerküz noktası’nda kalır; 7/8’lik büyük kısmı (Şuur) ise bedene, yani beyne ya da daha açık bir deyişle, beyin hücrelerinin “manyetik alanlar sentezi”ne gönderilir ve bağlanır. (86, 155)
Bedeni idare eden doğrudan doğruya ‘şuur merkezi’ olduğundan, varlık, bedenden bu merkezi kullanarak istifade eder. (143) ‘Şuur-ötesi’nden gelen tesirler, önce beyin hücrelerinin manyetik kanalına doğrudan doğruya bağlı bulunan sahaya iner; oradan da, şuur merkezi ve beyin merkezleri yoluyla, bedenin yaşaması için lüzumlu yerlerde kullanılmak üzere, ‘sinir istasyonları’na gönderilirler: Yani ‘şuurüstü’ – ‘şuurdışı’ – beynin manyetik alanı – şuur merkezi yolunu izleyerek beyne gelen tesirler, beynin şuur merkezinden ilgili ‘beyin merkezleri’ne, oradan da –ihtiyaçlara göre– tâli merkezlere, yani sinir istasyonlarına dağılırlar. (139, 88)
Bedendeki tesirler, bedeni idare eden varlığın kontrolü altında ve yüksek tekâmül icaplarına göre bedenin bütün fiziksel, fizyolojik, biyolojik ve ruhî fonksiyonlarını yerine getirirler. (91) Burada hiçbir şey zerre kadar aksamaz. (91) Bu tesirlerin fonksiyonları, kâinatın genel fonksiyonundan ayrı değildirler; onun büyük ahengi (Kâinat ahengi) içinde cereyan eder ve o ahengin dışına çıkamazlar. (91)
İnsan-üstü âlemlerdeki “beden”sizlik
İnsanın ‘vazife plânı’na geçecek olan tarafı, etiyle, kemiğiyle, sinirleriyle bedeni değil, varlığıdır; yani ‘varlık’ hâlinde geçer. (110) Beden, her dünya hayatı devresinin sonunda bütün teşekkülâtıyla birlikte toprağa gömülmeye mahkûmdur. (110) Bedenlerin sağladığı şey, varlığın vazife plânına hazırlanmasından ibarettir. (110) ‘Sevgi plânı’na bile bedenle geçilmez; insanların o âleme geçmek üzere dünyayı kesin olarak bırakmaları demek, dünyaya ait olan kaba hidrojen kombinezonlarından ibaret fiziksel bedenlerini ebediyen terk etmeleri ve aslî hâllerine, varlık hâllerine dönmeleri demektir. (311) İnsan bedenlerini kullanan varlıklar, insan anlayışıyla madde bile sayılamayacak kadar “dünya maddesi kavramı ve realitesi”nden uzaklaşmış, çok süptil bir madde hâlidirler. (311) Böyle çok süptil bir madde hâli ya da diğer deyişle bir tesirler veya enerjiler topluluğu olan varlık, sevgi plânında “bir tesir vasıtası” olarak kullanmak üzere, yarı-süptil bir ‘madde kombinezonu’nu yakalar ve onu bir tür beden gibi ya da beden yerine kullanmak üzere, ona bağlanır. (311, 316) Bu madde kombinezonu, süptilliği bakımından, kaba dünya maddeleri ile vazife plânının süptil maddeleri arasında yer alır. (311-312)
Bedenlenme ancak kaba madde âleminde geçerlidir ve vazife plânından itibaren hiçbir maddeye bağlanılmaz; ‘sevgi plânı’ndaki bir varlığın, bağlandığı yarı-süptil maddesini bırakabilmesi ve çok süptil bir plân olan ‘vazife plânı’na geçmesi demek, onun hiçbir maddeye bağlı kalmaması, “öz varlık” hâlinde, yani “inkişaf etmiş bir enerjiler kompleksi” hâlinde kalması demektir. (314)
Güneş sistemleri kürelerinin çeşitli nizamlarının tatbikatlarında vazife gören, vazife plânı varlıkları, o kürelerin maddeleriyle bedenlenmiş değildirler; ‘yükümlülük’lerini ifa ederlerken, vasıta olarak, hidrojen âlemine ait olmayan, daha yüksek madde ortamlarından toplanmış süptil maddeler, malzemeler kullanırlar ki, bunlara da beden denilemez. (262) Vazife Plânı

