Madde; mutlak hareketsizlik ve şekilsizlik mahiyetli cevherine ‘aslî madde’ denilen; bütün tesirlere zemin oluşturan; bu tesirlere çeşitli oranlarda tepki gösteren ve bu sayede, ‘tekâmül’ ihtiyacındaki ‘ruh’un bu ihtiyacına cevap veren; mevcudiyet gayesi ruha hizmet etmek olup, bu hizmetini ‘inkişaf’ imkânlarının ruh tarafından kullanılmasıyla, türlü şekil ve hâllere girerek sunan; böylece kendisine gelen ‘tesirler’le hal, şekil ve durumlar alan; kâinatın temelini oluşturan unsurdur. (25, 7, 16, 62) Kısaca insanlarca “madde” denilen şey; amorf ya da aslî maddenin tesirler altında kalarak ilk harekete geçtiği andan itibaren almış olduğu çeşitli şekil ve durumlardaki hâlleridir. (15, 8, 260)
Maddenin mutlak hareketsizlik hâli: Aslî madde
Amorf madde veya aslî madde herhangi bir maddenin her türlü tesirden uzak (azade) ve dolayısıyla bütün hâl ve şekillerinden uzak, hiçbir şekle sahip olmayan hâlidir. (7) İnsan idraki ve tasavvuru dışında kalan böyle bir maddede, yani amorf maddede; hiçbir hareket eseri yoktur. (7) O, maddenin mutlak ve tam bir hareketsizlik hâlidir. (7) Maddelerde görünen bütün özellik ve nitelikler ancak onlardaki hareketlerin tezahürlerinden ibaret olduğuna göre, “mutlak hareketsizlik hâli” anlamına gelen amorf maddenin ne şekli, ne özelliği, ne de nitelikleri sözkonusu olamaz. (7)
Bu durumdaki bir hâlin idrak edilmesi mümkün olamayacağından, amorf madde mevcut olmakla beraber, insanlar için “yok” gibidir. (7)
Amorf veya aslî madde, “mutlak hareketsizlik” mahiyetinden dolayı, kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir kıpırdanış yapamayacağı için, dışarıdan tesir gelmeden, kendiliğinden harekete geçmesi ve maddedeki ‘hareket’lerin birer sonucu olan şekil, hâl ve tezahürleri göstermesi imkânsızdır. (7) Ruh ise, kâinatımızın cevherinin ana niteliği olan atalet ve hareketsizlik hâlinin tam zıddını ifade eden bir mahiyet taşır. (16)
Maddedeki meknuz imkânların gerçekleşmesi
Âtıl ve hareketsiz olduğu hâlde, yani âlemimizin hareketlerinden yoksun bulunduğu hâlde aslî maddenin sonradan sayısız hareketle şekiller alarak birtakım inkişaf safhaları geçirmesi ve özellikleri bir örnekle şöyle açıklanabilir: (13)
Bir masanın üzerinde hareketsiz olarak duran bir kalem, “bünye”sinde sayısız ‘hareket kompleksleri’ni taşımakla beraber, odadaki kaba maddelere ve görüş ölçülerimize oranla herhangi bir hareketten yoksun bulunmakta, yani kımıldamamaktadır. (13-14) Fakat bu kalemi parmağımızla biraz itersek, yerinden oynar ve ileriye doğru kayar, yani hareket eder. (14) Bu gözlem, dışarı dan gelen bir tesirle maddenin nasıl harekete geçmekte olduğunu gösterir. (14) Eğer burada “tesir” makamında (konumunda) bulunan parmağımız kalemi itmeseydi o, bu hareketi kendi kendine yapmayacaktı. (14) Aslî maddenin birinci özelliği budur. (14) Fakat parmağımızla kalemi ittiğimiz zaman onun buna derhal cevap verdiğini, yani bir aksiyona karşı hemen reaksiyon gösterdiğini de gözlemleriz. (14) Burada onun, parmağımıza karşı bir mukavemeti (direnci) mevcut olmasaydı, hareket etmesi de mümkün olamazdı. (14) O zaman parmağımız, mesela duman içinde yürüyen bir cisim gibi geçip giderdi. (14) O hâlde kalemde, kendisi hareketsiz olmakla birlikte, dışarıdan gelen herhangi bir harekete derhal cevap vermek imkânı da mevcuttur ki, bu da onun ikinci özelliğini oluşturur. (14)
İşte kendi kendine harekete geçme kudreti olmayan, daha doğrusu kendisinde hareket bulunmayan atalet hâlindeki aslî madde de; dışarıdan gelen herhangi bir tesire cevap verip o tesir yönünde hareket etmek imkânına sahiptir. (14) Her ‘hareket’ de “kendisine mukavemet yüzeyi oluşturabilecek, yani kendisi ile sempatize olabilecek diğer maddelere karşı bir tesir” anlamına geldiğine göre, bu bilgi şu formülle ifadelendirilebilir: Kendisi hareketsiz, şekilsiz ve tesirsiz olan ve kendi kendine hareket etmekten âciz bulunan aslî madde; dışarıdan kendisine gelen her tesire karşı, o tesirin şekli, yönü, derecesi ve şiddetiyle oranlı olarak harekete geçme ve etrafındakilere tesir etme kabiliyetine sahiptir. (14) Yani maddede kendiliğinden enerji çıkarmak kudreti olmamakla birlikte, dıştan gelen tesirle hareket etme ve enerji tezahürü gösterme imkânları mevcuttur. (14)
Dışarıdan gelen bir tesirle aslî maddede meydana getirilen “reaksiyon”, yani o “tesirin karşılığı olan hareket”, o tesir kesildikten sonra devam etmez. (14) Bu, yine üstteki kalem örneğiyle daha iyi açıklanabilir: Hareketsiz duran kaleme parmağımızı yavaşça dokunduralım, çok hafif bir basınçla onu itmeye başlayalım! (14) Elimizi durdurduğumuz zaman onun da hemen durduğunu, tekrar eski hareketsiz hâline döndüğünü görürüz. (14) Şu hâlde bu kalem, ancak parmağımızın tesiri sürdüğü sürece hareket hâlini korumakta, bu tesir ortadan kalktığı anda da hareket imkânını kaybetmektedir. (15) Parmağımızla ona güçlüce bir fiske vurduğumuz takdirde de, kalem ancak bu fiske tesiri sürdüğü sürece hareket eder, tesirin şiddeti kaybolunca yine durur. (15)
işte, aslî maddenin (aslî maddenin mahiyetinin) üstte belirtilen iki ana özelliği ya da niteliğine bu realite de eklenerek denilebilir ki, kendisi âtıl ve hareketsiz olan aslî madde; ancak dışarı dan aldığı ‘tesirler’le harekete geçebilir (birinci özellik), bu tesirlerin devam etmesi boyunca hareketini muhafaza eder (ikinci özellik) ve tesirler ortadan kalkınca da tekrar aynı hareketsiz, âtıl hâline döner (üçüncü özellik). (15) İşte bu şekilde, insanların dünyada madde diye gördüğü şeyler, aslî maddenin kendisi değil, tesirlerle ilk harekete geçtiği andan itibaren almış olduğu çeşitli şekil ve durumlardaki “hâl”leridir. (15) Yani aslında bu şekil ve hâller; aslî maddede mevcut hareket imkânlarını kullanan dış tesirlerin çeşitli tezahürlerinden ibarettir. (15) Bir başka deyişle, her tesir, “uyuklayan ve kendi kendine uyanması mümkün olmayan, maddedeki hareket kabiliyeti imkânları”ndan birini uyandırmaktadır. (15) İşte maddelerin böyle, türlü tesirler altında, türlü hareketlere geçerek, türlü hâller almasına, “maddelerde meknuz imkânların gerçekleşmesi” denir. (15)
İnsanların madde diye nitelendirdikleri
Bu bilgilerden anlaşılacağı gibi, insanların madde diye gördüğü, madde diye anladığı, kıymetlendirdiği, nitelendirdiği şeyler; amorf ya da aslî maddenin bizzat kendisi olmayıp, onun dışarıdan gelen tesirlerle ilk harekete geçtiği andan itibaren almış olduğu çeşitli şekil ve durumlardaki hâlleridir. (15, 8, 260) İnsanların madde diye gördükleri, nitelendirdikleri şeyler; dış tesirlerin madde bünyesindeki hareket imkânlarıyla meydana getirdikleri çeşitli hareketlerin tezahürleridir; diğer deyişle bu hareketlerin hidrojen âlemindeki tezahürleri olan cisimler, oluşlar ve realitelerden ibarettir. (15, 8, 260) Hareket, Hareket kompleksleri
Şu hâlde, “en basit madde” demek, ilk hareketlerle amorf maddeden ayrılarak ilk şeklini almış bir madde hâli demektir. (8) Buna karşılık yüksek, kompleks madde demek; sayısız, çeşitli hareket kombinezonları ve tarzlarıyla, karmaşık durum ve şekiller almış madde hâli demektir. (8) Bu şekil ve durumların incelik-kabalık ve basitlik-komplekslik hâllerine göre, çeşitli idrak ve görüşlere hedef olabilen (algılanabilen) kısımları vardır. (8)
Maddenin inkişafı ve ruhun bu inkişafa paralel giden tekâmülü
İnkişaf; kâinattaki maddelerin, bünyelerindeki hareketlerin artması, kombinezonlarının kompleksleşmesi, tesirlere hedef olma sahalarının genişlemesi, değerlerinin artması hâlidir. (37) ‘Tekâmül’ ise ruhların, hizmetlerinde bulunan ‘varlık’lardaki ‘inkişaf’lara paralel durumlarıdır. (37) Şu hâlde “tekâmülün mânâsı”, onun maddeler içindeki ifadesi olan “inkişafların mânâsı” ile paralel olarak yürür. (37) Dolayısıyla tekâmülün seyrini mütalaa etmek (irdelemek), ona vasıta olan varlığın ve bu varlığa vasıta olan maddelerin inkişaf tarzları ve yürüyüşlerini incelemek demektir. (38) Fakat bu iki ilerlemeyi, biri için “inkişaf” ve diğeri için “tekâmül” kelimelerini kullanarak, birbirinden ayırt etmek gerekir; çünkü bunlar ayrı şeylerdir. (37)
Maddenin oluşundaki gaye, onun ruha hizmet etmesidir. (25) Ruha hizmet etme ise maddenin her türlü şekil ve hâller içinde, inkişaf imkânlarının ruh tarafından kullanılmasıyla olur. (25)
Maddenin hal ve durumları; basitlik-komplekslik, incelik-kalınlık
Maddeler en basit hareketlere sahip ilkel hâllerinden, en kompleks hareketlerle nitelenen yüksek durumlarına kadar sayısız inkişaf derecelerinde çeşitli kıymetler gösterirler. (8) Yüksek ve karmaşık hareket tezahürleriyle görünen maddeler, bu hareketlerin yükseklikleri ve karmaşıklıkları oranında kompleks ve inkişaf etmiş durumlar gösterirlerken, az ve basit hareketlerle görünenler de bu hareketlerin azlığı ve basitliği oranında ilkel ve basit nitelikler gösterirler. (8) Dolayısıyla en basit madde demek, ilk hareketlerle amorf maddeden ayrılarak, ilk şeklini almış bir madde hâli demektir. (8)
Buna karşılık yüksek, kompleks madde demek ise sayısız, çeşitli hareket kombinezon ve tarzlarıyla karmaşık durum ve şekiller almış madde hâli demektir. (8) Maddelerin incelik-kalınlık hâlleri ile basitlik-komplekslik hâlleri birbirlerinden farklı şeylerdir. (8) Maddelerin basitlik-komplekslik farkları, onların bünyelerini oluşturan hareket komplekslerinin az veya çok karmaşık olmalarından, yani inkişaf durumlarından ileri gelir. (8) Bir maddenin madde kombinezonları (Madde kombinezonu), bünyesini kuran değerler, yani hareketler ne kadar fazla, zengin ve karmaşık ise o madde o kadar kompleks olur ve basitlikten o kadar uzaklaşmış bulunur. (8)
Oysa maddelerin incelik ve kalınlık kavramı bu mânâyı taşımaz; burada maddenin içindeki terkip (kompozisyon) ve değer miktarlarının azalıp çoğalması sözkonusu değildir. (8) Dolayısıyla bir maddenin inceliği veya kalınlığı onun inkişaf durumunu, yani amorf maddeye uzaklık veya yakınlık derecesini göstermez ve her safhada bulunan basit veya kompleks maddeler, safhalarını değiştirmeksizin inceltilip kabalaştırılabilirler. (8, 9) Örneğin, suyun su buharı, su ve buz hâlleri; aralarında incelik ve kabalık farkları göstermekle birlikte, amorf maddeye uzaklıkları aynı derecede olan ve aynı komplekslik kademesinde bulunan “su maddesi”nden başka bir şey değildirler. (9) Aynı şekilde, bazen kompleks bir madde, kendisinden nispeten basit olan bir diğer maddeye nazaran daha kaba olabilir: (9) Mesela demir maddesi, oksijenden daha komplekstir, fakat ondan daha yoğun ve kabadır. (9)
İnce ve kaba maddelerin cüzler arası bağları ve bu maddelerin tesirlere direnme dereceleri
İnce ve kaba maddeler, cüzleri arasındaki bağlar ve bunların tesirlere direnme farkı şöyle açıklanabilir: Kendilerini bir arada tutan tesirler güçlü olmadığından, cüzleri arasındaki bağlar zayıf olan ve cüzler arası irtibatın bu gevşekliğinden dolayı, cüzleri arasında geniş mesafeler bulunan, kaba maddelere oranla tesir edilmesi daha kolay maddeler, ‘seyyal’ denilen “ince madde”lerdir. (9) Bu maddeleri bu halde tutan tesirler güçlü olmadığından, onlara tesir edebilmek, onları yenmek, yoğun ve kaba maddelere oranla çok daha kolaydır. (9)
Dışarıdan gelen güçlü tesirlerle bazen bir madde bütününün cüzleri arasındaki bağlar artar ve güçlenir, hatta bu cüzler hareketleri sınırlanacak derecede birbirlerine yaklaşır (bu, bir maddenin kabalaştırılmasıdır). (9) Bu yüzden onların hareketlerine tesir edebilmek için –onları bu derecede sıkıştıracak kadar güçlü olan tesirleri yenmeye yeterli gelecek derecede– güçlü tesirler yollamak gerekir. (9) İşte bu maddeler ise yoğun, kaba hâller gösteren maddelerdir. (9)
İnsanın idrak sınırlarının ötesindeki (altındaki ve üstündeki) madde halleri
İnsan idraki, âlemimizin altına ait realitelerde nasıl bir noktadan itibaren duruyorsa, âlemimizin üstüne ait realitelerde de belirli bir noktada durur ve o noktayı aşamaz. (40) İnsanlar, asgar ve azam (en alt ve en üst) sonsuz noktalar arasında uzanıp giden “hareketlerin basitlik ve kompleksliği zinciri”nde (“hareketlerin ve dolayısıyla maddelerin basitlikten kompleksliğe uzanan zinciri”nde), ancak belirli sınırlar dahilindeki birkaç madde halkasının şekil ve hâllerini görüp idrak edebilirler. (9) Bu hâl ve şekiller; ‘hareket’lerin azlığı veya basitliği itibariyle, ilkelleşip aşağılara doğru inerek bir sınıra gelince, insan idrâkinin alıcı sahasından (algılama ve kavrama, anlama sahasından) uzaklaşmaya başlar ve sonunda tümüyle kaybolurlar. (9) Aynı şekilde, yukarı taraflara doğru da, madde zincirinin halkaları, gittikçe artan ve kompleksleşen hareketlerle yükselir ve inkişaf ederken, insan idraki yine, onları bir noktadan itibaren tümüyle kaybeder. (9) Çünkü bu alt ve üst sınırların ne alt tarafındaki, ne de üst tarafındaki madde durumlarını sonuçlandıran hareket nitelik ve niceliklerini, dünya maddesinin beyin cevherine bağlı hiçbir insan zekâsı ve idraki kavrayamaz. (10) Bu yüzden insanlar, kâinat maddelerinin sonsuzca uzanan zincirinin birkaç halkasının ötesindekileri (altındaki ve üstündekileri) anlayamamış ve onları kendilerine göre elle tutulurcasına mütalaa (irdeleme) konusu yapma gücünü gösterememişlerdir. (10) Zaten kimilerinin, bazı yüksek maddi tezahür imkânlarını reddetme ve inkâr etmelerinin başlıca nedeni de budur. (10)
Dünyanın seyyal madde ortamı ya da tabakası
Dünyamızı oluşturan ‘elementler’in altında ve üstünde kalan öyle başka elementler daha mevcuttur ki, bunlar insanların idrak sahasına çok uzaktırlar. (10) Bunlardan insanların tanımadıkları, dünya atomunun en ileri inkişaf kademelerinde bulunanları, insanların tanıdıkları atomun fevkinde (ötesinde), bambaşka yapı ve kalitede cevher hâlleri gösterirler. (10) İnsanların idrak sahası ndan uzak bu elementler, ‘ilk hidrojen atomu’nun, insanların tanımakta olduğu en yüksek elementler kadrosunun da üstünde bulunan inkişaf kademelerindeki halleridir. (51, 10) Bu kademelere ulaşmış hidrojen atomları insanların kolaylıkla saptayamayacakları birtakım yüksek enerjileri yayınlayan büyük kombinezonlarla bünyeleri zenginleşmiş atomlardır. (51) Bu hidrojen atomu kademelerinden yayınlanan ‘seyyal’ ve kudretli maddi imkânlar, insanların şimdiye kadar asla kavrayamadıkları birçok olayın oluşuna imkân hazırlamakta ve neden olmaktadırlar: (35) İşte insanların “ruhî” veya “manevi” sandıkları duygu ve düşünceler; aslında seyyaliyeti artan madde fonksiyonları olup, dünyada mevcut bulunan bu maddelerden yayınlanan türlü niteliklerdeki enerjilerin tezahürleridir, yani dünyanın insanlarca henüz tanınmamış bu maddelerinde meydana gelen hâl ve hareketlerdir. (11, 34, 35)
Ruh ve madde düalitesi
Kâinatta birbirine doğrudan doğruya, direkt olarak tesir eden ruh-madde kavramı reel bir kavram olamaz. (24) Ancak, bu ifadeden ruhun varlığını inkâr etmek ve yalnız maddenin mevcudiyetini kabul etmek mânâsını da asla çıkarmamak gerekir. (24) Hakikatte madde kâinatında aralarında direkt olarak tesir alıp veren, birbirine kendilerinden bir şeyler gönderen bir ruh-madde realitesi yoktur ama, kâinatın temelini oluşturan maddenin mevcudiyeti de gayesiz ve nedensiz değildir. (24-25) Esas olarak, maddenin mevcudiyet gayesi, ruha hizmet etmektir. (25) Bu hakikatin ifadesi madde düalitesinde gizlidir. (25) Düalite prensibi
Maddenin oluşundaki gaye, onun ruha hizmet etmesidir; ruha hizmet etmesi ise maddenin her türlü şekil ve hâller içinde, inkişaf imkânlarının ruh tarafından kullanılmasıyla olur ki, bu imkânlarının kullanılabilmesi de ruhtan gelen endirekt tesirlerle onda birtakım hareketlerin ortaya çıkmasına (zuhuruna) bağlıdır. (25) Hâlbuki maddedeki her hareketin meydana gelme imkânı, ancak ‘düalite prensibi’ ve değer farklanması mekanizmasıyla mümkün olur. (25) Yani düalite prensibi ve onun ek mekanizması olan değer farklanması olmadığı takdirde ruhların maddelerden istifade edebilmeleri mümkün olamaz ve bu takdirde de, ruh-madde ilişkisi gerçekleşemez. (25) Düalite, değer farklanması mekanizması; madde-ruh düalitesi zaruretinin bir ifadesidir. (25) Daha doğrusu maddedeki düalite prensibi, bu açıdan ele alınırsa, ruh-madde ikiliğinin kâinattaki aslî görünüşüdür, yani ruhmadde ikiliğinin yüksek prensipler karşı sındaki zaruretidir. (25) Maddelerin hayatiyet ve “oluş”larını sağlayan düalite prensibi; maddeyi unsurlara (iki unsura) vâzetmek suretiyle, maddenin bünyesine “esas yapı” olarak Aslî Prensip tarafından konulmuştur (bünyesinin yapısı iki unsurlu kılınmıştır, bünyesi iki unsurlu bir yapı gösterir). (25) İlk hidrojen atomu
Böylece düalite, kâinat içinde bulunmayan ruh ile, mahiyeti ondan tümüyle ayrı olan varlıkların, yani maddelerin birbirleriyle olan durumlarını, madde bünyesi içinde ifade eder. (25) İşte bir varlık, bir beden bu suretle anlar ki, kendisi bir ruh olmayıp, ruhun kâinattaki yansımasıdır ve bütün hâl ve durumlarıyla, bir ruhun ihtiyacına cevaplar veren ve o ihtiyacı yansıtan, ruhu temsil eden bir varlıktır. (25) Dolayısıyla varlık denilince bu bakımdan kastedilen mânâ ruhtur. (25) İşte düalite de bu mânâyı mümkünkılmak için konulmuştur. (25)
Ruh-madde endirekt ilişkisinin tesirlerle sağlanması
Ruhların tekâmül ihtiyaçları bir icaptır (Aslî icap), maddenin bu ihtiyaca cevap vermek durumu yine bir icaptır. (62) Fakat ruhlar maddeye doğrudan doğruya ne bir şey gönderebilir, ne de ondan bir şey alabilirler. (62) Oysa madde kâinatının vücuda getirilme nedeni, tekâmül gayesinin zaruretidir ve tekâmül için de ruh-madde ilişkisinin gerçekleşmesi, yüksek icaplar gereğince zorunludur. (62) İşte bu icaplar; hem kâinat-üstü ruhlara, hem de kâinatlara doğrudan doğruya hâkim olan ve onları içine alan (şâmil), “mahiyetini bilmediğimiz, Aslî Prensibin Kudreti”nin, kâinat içinde maddi tesirler hâlindeki tezahürleriyle yerine getirilir. (62,190-191, 38, 20)
İcapların maddelerde gerçekleşmesi, düalite prensibi ve değer farklanması tekniğiyle, ‘tesirler’in fonksiyonlarını yapması demektir. (62) Kâinatımızın cevherinin sonsuz sayı ve şekildeki hareket imkânlarını –ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre– kullanan ve madde kâinatı nın bütün tezahüratını yine aynı gayeyle meydana getiren tesirler, fonksiyonlarını yapmak suretiyle ruhlar âleminin tekâmül ihtiyaçlarını yerine getirmiş olurlar. (62-63) Yani ruhların tekâmülü için lüzumlu olan, maddedeki her hareket, her değişme ve her inkişaf ancak bu tesirlerle sağlanır. (63)
Kısaca tesirler, kâinat-dışı hakikatlerin (Kâinatlar-üstü hakikatler) maddeye yansımış durumlarıdır. (69) Maddenin gösterdiği reaksiyonları da kâinat dışına yansıtan yine bu tesirlerdir. (69) ‘Aslî tesirler’in iki kısmından biri (tekâmül değerleri), ruhların ihtiyaçlarını kâinata ve onların kâinattaki reaksiyonlarını da tekrar ruhlara yansıtan kudretlerin tezahürleridir ki, bunlar endirekt olarak gelen, ruhlara ait tesirlerdir. (63-64) İkinci kısımdakiler (esasî tesirler) ise kâinata kaba maddenin formasyon, deformasyon ve transformasyonları için gelen tesirlerdir. (64)
Bir maddenin tezahür etmesi, yani bulunduğu ortamda mevcudiyet göstermesi ve maddelerin bünyelerindeki iki zıt değer grubu
Bir maddenin tezahür etmesi; yani çevresindeki diğer maddeler arasında kendisine mahsus özellikleriyle varlığını göstermesi; her şeyden önce, çevresinde bulunan diğer “madde hâl ve şekilleri” ile belirli oran ve derecelerde ilişkilere girişmesi, daha doğrusu onlarla karşılıklı tesirleşme imkânları içinde bulunması demektir. (20-21) Şu hâlde bir maddenin alıp verdiği tesirler, ne kadar çok ve ne kadar kapsamlı ise o madde o kadar çok tezahür gösteriyor ve o kadar da yüksek inkişaf mertebelerinde (derecelerinde) bulunuyor demektir. (21)
Bir maddenin, çevresi ile olan ilişkilerinin kuşkusuz nizamı, tertibi ve yolları vardır. (21) Bu nizam ve tertipler; ‘yüksek prensipler’in ahengi içinde, madde kombinezonlarına (Madde kombinezonu) yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan gelen sayısız tesirlerle yürütülür ve bu yürütülüş, ruhların, maddeleri kullanarak tekâmüllerini sağlamaları gayesini hedefler. (21) Nitekim, bir ruhun herhangi bir ‘madde kombinezonu’na ihtiyacı kalmaz ve ona karşı hiçbir davranışta bulunmazsa, o madde kombinezonunun –bulunduğu çevre içinde görünen– bütün hareketleri silinir ve o âna mahsus bütün kıymetleri ortadan kalkar ki, bu da insanoğlunun diliyle o madde kombinezonunun bir tür “ölümü” veya dağılışı olarak nitelendirilebilir. (21)
Maddelerin tezahür imkânlarını gerçekleştirebilmeleri, çevrelerinde gösterecekleri faaliyetlere bağlıdır. (21) Hâlbuki hareketsiz faaliyet olmaz; bir maddenin faaliyeti demek, onun hareket göstermesi, yani tesirle harekete geçirilmesi demektir. (21, 15, 25) Kısaca madde hâlleri ancak birtakım hareketlerle varlık gösterebilir. (27)
Bir madde kombinezonu, iki zıt değerin (iki zıt hareket kompleksinin) kompozisyonundan (hasılasından) oluşan bir “madde ünitesi”dir. (22) İki zıt değeri içeren bir madde ünitesinin veya madde kombinezonunun bu zıtlarından yalnız bir tekini ele alırsak, onun da yine iki zıt değerden oluşmuş olduğunu görürüz ki, bu özellik onun tâ ilk hâli olan aslî maddeye kadar sürer gider. (22)
İşte, toplamları bir madde cüzünün herhangi bir anda, içinde bulunduğu ortamda mevcudiyet göstermesine ve o madde cüzünün belirli nitelik ve niceliklerle tezahür etmesine neden olan; maddelerin bünyelerinde bulunan ya da bünyelerini kuran, oluşturan bu iki zıt değer ya da miktar grubuna “hareket kompleksleri” denir. (22, 27, 8, 28)
Şu hâlde maddenin herhangi bir kademedeki durumu, o an içinde o maddede mevcut olan hareket kompleksleri toplamının tezahürü demektir ki, bu da o maddeyi o âna mahsus olmak üzere var eden, kimliklendiren bir kavramdır. (27)
Değer farklanması mekanizmasıyla maddelerin hâl ve şekilleri üzerinde değişiklik ve yeniliklerin meydana getirilmesi
Bir maddenin herhangi bir anda, içinde bulunduğu ortamda mevcudiyet göstermesiyle sonuçlanan, bünyesindeki, birbirine zıt iki “hareket kompleksi”, o varlık (varlık gösteren madde) için, birer “değerler veya miktarlar toplamı”dır. (27) Şu hâlde bir maddenin bünyesindeki hareket içeriğinin (muhtevasının) şu veya bu şekilde azalma veya çoğalması, o maddenin değerlerinin değişmesi demektir, yani bu değerlerin artması veya eksilmesi demektir. (27) Bu da o madde kombinezonu ya da ünitesinin bu zıt unsurlarından (iki zıt değer grubundan) birine veya diğerine dışarıdan gelecek tesirlerle olur. (27, 22) Çünkü tesir de bir harekettir. (27)
Madde kombinezonlarının bünyelerinde denge hâlinde bulunan bu zıt değerlerden birinin diğerine oranla fazla yük, daha doğrusu fazla tesir alması, üstte belirtildiği gibi, bu zıtlar arasındaki mevcut dengenin bozulmasını doğurur. (22, 27) Oysa düalite prensibi esasına göre bu zıtlar devamlı bir denge hâlinde bulunmalıdırlar. (27) Bu denge unsurları arasındaki bozulan dengenin tekrar kurulabilmesi için, o zıt unsurların daha fazla değer almış olan tarafından diğer tarafa bir akış meydana gelir, yani birinden diğerine doğru değer akışları başlar ki, işte bu akış hâlinin maddedeki ifadesi “hareket”tir. (27-28, 22) Yani maddelerde hareketin meydana gelmesi bu denge değişmeleriyle mümkün olur. (21) Çeşitli yönlerde meydana gelen bu hareketlerle madde hâl ve şekilleri üzerinde bir sürü değişme ve yenilikler meydana gelir. (28)
İşte “değer farklanması” veya “miktarî değişmeler” terimiyle ifade edilen mânâ; denge hâlindeki bu iki zıt değer grubundan birine veya diğerine dışarıdan gelen tesir tarafından fazla değerin ilave edilmesiyle, aralarında farklı durumların meydana getirilmesidir. (27, 22) Özetle, bir “birim düalite”nin birbirine zıt iki hareket kompleksinden, yani iki zıt değerinden birine, diğerinden daha çok tesir gelmesi, o ünite ya da birimin değer farklanmasını icap ettirir. (27) Şu hâlde, gelen tesirler birer “değer” demektir. (27) Düalite prensibi

