Kâinat cevheri; sayıca sonsuz ‘kâinatlar’dan her birinin kendi anası denilebilecek; her bir kâinatın kendine özgü karakterini, mahiyetini belirleyen kendi esasî cevheridir ki, bu cevherler ruhların ‘tekâmül’ ihtiyaçları karşısında vücuda getirilmişlerdir. (18, 19, 30, 29, 16, 63)
Tek kâinatın olmayışı, kâinat cevherlerinin her birinin kendine özgü oluşu ve birbirleriyle ilişkisiz oluşları
Kâinat cevherlerinin inkişafla veya başka bir yoldan birbirlerine geçmeleri veya dönüşmeleri düşünülemez, mümkün değildir. (30) Eğer kâinatların zamanla ve inkişafla birbirlerine dönüşebilmeleri bir hakikat olsaydı, o zaman ayrı ayrı kâinat cevherleri ve ayrı ayrı kâinatlar kabul etmek lüzum ve zarureti kalmazdı ve bir tek kâinat, ruhlara ebediyen bir tekâmül ortamı olarak kalırdı ki, bu durumun “ruhun ebedî tekâmül ihtiyacı” kavramı ile bağdaşması mümkün değildir, ona aykırı düşer. (30) Çünkü ne kadar sonsuz imkânları bulunursa bulunsun, mahiyeti değişmeyen, aynı cevher mahiyetinde kalan bir kâinat (yani tek bir kâinat), doğal olarak ruhun ebedî ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli gelemez. (30) Dolayısıyla “ruhların ebedî tekâmülü hakikatine lâyık olan durum”, yani sonuna varılmasının sözkonusu olmadığı ebedî tekâmül hakikatinin imkânlarına uygun gelen durum; birbirlerinden tümüyle ayrı mahiyetlerde olan ve her biri, kendisine özgü, bambaşka karakterde, sonsuz inkişaf imkânları sunan, sonsuz cevherlerin mevcut bulunması durumudur. (30) Ruhların tekâmüllerinin ebediyeti hakikati, asıl mânâ ve kıymetini, ruhların, ancak böyle sonsuz cevher mahiyetlerinin her birinde, sonsuz tekâmül devreleri geçirmeleriyle bulur. (30)
Şu hâlde, insanların akıllarına gelebileceği gibi, bir kâinat inkişaf ederek üst bir kâinatı oluşturmaz ve oluşturmaya doğru da kayamaz. (30) O kâinat, ancak –sonsuz denilebilecek geniş imkânlar içinde– toplanır, dağılır ve tekrar toplanır, dağılır; bu hâl, kimsenin akıl erdiremeyeceği bir ebediyettir. (30)
Sonuç olarak, sonsuz kâinatların hiçbiri, bir diğerinin mahiyetini taşımaz; her biri, mahiyeti başka bir esasî cevherden oluşur ve her kâinatın karakteri, o kâinatın anası olan o esasî cevheriyle taayyün eder (belirir, belirlenir). (18, 19) Kâinat cevherleri birbirlerine nazaran üstünlük ve imkân bolluğu gösterirler. (29)
Ruh ile kâinat cevherlerinin benzemezliği, doğrudan ilişkide olmayışları ve aralarındaki erişilmezlik
Cevherleri birbirlerine nazaran daha bol imkânlara sahip ve daha üstün olan, dolayısıyla ruhların daha ileri ihtiyaçlarına cevap verebilecek kabiliyetler gösteren sonsuz kâinatlar serisinin hiçbir parçası veya bütününün ruhlara erişemeyeceği bir hakikattir. (29) Nitekim ruhların da menşelerini (kökenlerini, kaynaklarını) herhangi bir kâinat cevherinden almış olmaları düşünülemez. (29) Kâinatlar ile ya da kâinat cevherleri ile ruhlar arasında kesin bir erişilmezlik vardır. (29) Bu erişilmezlik ruhun ve kâinat cevherlerinin mahiyetlerinden ileri gelir. (30) Çünkü eğer ruhlar ve kâinatlar birbirlerinden bir şeyler alıp verebilselerdi ve aralarında aynı mahiyeti haiz (mahiyeti taşıyan, mahiyete sahip) ortak cevherî kıymetler bulunsaydı, ruh ve kâinatlar ikiliğine lüzum kalmazdı ve tekâmülün de mânâsı kaybolurdu. (30)
Kâinat cevherlerinde ruha ait hiçbir şey yoktur. (16) Ruhta da kâinat cevherlerine ait özelliklerin hiçbiri mevcut değildir. (16) Dolayısıyla ruh ile herhangi bir kâinat cevherinin hiçbir yönden benzerliği, doğrudan doğruya ilişkisi, hatta yakınlığı dahi düşünülemez. (16) Bunların birinden diğerine herhangi bir geçişin, yani aralarında direkt olarak bir alışverişin meydana gelebilmesi de mümkün değildir. (16, 29) Kısaca ruh ile kâinat cevherleri arasında kesin ve sonsuz bir erişilmezlik vardır. (16)
Ruhlar ile bir kâinat cevheri ya da bir kâinat arasındaki ilişkinin endirekt oluşu
Aktif ve tekâmül ihtiyacı olan ruh, pasif kâinatlar için bir gayedir. (18) Yani ruhlar, davranışlarının yansımalarını kâinat cevherleri üzerinde göre göre ihtiyaçlarını giderirler. (18) Kâinatlar, ruhların tatbikatlarına yarayan ve o tatbikatların sonuçlarını tekrar ruhlara yansıtan, kendi cevherlerine has (özgü) birer ortamdır. (18)
Ruhlar, kâinatlarla aralarında kesin ve ebedî bir erişilmezlik bulunmasına rağmen, adeta onlarla sımsıkı kucaklaşmış, birbirleri içine girmiş gibidirler; fakat bu ilişkiler, katiyen (asla ve kesinlikle) direkt olmayıp endirekt yollardan meydana gelmektedir: (19) Aktif olan ruhlar, tekâmülleri için, pasif olan çeşitli kâinat cevherlerinin sonsuz imkânlarını –ihtiyaçları oranında– bilvasıta (vasıtayla, endirekt, dolaylı) kullanarak tekâmül ederler. (18-19) Ruhmadde endirekt ilişkisi. İşte ruhlarla kâinatların, aralarındaki erişilmezliğe rağmen birbiriyle kucaklaşmış durum göstermeleri Aslî Prensip denilen yüksek prensibin icaplarıyla (kudretleriyle) gerçekleşmektedir. (20, 38, 190, 191) Aslî icap, Aslî Kudret ışığı konisi. ‘Aslî Prensip’, kudretiyle ruhların bütün tekâmül ihtiyaçlarını kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları tekrar ruhlara yansıtır. (63) Bu kudret, ruhların ihtiyaçları karşısında vücuda getirilmiş olan kâinat cevherlerini, sayısız vasıta ve yollarla hizmete sokar. (63)
Hiçbir mekân ve sınır tanımayan sonsuz kâinatlar karşısında ruhun konumu sözkonusu edilmek istenirse; ruhlara beşerî idrake bağlı bir yer, bir mekân tayin etmeye kalkışmadan, kâinatların hiçbiriyle doğrudan doğruya ilişkisi düşünülmeden, cevherlerine doğrudan doğruya (direkt) teması sözkonusu edilmeden, “iç” ve “dış” kavramlarını kaale almaksızın; sadece, “ruhlar, bütün kâinat cevherleri kavramının üstündedir” demekle yetinmek icap eder. (18) Bundan ileri bir sezgiye varmak dünyamız için mümkün değildir. (18)
Madde kâinatı cevheri: Aslî madde
Kâinatın, yani bizim kâinatımızın ana maddesini, mayasını oluşturan esasî veya aslî cevheri; mahiyeti “mutlak hareketsizlik” ve “şekilsizlik”le nitelenen ‘aslî madde’dir. (7, 11, 18)
‘Madde kâinatı’nın bu aslî cevheri kendi kendine hareket etme kabiliyetinden yoksun ve âtıl hâldedir ve dıştan tesir almadıkça kendiliğinden hiçbir hareket yapmaya muktedir değildir. (15) Fakat bu amorf ve âtıl (hareketsiz) cevherden sonsuz hâl ve şekiller meydana gelerek çeşitli realiteleriyle koca bir kâinat oluştuğuna göre, bunları meydana getiren “cevher-üstü hakikatler” in (Kâinatlar-üstü hakikatler) mevcudiyetinin kabul edilmesi gerekir ki, işte insanların ‘ruh’ dedikleri şey, bu cevher-üstü hakikatler arasında bulunmaktadır. (15, 16)
İşte bu amorf ve âtıl cevherde, sonsuz hâl ve şekilleri meydana getirerek çeşitli realiteleriyle koca bir kâinatı oluşturan şey, ona dıştan gelen tesirlerdir: Bu tesirler, hem ruhlar âlemini, hem kâinatları içine alan (şâmil) ve onlara hâkim olan, ruhların tekâmül ihtiyaçlarını bir ayna gibi, kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları, tekrar ruhlara yansıtan, ‘Aslî Prensip’ten gelen tesirlerdir; daha doğrusu, O’nun kâinatımızda ‘tesirler’ tarzında tecelli ve tezahür eden (Ruh-madde endirekt ilişkisi) yüksek kudretidir. (15, 18, 38, 63, 20)
Kısaca, Aslî Prensip’ten gelen tesirler böylece, ruhların ihtiyaçlarına göre, kâinatın bu amorf cevherini harekete geçirir ve orada madde cevherinin sonsuz varyetelerini şekillendirirler. (20) Kâinattaki hareketler, ruhların kıpırdanış ve davranışlarının bu tesirler kanalıyla madde teşekkülleri (şekillenmeleri, oluşumları) hâlinde tecelli eden sembolik birer ifadesidir. (38) ‘Madde’nin ruha hizmet etmesi onun her türlü şekil ve hâller içinde, inkişaf imkânlarının ruh tarafından kullanılmasıyla olur ki, onun bu imkânlarının kullanılabilmesi de ruhtan endirekt olarak gelen tesirlerle, maddede birtakım hareketlerin ortaya çıkabilmesiyle sağlanır. (25) Yani ruhların tekâmülü için lüzumlu olan, maddedeki her hareket, her değişme ve her inkişaf ancak bu tesirlerle sağlanır. (63) Tesirler fonksiyonlarını maddelerde hareketleri meydana getirmek suretiyle yaparlar. (47) Ruhların kâinata yansıyan ihtiyaçlarının cevaplarını vermek, yani bu tesirlerin taşıdığı icaplar gereğince harekete geçmek, madde cevherinin karakter zaruretidir ki, bu zaruretle maddenin verdiği cevaplar da, yine aynı tesir kanallarından, aynı icaplarla ruhlara yansıtılırlar; yani bir ruhtan gelen tesire karşı maddenin hareketler hâlinde verdiği cevaplar, yine o tesir kanalından dönerek aynı ruha yansırlar. (28, 38)
Böylece; büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz ederler ve fonksiyonlarını yaparlar. (63) Bu fonksiyonlara göre madde cevheri şekillenir, inkişaf eder, toplanır, dağılır, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar geçirir ve bu suretle kâinat bütünü ve cüzleri ruhların ihtiyaçlarına göre sevk ve idare olunur. (63) Kâinat cevherinin sonsuz sayı ve şekildeki hareket imkânlarını –ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre– kullanan ve madde kâinatının bütün tezahüratını yine aynı gayeyle meydana getiren tesirler, fonksiyonlarını yapmak suretiyle ruhlar âleminin tekâmül ihtiyaçlarını yerine getirmiş olurlar. (62-63)

