Ünite; kâinatımızın (Madde kâinatı) bilemediğimiz son ya da üst sınırlarındaki; ruhların kâinatımıza ilişkin tüm ihtiyaçlarının giderilmesinin tümüyle gerçekleştiğini (Tekâmül) ifade eden; idraklerin yüksek icaplara (Aslî icap) ancak her noktasında ve tam ‘liyakat’le intibak ettikleri zaman ulaşabilecekleri; Aslî Prensibin yalnızca bizim kâinatımıza yönelik olan, kâinatımız dışından gelen Kudretinin ya da aslî icapların idrakler ile birleştiği ve tesirler (Aslî tesirler) hâlinde kâinata yayıldığı; tüm kâinatı kapsayan; tüm kâinatın idare edildiği; ‘vazife plânı’nın tüm safha ve kademelerindeki ‘organizasyon’ların ve organizasyon sistemlerinin hiyerarşik olarak direktif aldıkları; tüm davranışların, idraklerin, imkânların (madde imkânlarının), tesirlerin, icapların birleştiği; içinde birbirinden ayrı ve farklı varlıkların veya unsurların mevcudiyetinin sözkonusu olmadığı; ayrılığın gayrılığın olmayıp, bir tek idrâk, bir tek davranış, bir tek kudret, bir tek icabın sözkonusu olduğu; idrak vahdetidir, varlıklar ve icaplar birliğidir, hakikattir. (32, 39, 46, 64, 79, 175, 230, 238, 229, 195, 245, 246, 31, 240, 70, 74, 168, 146, 48, 246, 194-195, 48, 192) İnsanlara bundan daha ilerisinin söylenmesi hem imkânsız, hem de lüzumsuzdur. (246)
İcapların Ünite’de vahdet oluşturması ve Ünite’den tesirler hâlinde, yani tesirlerce taşınarak kâinata yayılışı
Bütün kâinat olaylarının ve teşekkülatının gayesi; ruhlar denilen, mahiyetini asla bilmediğimiz hakikatlerin kâinata, yani madde kâinatımıza ilişkin, “tekâmül” denilen, “ihtiyaç” kavramı ile sembolleştirilen (bir dünya kelimesi olan “ihtiyaç” kelimesiyle ifade edilmeye çalışılan) durumlarının gerçekleşmesidir (ruhların madde kâinatına yönelik ihtiyaçlarının giderilmesinin gerçekleşmesidir). (246) İşte “tam idrakine varamadığımız Ünite”, bu gerçekleşmenin (tümüyle gerçekleşmenin) ifadesidir ve kâinatın son sınırıdır. (246, 238)
Ruhların, mahiyetini, neden ve sonuçlarını, madde kâinatımızın kat’î (kesin, kuşkuya yer bırakmayan) ve tabiî (doğal) imkânsızlığından dolayı asla takdir edemeyeceğimiz ve bilemeyeceğimiz ihtiyaçlarından kâinatımıza yönelik olanları (sonsuz kâinatlara yönelik ihtiyaçlarından, kâinatımıza yönelik olan, “tekâmül” denilen kısmı) yüksek prensiplerin icapları gereğince, kâinatımızdaki tatbikatlarla sağlanır. (32) Bu gayenin yerine getirilmesi için, ‘Aslî Prensip’ten gelen icaplar, kâinatımızın üst sınırından içeri (bu ifadeler semboliktir) girer, kâinatta “tesir” şeklinde tecelli eder, kâinatın bilemediğimiz üst sınırlarındaki Ünite’den süzülür ve madde kombinezonlarının (Madde kombinezonu) sonsuz inkişaf ve kabiliyet imkânlarına göre, onları ve kendilerini çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlara uğrata uğrata, aşağılara doğru yayılıp dağılarak inerler ki, varacakları noktalarda ruhların ihtiyaçlarına göre tezahürlerini göstermek suretiyle de, ruh ile madde cevheri (Aslî madde) arasındaki endirekt alışveriş fonksiyonlarını sonuçlandırmış olurlar. (31, 20, 28, 38, 62)
Bir başka deyişle, kâinat dışından gelip, kâinatın üst kademesini işgal eden Ünite’de bir vahdet oluşturan, yani Ünite (varlıklar ve icaplar birliği) ile birleşmiş olan bu icaplar; ‘tesirler’ hâlinde Ünite’den süzülüp her varlığın ihtiyacına uygun olarak, kâinat içindeki topluluklara, fertlere, maddelere ve varlıklara ve en küçük zerrelere kadar tüm madde cüzlerine dağılır ve onlarda çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlar meydana getirirler. (32, 31, 64) Böylece; büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz ederler ve fonksiyonlarını yaparlar. (63)
Kâinatın bütün idaresi ancak, Ünite’den süzülerek yayılan tesirlerle mümkün olur. (238) Hangi varlıktan, hangi kademeden geçerse geçsin, her tesir muhakkak surette ruhların tekâmül ihtiyaçlarını içeren bir icabı taşır ve kâinatın hiçbir zerresi bu tesirlerin haricinde değildir. (31-32) Kâinatın Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin kapsama ve kuşatması dışında kalabilen hiçbir zerresi yoktur. (195)
Kader ve zaman prensiplerinin Ünite’deki vahdeti ve kâinata yayılışları
Kader (Kader mekanizması) Ünite’deyken, bütün icaplarla, idraklerle, imkânlarla ve durumlarla birleşmiş bir vahdet hâlini ifade eder: (233) Aslî Prensibin kâinattaki akışı olan aslî icaplar, ‘kader prensibi’nin kâinattaki akışı olan kader mekanizması ve ‘zaman prensibi’nin kâinattaki akışı olan ‘aslî zaman’, oradaki idraklerle birleşerek vahdeti meydana getirirler. (238) Orası hakikatin kendisidir. (238)
Yüksek kader prensibinin kâinatta kader mekanizması hâlinde tecelli eden icapları, aslî icaplarla ve aslî zamanla birlikte kâinata Üniteden süzülerek yayılırlar. (230) Ünite’den süzülerek aslî tesirlerle kâinat içine yayılan kader ve zaman mekanizmalarına ait tesirler, bu mekanizmaları yürüten kadrolar dahilinde vazifelenmiş büyük vazife plânlarının kâinatşümûl faaliyetleriyle tatbikat zemini bulurlar. (234)
Varlıkların fiil ve hareketlerine göre derecelerinin ölçülüp biçilerek aslî icaplardaki durumlara uydurulmaları için, muhasebe işlemlerinden geçirildikten sonra ayarlanmaları ve formlara bağlanmaları; kader mekanizmasının aslî icaplar altında, aslî zamanı kullanarak çeşitli madde ve olay formları ve tertiplerini meydana getirmesi demektir. (236) Bu fonksiyonunu zaman unsurunun (zaman prensibinin kâinatımızdaki durumu olan aslî zamanın) yardımı ile yapar, onu ölçü olarak kullanır ve bütün kâinata aslî icapları taşıyarak Ünite’den yayılır. (231)
Dünyada olup biten olayların hepsi Üniteden gelen direktif ve icaplara göre ayarlanır ve öyle (ayarlandıktan sonra) olur. (294) Her şey, varlıkların bizzat çalışarak kazanmış oldukları liyakat derecelerine göre, aslî icapların direktifi altında, aslî zamanın yardımıyla, kader mekanizmasının ölçüp, takdir ederek hükümlendirdiği tarz ve şekillerde, ‘vazife plânı’nın ilgili vazifelileri tarafından yapılmaktadır. (294) Dolayısıyla vuku bulacak (olacak) her şey büyük hesaplara, çok ince ve kapsamlı teknik esaslara dayanmaktadır. (294)
Aslî Kudret ışığı konisi sembolik tasviri ve Ünite’nin kesinlikle “Aslî Prensip, madde ve ruhların birliği” anlamına gelmeyişi
‘Aslî Kudret ışığı konisi’; Aslî Prensibin ‘kâinatlar’a ve ruhlara yönelmiş Kudretlerinden bizim kâinatımıza yönelmiş olanının sezgisini ve kâinatımızda ‘inkişaf’ ve ‘tekâmül’ün nasıl yürüdüğünün sezgisini insanlara verebilmek üzere başvurulmuş, bu Kudretin ya da icapların, bir ışık konisine (bir noktadan konik şekilde inen ışık demetine) benzetildiği sembolik tasvirdir. (189, 190, 191, 195)
Bu sembolizmde vazife plânının ilk kademelerinden itibaren varlıklar, bu ışık konisinde tırmandıkça icaplara idrâklerinin intibakları derecesinde, kâinat cüzlerine hâkim durumlara geçerler ki, bu yürüyüş ya da tırmanış nizam, tertip ve ahenk içinde, kâinatımızdaki sezilebilen ifadesiyle “tekâmül”ün gerçekleştiği Ünite’ye doğru akıp gider. (240, 241-242) Bu tırmanış Ünite denilen, kâinatın son imkân sınırlarına geldiği zaman, ışık konisine tırmanan varlığın idraki, bu ışık huzmesinin içerdiğ i bütün icaplara intibak etmiş, tam o ahenkten olmuş ve dolayısıyla kâinat cüzlerine ve bütününe hâkim bir durum almıştır. (239-240) Yani kâinatın bizzat kendisi olmuş gibi o büyük vahdete karışmıştır. (240)
Büyük bir yanılgıya düşülmemesi için şu noktayı önemle belirtmek gerekir: Aslî Kudret ışığı konisi denilen sembolik tasvirde ışık konisinin tepesi Aslî Prensibin kendisi değildir; O’nun bütün kâinatlara değil, sadece kâinatımıza mahsus bir kudretidir. (195) Aynı şekilde, ruhların davranışları da ruhların kendileri değildir ve bütün kâinatlara değil, ancak madde kâinatına ilişkin ihtiyaçlarının tecellisidir. (195) Dolayısıyla burada Ünite’yi Aslî Prensibin, maddenin ve ruhların birleşmiş olduğu bir durum olarak düşünmek hataların en büyüğü olur. (195) Burada vahdet-i vücut teorisinden söz edilmemektedir; ‘yüksek prensipler’ ile ruhların ve kâinatların tek bir varlık hâline girebileceği düşüncesi, insanı burada anlatılmak istenilen hakikatlerden tamamen zıt bir yöne doğru yöneltir ve bütün yüksek sezgilerini silip süpürür. (29, 245) Bu yazıları iyi anlayanlar, burada böyle bir kavramın kastedilmediğini bilirler. (29)
Ünite’yi asla Aslî Prensibin, maddenin ve ruhların birleşmiş olduğu bir durum olarak düşünmemek gerekir. (195, 64) Buradaki bütün durumlar, ancak ‘madde kâinatı’ kavramı etrafında toplanan ruhî davranışlar ve icaplarla açılır ve kapanır. (195) Fakat onların ötesinde (madde kâinatımız dışında) sonsuz olaylar sürer gider. (195) Üstteki satırlarda verilmiş olan bilgiler, yalnızca kâinatımızda olup biten şeylere aittir. (245-246) Onun ötesinde daha sonsuz ihtiyaçlar (ruhların ihtiyaçları) ve sonsuzluk kelimesinin dahi ifade etmekten çok uzak bulunduğu hakikatler (Kâinatlar-üstü hakikatler) ve erişilmezlikler vardır ki bunlara kâinatın gücü yetmez ve kâinat idraki ulaşamaz. (246)
Aslî kudret ışığı konisi sembolizminde açıkça anlatıldığı gibi, buradaki ışık konisi, kâinatın kendisidir ve kâinat ancak bu ışık konisiyle, aslî icaplarla var olmaktadır. (195) Kâinatın o koninin huzmelerinden yoksun kalan bir tek noktası dahi derhal kararmaya, amorf hale düşmeye, yani insanların anladığı mânâda yok olmaya mahkûm bir duruma düşer ki, kâinatın Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin kapsama ve kuşatması dışında kalabilen hiçbir zerresi yoktur. (195) Bu bilgileri alanlar “kâinatta her kıpırdanışın, ancak Ünite’nin tensibi (münasip görmesi) ve kontrolü altında mümkün olabildiği ve olabileceği” hakikatinin sezgisine, daha güçlü olarak sahip olmuş bulunacaklardır. (195)
Ünite’nin tekliğinin derin mânâsı
‘Aslî Kudret ışığı konisi’ sembolik tasvirindeki, bütün davranışların, idraklerin, imkânların, tesirlerin, kısaca, icapların birleştiği o tek nurlu nokta, Ünite denilen idrak vahdetidir. (194-195) Bu, bütün kâinattır. (195) Orada manyetik alanlar sentezi yoktur; çünkü Ünite’de birbirinden ayrı ve farklı varlıkların veya unsurların mevcudiyeti sözkonusu olmaz. (48) Onun bir tek manyetik alanı vardır ki, bu da bütün kâinatı kapsayan, kâinatın tek manyetik alanıdır. (195, 48) Bu noktada ayrılık gayrılık yoktur; her şey orada birleşmiştir. (195) Orada bir tek idrak, bir tek davranış, bir tek icap, özetle, bir tek kâinat sözkonusudur. (195) İşte bu nokta kâinatta “tekâmülün gerçekleşmesi”ni ifade eder. (195) Orası hakikatin kendisidir. (238) Hakikatler
Bütün idrakler orada bir tek idrak hâline girer ki, o muazzam idrak, hiçbir insanın sezgisine bile varamayacağı bir kudret olur. (245) Artık ona ne bir organizasyon, ne bir plân denilemez. (245) O, “bir tek” olarak, kâinata ait kudretin (Aslî Prensibin kâinatımıza ilişkin kudretinin) tamlığı içinde ve kâinatın bütün imkânlarıyla, icaplarıyla, idrakleriyle ve bütünüyle, her şeydir. (245) İşte bu, ancak Ünite denilen bir vahdet idraki ile ifade edilmiştir. (245)
Kâinat, idrakini (idrak edebilme bakı mından) güç sezdiğimiz ve güç sezebileceğimiz ‘yüksek prensipler’in kurduğu, son derece derin ve yüksek bir mekanizmada, tertipler, ayarlanmalar ve icaplar bütünüdür, yani Ünite’nin kendisidir. (173) Kâinat, ‘İlâhî nizam’ın bir ifadesidir. (173)
Organizasyonların Ünite’ye yükselme yolculuğu
‘Vazife plânı’nın başlangıcından itibaren, idrakler, Aslî Prensibin ruh ve kâinat ilişkileri icaplarına intibak etmeye başlar ve böylece icaplara uyarak, bir vahdete doğru giderler. (229) Bu safhada ilerlendikçe icaplara idraklerin intibak sahaları (Aktif intibaklar) da genişler; yani idrakler, tekâmül ettikçe, akan aslî zaman içinde, ilâhî icaplara (Aslî icaplara) daha geniş çaplarda intibak ederler. (237) İdrakler icaplarla birleştikçe birbirleriyle de birleşirler ki, buna vahdet hâli denir. (237) Vazife plânının ilk kademelerindeki vahdet, her ne kadar tedricen gerçekleşmeye başlamışsa da, tam olmaktan daha çok uzaktır. (237) Diğer deyişle, intibak (icaplara, hakikatlere intibak) birdenbire vazife plânının tümünü kapsamış değildir; tam ve bütün (bütünüyle) intibak ancak Ünite’de mümkün olur ki, bu da vazife plânının ilk kademelerine henüz sonsuzluk denilecek kadar uzaktır. (238)
Vazife plânındaki ‘organizasyon’lar Ünite’ye yaklaştıkça, idraklerin, özgürlüklerin ve sorumlulukların artması oranında vahdete yürüyüş hızlanır. (79) Organizasyon elemanları Ünite’ye varıncaya kadar Aslî Prensibin yüksek icaplarına intibak etmek suretiyle yavaş yavaş idraken birleşirler; öyle ki kâinatın üst sınırlarındaki Ünite’ye girdikleri zaman, pek küçük nüanslar haricinde, idrakleri yüksek icaplara her noktasında ve tam liyakatle intibak etmiş bulunur. (79) Vazife plânının ilk kademelerinden itibaren bu yükseliş sırasında daima gruplar, intibak sahaları genişledikçe birleşirler ve dolayısıyla grupların adedi de azalır; bu hâl Ünite’ye kadar böyle devam eder. (245) Üst kademelere çıkıldıkça önceki ‘plân’ların nispeten küçük organizasyonları gittikçe çok daha geniş organizasyonlar içinde birleşmeye başlarlar; öyle ki, Ünite’ye geldikleri zaman artık tek bir organizasyon hâlinde toplanmış bulunurlar. (245)
Ünite’ye yaklaşıldıkça, organizatörlük-organlık şeklindeki hiyerarşik ilişkiler de gittikçe gevşemeye başlar ve nihayet Ünite’ye girilirken tümüyle kaybolur. (79) Kâinatşümûl vahdet gerçekleştiğ inde, yüksek faaliyetlere artık organizatör-organ zaruretlerine tâbi olmadan, insan aklının eremeyeceği tek ve büyük bir organizasyon vahdeti içinde devam ederler (hatta, artık ona bir organizasyon da denilemez). (79, 245) İşte bu, Aslî Prensibin kâinata ve ruhlara ait kudreti ile kâinatımızın bütün imkânlarının birleştiği bir hakikattir. (79) “Bize nazaran görünen bu cephesine bakarak, biz ona Ünite diyoruz”. (79) Çünkü orada Aslî Prensibin ruhlara ve kâinata ait kudretleri (Kudreti) ile kâinat bütünü bir vahdet teşkil eder. (79)
Hiyerarşik idare
Kâinatın bütün idaresi ancak, Ünite’den süzülerek yayılan tesirlerle mümkün olur. (238) Kâinatın insanların sezebilecekleri kısımlarındaki organizasyonların faaliyetleri organ-organizatör ilişkileri içinde cereyan eder. (70) Organ. Her organizasyon, kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlüğü altında çalışır. (70) Organizatör konumundaki her üst organizasyon sembolik olarak ifade etmek gerekirse, alt organizasyona ışık tutar; bu ışık da ona yine bir üst organizasyondan gelmiştir ki, bu zincirleme hâl Ünite’ye kadar böyle uzanır (Ünite’den itibaren böyle iner). (70) Yani Ünite’den bütün kâinata tutulan bir projektör ışığı (tek noktadan çıkan ışık konisi), yukarıdan aşağıya doğru, –yine Ünite tarafından kurulmuş kâinatşümûl idare mekanizması dahilinde– hiyerarşik olarak sıralanmış vazife plânı organizasyonlarını en üst kademelerden en alt kademelere kadar kateder. (70, 39) Işığın bu kademe kademe inişi sırasında her organizasyon, bir üstündekinden aldığı ışıkla kendi vazifelerini görürken, bir altındaki organizasyonun vazife görme ihtiyaçlarına göre, o ışığı alttaki organizasyona da gönderir. (70) Böylece, vazife plânının bütün safha ve kademelerindeki organizasyonlar, kendilerine düşen vazifeleri yukarıdan gelen direktifin ışığı altında, yani Ünite’den gelen direktiflerle ifa ederler. (70) Kâinat içinde, her şey Ünite’den gelir; kâinat oradan idare edilir. (246) Kâinatın her zerresi hâline girerek onu yürüten, var eden Küllî Işık (kâinatın tüm cüzlerine, bütününe ilişkin ışık) huzmeleri oradan fışkırır. (246)
Organizasyonlar bütün vazifelerini Ünite’den çıkıp organizatör-organ nizamı içinde aşağılara doğru yayılan direktiflere göre ifa ederler. (74) Vazife plânı na dahil olmuş varlıkların sayısız yollarda uzmanlaşmaları, vazife liyakatlerini kazanmaları ve bunların sonucu olarak da çeşitli vazifeler etrafında toplanmaları, gruplaşmaları, organlaşmaları ve sistemleşmeleri Aslî Prensibin direktif, yaptırım ve icapları dahilinde, onun ışığı altında meydana gelir. (74) İşte bütün bu teşkilat, ruhların tekâmülleri için şaşmadan yürüyen kâinatın, Ünite’ye bağlı muazzam idare mekanizmasının teknik yanını oluşturur. (74)
Kâinatta Ünite’nin kontrol ve direktifi haricinde kalabilecek hiçbir kıpırdanış yoktur; kâinatta her hareket, her kıpırdanış Ünite’nin direktifine tâbidir. (146)
İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’nın Ünite ile ilişkisi
Ön sezgileri daha önce zaman ve icaplara göre insanlara yetecek kadar güçlü semboller (Dinî semboller) içinde verilmiş bulunan hakikatlerin açık bilgilerinin ve insanların geleceğindeki dünyaüstü âlemlerin de sezgilerinin yazılmış bulunduğu, Bedri Ruhselman tarafından düzenlenen, Nisan 2013’te yayımlanan “İlâhî Nizam ve Kâinat” adlı kitap, işte bu Ünite’den, insanların tekâmül ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde, vazifelileri tarafından Dünya’ya verilmiş olup, büyük vazife plânının Dünya için vazifeli olan kısmının (Dünya idare Plânı) dünyaya bir hediyesidir. (5, 164) İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı

