Obsesyon; sınav (Sınavlar) veya epröv geçirmesi, ‘görgü ve tecrübe’sinin artması veya kıyas bilgilerini (Kıyas bilgisi) geçirmesi gibi sayısız icap ve nedenlerden dolayı, bir insanın, dar idrâkli, aşırı ihtiraslı, bencil (Bencillik), basit, kısaca geri (pek inkişaf etmemiş) bir bedensiz varlığın (Varlık) hâkimiyeti altına girmesi gerektiğinde, yüksek icapların tensibi (uygun görmesi) ve tasvibi (onaması) ve vazifeli varlıkların sevk etmesiyle, o varlığın o insana musallat olup, onu hâkimiyeti altına almasıdır. (157,148, 149)
Obsesyondaki irtibat tekniği ile medyomluktaki irtibat tekniği arasındaki benzerlik ve fark
İrtibatların en kabası olsa da, obsesyon mekanizmasında kullanılan teknik, ‘medyomluk’taki irtibat tekniğine yakındır. (157) Fakat burada, geri bir irtibatın karakteri gereği, obsede olan varlığın (obsesörün hâkimiyetine giren insanın) özgürlüğü, irtibat esnasında –obsesyonun şiddeti derecesine göre az veya çok miktarda– ortadan kaldırılmış bulunur. (157) Hatta bazen obsesyonun şiddetli derecelerinde obsede insan, kendisine hiç sahip değilmiş gibi bir duruma girer ve obsesör denilen çok basit (inkişaf bakımından geri) bir varlığın elinde oyuncak olur. (157)
Bir hipnotizörün (Hipnotizma) süjesi üzerinde tesirde bulunma mekanizması da, aynısı olmamakla birlikte, az çok obsesyon mekanizmasına benzer. (159)
Obsesörün manyetik alanının insanlarınkine yakınlık derecesi
Dünya’mız etrafında, birbiri içine girmiş küreler gibi Dünya çevresini saran, yoğunluktan seyyalliğe, kabalıktan inceliğe doğru kademelenme göstererek gittikçe uzaklaşan birtakım tesir sahaları vardır ki, ‘transformatör istasyonlar’ denilen bu tesir sahaları, dünya-dışı yüksek kaynaklardan gelen ince tesirlerin insana inene dek dönüşümler, süzülmeler ve kabalaşmalar geçirmesini sağlayıcı birer transformatör olarak işlev görürler. (147, 148)
Bir insana tesir gönderecek olan varlığın o insana mesafesi ne kadar uzaksa, yani aralarında ne kadar tekâmül farkı varsa o tesirin o insana gelinceye kadar dönüşümler geçireceği transformasyon sahalarının, yani transformatör istasyonların adedi o kadar fazla olur. (148) Aksine tesir gönderecek olan varlık ile o tesiri alacak olan insan ya da medyom, seyyaliyet bakımından birbirine ne kadar yakın ise, aradaki transformatör istasyonların miktarı da o kadar az olur. (148)
Dünyaya en yakın durumdaki, pek gelişmemiş, geri bedensiz varlıklar, temasa geçebilecekleri bazı insan ya da medyomlar ile tesirleri arada hiçbir ortamdan, transformatör istasyondan geçmeksizin, doğrudan doğruya irtibat kurabilirler. (148) Çünkü ‘manyetik alan’ları o insanların manyetik alanlarına transformasyona lüzum kalmadan temas edebilecek kadar yakın durumdadır. (148)
İşte obsesyon olayında da, “Dünya’nın yoğun insanlık tabakaları”na (dünyanın, en alttaki transformatör istasyondan da alttaki, insanlara yakın tabakalarına, Seyyal) en yakın durumda bulunan bir obsesör varlığın, tesirlerini obsede olacak insana arada bu ‘transformatör istasyonlar’ olmadan, doğrudan doğruya göndermesi sözkonusudur. (149, 157, 148) Zaten obsesör denilen bu basit varlıkların transformatör kullanabilme kudretlerinin olması da mümkün değildir; çünkü transformatör istasyonları kullanabilmek, bir tekâmül işidir (tekâmül seviyesi ile oranlı, idrak genişliği gerektiren bir kudret işidir). (149) Bazen bu obsesörler yüksek varlıklar tarafından istasyon olarak kullanılabilirler, yani yüksek varlıklar onları dünyaya en yakın ve kaba bir transformasyon ortamı olarak da kullanabilirler. (149)
Obsesyon mekanizmasının işleyişi
Bazı insanların sınav geçirmeleri, eprövleri icabı olarak veya kıyas bilgilerinin geçirilmesi gibi sayısız nedenlerden dolayı bu tür basit varlıkların hâkimiyeti altına girmeleri gerektiği zaman vazifeli varlıklar böyle basit varlıkları o insanlara musallat ederler. (148-149) Böylece, yüksek icapların tensibi (uygun görmesi) ve tasvibi (onaması) ile, idraki çok dar, ihtirasları aşırı, baştan başa bencil, basit bir bedensiz varlık, buna ihtiyacı olan insana musallat olur. (157)
Obsede edecek basit varlık, karşısına çıkan müsait bir insana otomatikman yapışır ve önce, kaba tesirlerini o insanın –Dünyanın yoğun tabakalarına en yakın durumda bulunduğundan ve dolayı sıyla arada herhangi bir transformatör istasyon bulunmadığından– doğruca ‘şuurüstü’ne göndermeye başlar. (149, 157, 148) Önceleri şuurüstüne hâkim değildir. (157) Fakat onun kaba ve yoğun olan tesiri şuurüstünden ‘şuurdışı’ kanalıyla ‘şuur’ sahası na gidince, şuur sahasını işgal eder ve şuura tümüyle hâkim olur. (157) Zamanla bu hâkimiyet, biraz daha ilerleyip şuurüstüne kadar gider. (157, 158) Sonunda obsesör varlık, şuurüstü sahasını tümüyle kaplar ve kendisi onun (şuurüstünün) yerine geçer. (157-158) Artık insanın öz varlığından (Öz varlık) gelen tesirleri hemen hemen kesilmiş ve tesirler öz varlığı yerine obsesör varlıktan gelmeye başlamıştır. (158) Bu şekilde şuurüstüyle ilişkisi azalan şuur, ‘şuuraltı’na döner (yönelir) ve bütün emirleri de şuurüstü yerini tutan obsesörden almaya başlar. (158)
Bu aşamadan itibaren obsesör, şuurüstü sahasını tümüyle işgal etmiş olduğundan, obsede olan insan, obsesörü kendi varlığıymış gibi idrak etmeye başlar. (158) Bu suretle şuur merkezine tesir etmeye başlayan obsesör, ‘şuur merkezi’ni şuuraltına da bağlamış olur ki, burada, çevreden gelen tesirlerle meydana gelen “aşağıdan gelen rüyalar”a (Rüyalar) benzer bir durum ortaya çıkar: (158) Yani obsede olan insan, şuuraltının bilgilerinden genellikle obsesör varlığın kaprislerine göre rastgele alınarak meydana getirilen, tutarsız, alakasız, münasebetsiz imajinasyonlarla, acayip bir hayatta yaşamaya başlar ve kendisini başka bir varlığın kimliği içinde görür. (158) Böylece şuur sadece, şuuraltında oluşmuş imajlar ile şuurüstünden gelen, obsesöre ait, onun basit tabiatına uygun ihtiraslı, cahilâne ve bencilce mânâlarla dolu tesirler karşısında kalır ve obsede insan kendi kimliğini bu karışık durumlar içinde kaybeder, yani kendisini başka hâllerde hisseder. (158)
Obsesör bu aşamada o insanın hem şuuruna, hem de şuuraltına tasarruf ettiğinden, imajları kendi kapris ve kapasitesine göre toplamakta ve şuurda kendi eğilimlerine uygun izlenimler yaratmaktadır. (158) Burada şuur merkezi, izlenimleri hep obsesörden aldığı için, onun idrakî kimliği de obsesör kanalından gelmektedir (şuur merkezi kendini o insan kimliğiyle değil, obsesör kimliğiyle idrak etmektedir). (158) Dolayısıyla o insan artık, her şeyi obsesör açısından görür ve kendi varlığına ait bir idrake sahip bulunmaz. (158)
Fakat eğer bu izlenimleri obsesör onun şuuruna hiç yansıtmazsa, bu takdirde o hiçbir şey bilmez ve sırf bir otomat olarak hareket eder: (158) Otomatik irtibat. O insan üstte belirtilen mekanizmayla, iradesini tümüyle obsesöre terk etmiş durumdadır ve obsesör onun idrakine hiçbir şeyi yansıtmadan, şuurunu istediği yere sevk eder, istediği gibi kullanır. (158)

