Hareket

Hareket; daima bir nedene dayalı olan; ‘madde’lerde ‘tesirler’le doğurulan; tüm kâinat cüzlerinin sonsuz nitelik ve nicelikteki tezahürlerine neden olan; her âlemde o âleme mahsus ayrı bir tarzda meydana gelen; mahiyet ve karakteri her âlemin kendi özelliklerini doğuracak tarzda değişiklik gösteren; her âlemin maddelerindeki bütün hâl değiştirme, şekil alma ve şekil değiştirmelerin ancak kendisiyle mümkün olduğu unsur olup, âlemimizde (Hidrojen âlemi), maddenin bünyesinde mevcut bulunan iki zıt değer grubundan birine daha fazla değer eklenmesiyle oluşur. (22, 11, 12, 13, 21, 22, 27-28, 121, 7) Bir başka tanımıyla, hareketler, ruhların kıpırdanış ve davranı şlarının, kâinata ‘aslî tesirler’ tarafından yansıtılmalarıyla, maddelerde beliren sembolik ifadeleridir; diğer deyişle ruhlardan endirekt olarak gelen tesirlere maddelerin verdikleri cevaplar ya da tepkilerdir. (38) ‘Ruh’, kâinatımızın cevherinin (aslî maddenin) ana niteliği olan atalet ve hareketsizlik hâlinin tam zıddını ifade eden bir mahiyet taşır. (16)

Madde kâinatı cevheri olan aslî maddenin hareketsizlik özelliği

Madde, bütün tesirlere zemin oluşturan ve bu tesirlere çeşitli oranlarda cevap veren bir unsurdur. (7) Kendi kendine hiçbir harekete geçmek veya en ilkel bir faaliyet göstermek kudretinde değildir. (7) Maddenin mutlak ve tam bir hareketsizlik hâli anlamına gelen amorf maddede (Aslî madde) hiçbir hareket eseri yoktur. (7) Maddelerde görünen bütün özellik ve nitelikler, ancak onlardaki hareketlerin tezahürlerinden ibaret olduğuna göre, “mutlak hareketsizlik hâli” anlamına gelen amorf maddenin ne şekli, ne özellikleri, ne de nitelikleri sözkonusu olamaz. (7)

“Mutlak hareketsizlik” mahiyetinden dolayı, kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir kıpırdanış yapamayacağı için, amorf ya da aslî maddenin, dışarı dan tesir gelmeden, kendiliğinden harekete geçmesi ve maddedeki hareketlerin birer sonucu olan “şekil, hâl ve tezahürler”i göstermesi imkânsızdır. (7) Bu bilgilerden sonra kolaylıkla anlaşılacağı gibi, insanların ‘madde’ diye anladıkları ve kıymetlendirdikleri şeyler, dışarıdan gelen tesirlerin madde bünyesindeki imkânlarla meydana getirdikleri çeşitli hareketlerin tezahürleridir, amorf maddenin bizzat kendisi değildir. (8)

Aslî tesirlerin ya da yansıtıcı aslî tesirler sayesinde ruhların maddelerde hareketler oluşturması ve hareketlerin ruhların davranışlarının ifadeleri oluşu

Madde kâinatı’nın bu aslî cevheri, kendi kendine hareket etme kabiliyetinden yoksun ve âtıl hâldedir ve dıştan tesir almadıkça kendiliğinden hiçbir hareket yapmaya muktedir değildir. (15) Fakat bu amorf ve âtıl (hareketsiz) cevherden sonsuz hâl ve şekiller meydana gelerek çeşitli realiteleriyle koca bir kâinat oluştuğuna göre, bunları meydana getiren cevher-üstü hakikatlerin (Kâinatlar-üstü hakikatler) mevcudiyetinin kabul edilmesi gerekir ki, insanların ‘ruh’ dedikleri şey, bu cevher-üstü hakikatler arasında bulunmaktadır. (15, 16) İşte bu amorf ve âtıl cevherde sonsuz hâl ve şekilleri meydana getirerek çeşitli realiteleriyle koca bir kâinatı oluşturan şey, ona dıştan gelen ‘tesirler’dir: Bu tesirler, hem ruhlar âlemini, hem kâinatları içine alan (şâmil) ve onlara hâkim olan, ruhların tekâmül ihtiyaçlarını bir ayna gibi, kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları tekrar ruhlara yansıtan, ‘Aslî Prensip’ten gelen tesirlerdir; daha doğrusu, O’nun kâinatımızda “tesirler” tarzında tecelli ve tezahür eden (Ruh-madde endirekt ilişkisi) yüksek kudretidir. (15, 18, 38, 63, 64, 20)

Kısaca, Aslî Prensip’ten gelen tesirler böylece, ruhların ihtiyaçlarına göre, kâinatın bu amorf cevherini harekete geçirir ve orada madde cevherinin sonsuz varyetelerini şekillendirirler. (20) İşte kâinattaki hareketler, ruhların kıpırdanış ve davranışlarının bu tesirler kanalı yla madde teşekkülleri (şekillenmeleri, oluşumları) hâlinde tecelli eden sembolik birer ifadesidir. (38) Maddenin ruha hizmet etmesi onun her türlü şekil ve hâller içinde, inkişaf imkânlarının ruh tarafından kullanılmasıyla olur ki, onun bu imkânlarının kullanılabilmesi de ruhtan endirekt olarak gelen tesirlerle, maddede birtakım hareketlerin ortaya çıkabilmesiyle sağlanır. (25) Yani ruhların tekâmülü için lüzumlu olan, maddedeki her hareket, her değişme ve her inkişaf ancak bu tesirlerle sağlanır. (63) Tesirler fonksiyonlarını maddelerde hareketleri meydana getirmek suretiyle yaparlar. (47) Bir ruhtan gelen tesire karşı maddenin hareketler hâlinde verdiği cevaplar, yine o tesir kanalından dönerek aynı ruha yansırlar. (38)

Maddelerde meknuz imkânların gerçekleşmesi

Âtıl ve hareketsiz olduğu hâlde, yani âlemimizin hareketlerinden yoksun bulunduğu hâlde, ‘aslî madde’nin, sonradan sayısız hareketle şekiller alarak birtakım inkişaf safhaları geçirmesi ve üç özelliği bir örnekle şöyle açıklanabilir: (13)

Bir masanın üzerinde hareketsiz olarak duran bir kalem, “bünye”sinde sayısız ‘hareket kompleksleri’ni taşımakla beraber, odadaki kaba maddelere ve görüş ölçülerimize oranla herhangi bir hareketten yoksun bulunmakta, yani kımıldamamaktadır. (13-14) Fakat bu kalemi parmağımızla biraz itersek, yerinden oynar ve ileriye doğru kayar, yani hareket eder. (14) Bu gözlem, dışarıdan gelen bir tesirle maddenin nasıl harekete geçmekte olduğunu gösterir. (14) Eğer burada “tesir” makamı nda (konumunda) bulunan parmağımız kalemi itmeseydi o, bu hareketi kendi kendine yapmayacaktı. (14) Aslî maddenin birinci özelliği (yani onun mahiyetinin birinci özelliği) budur. (14) Fakat parmağımızla kalemi ittiğimiz zaman onun buna derhal cevap verdiğini, yani bir aksiyona karşı hemen reaksiyon gösterdiğini de gözlemleriz. (14) Burada onun, parmağımıza karşı bir mukavemeti (direnci) mevcut olmasaydı, hareket etmesi de mümkün olamazdı. (14) O zaman parmağımız, mesela duman içinde yürüyen bir cisim gibi geçip giderdi. (14) O hâlde kalemde, kendisi hareketsiz olmakla birlikte, dışarıdan gelen herhangi bir harekete derhal cevap vermek imkânı da mevcuttur ki, bu da onun ikinci özelliğini oluşturur. (14)

İşte kendi kendine harekete geçme kudreti olmayan, daha doğrusu kendisinde hareket bulunmayan atalet hâlindeki aslî madde de; dışarıdan gelen herhangi bir tesire cevap verip o tesir yönünde hareket etmek imkânına sahiptir. (14) Her hareket de “kendisine mukavemet yüzeyi oluşturabilecek, yani kendisi ile sempatize olabilecek diğer maddelere karşı bir tesir” anlamına geldiğine göre, bu bilgi şu formülle ifadelendirilebilir: Kendisi hareketsiz, şekilsiz ve tesirsiz olan ve kendi kendine hareket etmekten aciz bulunan aslî madde; dışarıdan kendisine gelen her tesire karşı, o tesirin şekli, yönü, derecesi ve şiddetiyle oranlı olarak harekete geçme ve etrafındakilere tesir etme kabiliyetine sahiptir. (14) Yani maddede kendiliğinden enerji çıkarmak kudreti olmamakla birlikte, dıştan gelen tesirle hareket etme ve enerji tezahürü gösterme imkânları mevcuttur. (14)

Dışarıdan gelen bir tesirle aslî maddede meydana getirilen “reaksiyon”, yani o “tesirin karşılığı olan hareket”, o tesir kesildikten sonra devam etmez. (14) Bu, yine üstteki kalem örneğiyle daha iyi açıklanabilir: Hareketsiz duran kaleme parmağımızı yavaşça dokunduralım, çok hafif bir basınçla onu itmeye başlayalım! (14) Elimizi durdurduğumuz zaman onun da hemen durduğunu, tekrar eski hareketsiz hâline döndüğünü görürüz. (14) Şu hâlde bu kalem, ancak parmağımızın tesiri sürdüğü sürece hareket hâlini korumakta, bu tesir ortadan kalktığı anda da hareket imkânını kaybetmektedir. (15) Parmağımızla ona güçlüce bir fiske vurduğumuz takdirde de, kalem ancak bu fiske tesiri sürdüğü sürece hareket eder, tesirin şiddeti kaybolunca yine durur. (15)

İşte, aslî maddenin (aslî maddenin mahiyetinin) üstte belirtilen iki ana özelliği ya da niteliğine bu realite de eklenerek denilebilir ki, kendisi âtıl ve hareketsiz olan aslî madde; ancak dışarıdan aldığı ‘tesirler’le harekete geçebilir (birinci özellik), bu tesirlerin devam etmesi boyunca hareketini muhafaza eder (ikinci özellik) ve tesirler ortadan kalkınca da tekrar aynı hareketsiz, âtıl hâline döner (üçüncü özellik). (15) İşte bu şekilde, insanların dünyada ‘madde’ diye gördüğü şeyler, aslî maddenin kendisi değil, tesirlerle ilk harekete geçtiği andan itibaren almış olduğ u çeşitli şekil ve durumlardaki “hâl”leridir. (15) Yani aslında bu şekil ve hâller; aslî maddede mevcut hareket imkânlarını kullanan dış tesirlerin çeşitli tezahürlerinden ibarettir. (15) Bir başka deyişle, her tesir, “uyuklayan ve kendi kendine uyanması mümkün olmayan, maddedeki hareket kabiliyeti imkânları” ndan birini uyandırmaktadır. (15) İşte maddelerin böyle, türlü tesirler altında, türlü hareketlere geçerek, türlü hâller almasına, “maddelerde meknuz imkânların gerçekleşmesi” denir. (15)

Âlemler arasındaki farklılığın özünde hareket farklılığının olması

Kâinat bütününün ana maddesini, mayasını oluşturan, mutlak hareketsizlik ve şekilsizlikle nitelenen, amorf bir madde hâli olan aslî madde veya madde cevheri denilen şey, ilk harekete geçtiği andan itibaren, gittikçe kompleksleşerek, birbirine oranla daha yüksek karakter değişmeleri gösteren safhalar meydana getirir. (11) Bu madde safhalarına, madde kâinatını dolduran ve birbirine nazaran değişik özellikler gösteren âlemlerin birer çekirdeği veya aslî maddesi denir. (11) Âlem aslî maddesi Çünkü birbirinden daha inkişaf etmiş tezahürlere ortam olan bu âlemlerin aslî maddeleri (âlemlerin çekirdekleri), ancak kendi âlemlerine mahsus hareket ve şekilleri meydana getirebilme kabiliyetindedirler. (11)

İşte her âlemin ilk maddesi veya atomu, kâinat aslî cevherinin (11) (Kâinat cevheri) ilk hâlinden kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüşünde, varmış olduğu menzillerden biridir ki, bu menzillerin her biri kendi âleminin karakterini “bünye”sinde taşır. (11) İlk hidrojen atomu, Hidrojen âlemi

Herhangi bir âlemin aslî maddesi, o âlemin “ilk madde”sidir. (12) O ilk maddede, o âleme mahsus bütün hâl ve şekillerin özü mevcuttur. (12) Bu hâl ve şekilleri meydana getiren unsur da harekettir. (12) Hareketlerin mahiyet ve karakterleri ise her âlemin kendi özelliklerini doğuracak tarzda değişiktir. (12) Yani her âleme mahsus ayrı bir hareket tarzı vardır. (12) Dolayısıyla bir âlemin ilk aslî maddesi olan çekirdeği veya en ilkel atomu; o âlemin hareketlerini henüz tezahür ettirmediğinden, o âlem için hareketsiz ve amorf durumda bulunur. (12, 10, 54, 44, 45) Bu ilk atomlar, ilk hareketleri göstermek, çeşitlendirmek, arttırmak ve hızlandırmak suretiyle o âleme mahsus bütün hâl ve şekilleri yavaş yavaş meydana getirirler. (12) Âlemler

Maddelerin, yukarıdan aşağıya indikçe hareketten hareketsizliğe, faaliyetten atalete doğru yürümelerinin değişmez bir kural hâlinde görünmesi de, bu hakikatin bilimsel gözlemini oluşturur. (12) Bütün hâl değiştirmeler, bütün şekil almalar (formasyonlar) ve şekil değiştirmeler (transformasyonlar) ancak hareketlerle ve hareketlerin çeşitlenmeleriyle mümkün olur. (13) Dolayısıyla âlemimizin henüz hiçbir hareketini göstermeyen aslî maddesinin de Dünya’mıza mahsus hiçbir hâl ve şeklinin hemen hemen mevcut olmaması gerekir. (13, 40) Bu yüzden ona, “âlemimizin amorf maddesi” denir. (13) Şu hâlde aslî madde, dünyasal idrakle ancak teorik olarak düşünülüp kabul edilebilen ve görünürde “yokluk” ifade eden bir realitedir ki, bu realitenin, Dünya’mıza mahsus çeşitli formlarını alabilmesi için, bir sürü inkişaf kademesinden geçmiş ve Dünya küresine (gezegenine) ait bir sürü değer kazanmış olması gerekir. (13) Dünya gezegeni

Hareketlerin yükselmesi ve karmaşıklaşması ile maddenin inkişafı ve kompleksleşmesi arasındaki paralellik

Maddeler en basit hareketlere sahip ilkel hâllerinden, en kompleks hareketlerle nitelenen yüksek durumlarına kadar sayısız ‘inkişaf’ derecelerinde çeşitli kıymetler gösterirler. (8) Yüksek ve karmaşık hareket tezahürleriyle görünen maddeler, bu hareketlerin yükseklikleri ve karmaşıklıkları oranında kompleks ve inkişaf etmiş durumlar gösterirlerken, az ve basit hareketlerle görünenler de bu hareketlerin azlığı ve basitliği oranında ilkel ve basit nitelikler gösterirler. (8) Dolayısıyla en basit madde demek, ilk hareketlerle amorf maddeden ayrılarak, ilk şeklini almış bir madde hâli demektir. (8) Buna karşılık yüksek, kompleks madde demek ise sayısız, çeşitli hareket kombinezon ve tarzlarıyla karmaşık durum ve şekiller almış madde hâli demektir. (8)

Maddelerin incelik-kalınlık hâlleri ile basitlik-komplekslik hâlleri birbirlerinden farklı şeylerdir. (8) Maddelerin basitlik–komplekslik farkları, onların bünyelerini oluşturan hareket kompleksitelerinin az veya çok karmaşık olmalarından, yani inkişaf durumlarından ileri gelir. (8) Bir maddenin madde kombinezonları (Madde kombinezonu), bünyesini kuran değerler, yani hareketler ne kadar fazla, zengin ve karmaşık ise o madde o kadar kompleks olur ve basitlikten o kadar uzaklaşmış bulunur. (8) Kompleks madde, En basit madde

Oysa maddelerin incelik ve kalınlık kavramı bu mânâyı taşımaz; burada maddenin içindeki terkip (kompozisyon) ve değer miktarlarının azalıp çoğalması sözkonusu değildir. (8) Dolayısıyla bir maddenin inceliği veya kalınlığı onun inkişaf durumunu, yani amorf maddeye uzaklık veya yakınlık derecesini göstermez. (8)

Hareketler, kompleks ve inkişaf etmiş maddelerde karmaşıklaşan ve artan, basit ve ilkel maddelerde ise basit ve azalan tezahürler gösterirler. (8, 9, 37) Maddeler yükseldikçe ve inkişaf ettikçe, hareketler kompleksleşir ve çoğalır; en yüksek ve en inkişaf etmiş maddeler, hareketleri en kompleks ve en çok olanlardır. (12) Buna karşılık, maddeler inkişaf hiyerarşisinde aşağılara doğru indikçe hareketleri azalır, basit hâllere dönerler ve nihayet o âlemdeki hareket imkânlarına oranla sıfıra yakın bir durum alırlar. (12) Zaten inkişaf, kâinat içindeki maddelerin bünyelerindeki hareketlerin artması, madde kombinezonlarının kompleksleşmesi, tesirlere hedef olma sahalarının genişlemesi, değerlerinin artması hâlidir. (37)

Aşağılara inildikçe madde hareketlerinin azalması ve basitleşmesi, maddelerin ilkelleşmesini gerektirdiği gibi, o maddeye dışarıdan gelen tesirlerin azalması ve basitleşmesi de madde hareketlerinin o oranda azalması ve basitleşmesiyle sonuçlanır. (12) Mesela kimyaca bilinen “H” atomu ile uranyum atomunun bünyesini gözlemleyenler bu hakikati görürler: (12) “H” atomu sayısız nitelik ve nicelikteki hareketlerle nitelenen bir madde hâlidir. (12) Bu atomun daha kompleks şekli olan uranyum atomu ise sinesinde onun birçok misli fazla ve kompleks hareketleri taşır. (12) Aynı şekilde, bir “H” atomunun etrafına yaptığı tesir uranyumunkinden daha azdır. (12) İşte uranyumun hidrojene nazaran etrafına yaptığı tesirlerin yüksekliği ve fazlalığı onun, hidrojene nazaran daha çok tesir almakta olduğunu gösterir. (12-13) Tesirler ancak, maddelerde doğurdukları hareketlerle tezahür ettiklerinden uranyum atomunun hareketleri hidrojeninkinden daha çok ve daha komplekstir. (13)

İnsanlar, asgar ve azam (en alt ve en üst) sonsuz noktalar arasında uzanıp giden “hareketlerin basitlik ve kompleksliğ i zinciri”nde (“hareketlerin ve dolayısıyla maddelerin basitlikten kompleksliğe uzanan zinciri”nde), ancak belirli sınırlar dahilindeki birkaç madde halkasının şekil ve hâllerini görüp idrak edebilirler. (9) Bu hâl ve şekiller; hareketlerin azlığı veya basitliği itibariyle, ilkelleşip aşağılara doğru inerek bir sınıra gelince, insan idrakinin alıcı sahasından (algılama ve anlama, kavrama sahasından) uzaklaşmaya başlar ve sonunda tümüyle kaybolurlar. (9) Aynı şekilde, yukarı taraflara doğru da, madde zincirinin halkaları, gittikçe artan ve kompleksleşen hareketlerle yükselir ve inkişaf ederken, insan idraki yine, onları bir noktadan itibaren tümüyle kaybeder. (9) Çünkü bu alt ve üst sınırların ne alt tarafındaki, ne de üst tarafındaki madde durumlarını sonuçlandıran hareket nitelik ve niceliklerini, dünya maddesinin beyin cevherine bağlı hiçbir insan zekâsı ve idraki kavrayamaz. (10) Bu yüzden insanlar, kâinat maddelerinin sonsuzca uzanan zincirinin birkaç halkasının ötesindekileri (altındaki ve üstündekileri) anlayamamış ve onları kendilerine göre elle tutulurcasına mütalaa (irdeleme) konusu yapma gücünü gösterememişlerdir. (10)

Hareketin önemi ve “değer farklanması” yoluyla meydana gelmesi

Bir ruhun herhangi bir ‘madde kombinezonu’na ihtiyacı kalmaz ve ona karşı hiçbir davranışta bulunmazsa o madde kombinezonunun –bulunduğu çevre içinde görünen– bütün hareketleri silinir ve o âna mahsus bütün kıymetleri ortadan kalkar ki, bu da insanoğlu diliyle, o madde kombinezonunun bir tür “ölümü” veya dağılışı olarak nitelendirilebilir. ( 21)

Maddelerin tezahür imkânlarını gerçekleştirebilmeleri, çevrelerinde gösterecekleri faaliyetlere bağlıdır. (21) Hâlbuki hareketsiz faaliyet olmaz; bir maddenin faaliyeti demek, onun hareket göstermesi, yani tesirle harekete geçirilmesi demektir. (21, 15, 25) Kısaca madde hâlleri ancak birtakım hareketlerle varlık gösterebilir. (27)

Maddelerde hareketin ortaya çıkabilmesi ise denge değişmeleriyle mümkün olur. (21) Dolayısıyla âlemimizdeki maddenin bünyesinde hareketin meydana gelebilmesi için öncelikle, dengeyi sağlayan iki zıt unsurun mevcut olması, sonra da bu unsurlardan birine fazla değer eklenmek suretiyle dengenin tekrar kurulmak üzere bozulması gerekir: (21) İşte maddedeki bu zıt unsurların mevcudiyeti ve o unsurlar arasındaki değerlerin farklandırılması, düalite prensibi ve değer farklanması realitelerini ifade eder. (21-22)

Maddenin “bünye”si ile ilgili olan ‘düalite prensibi’ ve değer farklanması mekanizmasının mütalaası (irdelenmesi), maddedeki hareketlerin izahını mümkün kılmaktadır: (22)

Âlemimizin ilk amorf cevherinden itibaren dünyamızın ilk maddesine ve ondan da daha ötelere uzanan bütün kâinat cüzlerinde sayısız hareket kompleksleri vardır. (22) Hareket kompleksleri. Bu cüzlerin sonsuz nitelik ve nicelikteki tezahürlerine neden olan bu hareketler, maddede birbirine tümüyle zıt karakterde, aynı zamanda denge prensibi esasına göre, birbirini destekleyici mahiyette iki ayrı değer grubu oluştururlar. (22) Madde kombinezonları nın bünyelerinde denge hâlinde bulunan bu zıt değerlerden birinin diğerine oranla fazla yük, daha doğrusu fazla tesir alması; aralarındaki dengenin bozulmasına neden olur ve bozulan bu denge unsurlarının tekrar denge hâline girebilmeleri için birinden diğerine doğru değer akışları başlar ki, bu durum çeşitli hareketlerin ortaya çıkmasına neden olur. (22)

Ruhların ihtiyaçlarını kâinatlara taşı yan tesirler, maddedeki hareketleri düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla meydana getirirler. (38) Düalite prensibi ile ona bağlı bu değer farklanması mekanizması, âlemimizde maddelerin oluş ve akışlarındaki imkânların gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli kurallardandır. (23) Bunlar olmaksızın ne şekiller, ne hâller, ne de maddi tezahürler mümkün olabilir. (23) Çünkü bu prensipler ortadan kalkınca maddede hareket meydana gelemez, hareketler olmayınca da maddelerin şekillenmeleri, çeşitli hâllere girmeleri, kısaca, dünyaların kuruluş mekanizmalarına katılmaları mümkün olmaz, yani dünyalar teşekkül edemez (oluşamaz). (23) Kısaca, düalite, ilk maddenin teşekkülü (İlk hidrojen atomu) konusundan da anlaşılacağı gibi, hareketin ilk kaynağı ve esasıdır. (24) Düalite mekanizması olmaksızın hareket ve hareket olmaksızın madde hâl ve şekilleri mevcut olamaz. (24)

Madde kombinezonlarındaki değer grupları

Bir madde kombinezonu, iki zıt değerin (iki zıt hareket kompleksinin) kompozisyonundan (hasılasından) oluşan bir “madde ünitesi”dir. (22) İki zıt değeri içeren bir madde ünitesinin veya madde kombinezonunun bu zıtlarından yalnız bir tekini ele alırsak, onun da yine iki zıt değerden oluşmuş olduğunu görürüz ki, bu özellik onun tâ ilk hâli olan aslî maddeye kadar sürer gider. (22) İşte, toplamları bir madde cüzünün herhangi bir anda, içinde bulunduğu ortamda mevcudiyet göstermesine ve o madde cüzünün belirli nitelik ve niceliklerle tezahür etmesine neden olan; maddelerin bünyelerinde bulunan ya da bünyelerini kuran, oluşturan bu iki zıt değer ya da miktar grubuna ‘hareket kompleksleri’ denir. (22, 27, 8, 28)

Şu hâlde maddenin herhangi bir kademedeki durumu, o an içinde o maddede mevcut olan hareket kompleksleri toplamının tezahürü demektir ki, bu da o maddeyi o âna mahsus olmak üzere var eden, kimliklendiren bir kavramdır. (27) İşte bir maddenin herhangi bir anda, içinde bulunduğu ortamda mevcudiyet göstermesiyle sonuçlanan, bünyesindeki, birbirine zıt iki “hareket kompleksi”, o varlık (varlık gösteren madde) için, birer “değerler veya miktarlar toplamı”dır. (27)

Şu hâlde bir maddenin bünyesindeki hareket içeriğinin (muhtevasının) şu veya bu şekilde azalma veya çoğalması, o maddenin değerlerinin değişmesi demektir, yani bu değerlerin artması veya eksilmesi demektir. (27) Bu da o ‘madde kombinezonu’ ya da ünitesinin bu zıt unsurlarından (iki zıt değer grubundan) birine veya diğerine dışarıdan gelecek tesirlerle olur. (27, 22) Çünkü tesir de bir harekettir. (27) İşte “değer farklanması” veya “miktarî değişmeler” terimiyle ifade edilen mânâ budur. (27)

Hareketin meydana gelmesi

Madde kombinezonlarının bünyelerinde denge hâlinde bulunan bu zıt değerlerden birinin diğerine oranla fazla yük, daha doğrusu fazla tesir alması, bu zıtlar arasındaki mevcut dengenin bozulması nı doğurur. (22, 27) Oysa düalite prensibi esasına göre bu zıtlar devamlı bir denge hâlinde bulunmalıdırlar. (27) Bu denge unsurları arasındaki bozulan dengenin tekrar kurulabilmesi için, o zıt unsurların daha fazla değer almış olan tarafından diğer tarafa bir akış meydana gelir, yani birinden diğerine doğru değer akışları başlar ki, işte bu akış hâlinin maddedeki ifadesi harekettir. (27-28, 22) Yani maddelerde hareketin meydana gelmesi bu denge değişmeleriyle mümkün olur. (21) Çeşitli yönlerde oluşan bu hareketlerle madde hâl ve şekilleri üzerinde bir sürü değişme ve yenilikler meydana gelir. (28)

Mekânın oluşabilmesinde hareketin gerekliliği

Kâinatın herhangi bir âleminde ‘mekân’ın kurulabilmesi için üç faktörün olması şarttır:

1- Zaman formunu meydana getiren “hareket”ler.

2- Bu hareketlere bağlanması icap eden “madde ortamı”.

3- İlk iki faktörü birbirine bağlayıcı unsur (kader). O ortamın “zaman hareketleri”ne bağlantısını sağlayacak etken ya da unsur, kâinatta ‘kader mekanizması’ hâlinde tecelli eden ‘kader prensibi’dir. (230)

Duygu ve düşünce gibi seyyal madde hareketleri ya da enerji hareketleri

İnsanların manevi değerler olarak kabul ettikleri ve madde-üstü saydıkları bütün beşerî hareket tarzları, hâlleri, duygu ve düşünüşleri, inanışları; seyyaliyeti artan madde fonksiyonundan başka bir şey değildir. (34) Madde-üstü görünen en saf, en hissî ve ideal duygu, düşünce ve fiiller; dünyanın en ‘seyyal’ maddi imkânlarının tezahürlerinden başka bir şey değildir. (34) İnsanların ‘sevgi’yle ilgili, “hissî hareketler” (duygular) diye ifadelendirdiği birçok fiil; aslında yüksek bir sempatizasyon imkânının, yüksek bir madde seyyaliyetinin, yüksek bir madde karşılaşması, tesirleşmesi ve kapsam kazanması kudretinin ifadesidir. (34) Bunlar, ruhun malı zannedilip de hakikatte ‘madde’de meydana gelen hâl ve hareketlerdir. (35) Kısaca duygu ve düşünce gibi sübjektif denilen bütün haller, insanların idraklerinin henüz tanımadığı, fakat dünyada mevcut olan maddelerden yayınlanan türlü niteliklerdeki enerjilerin tezahürleridir. (34-35) Ruhun kâinatımızdaki durumu, Seyyal, Sevgi, Elementler

Bu hakikatlere karşılık, maddenin kendi kendine hiçbir harekette bulunma kudretinde olmadığı ve maddedeki hiçbir kıpırdanışın maddenin kendisinden olmadığı temel bilgisi (Aslî madde, Madde) gözönünde bulundurulursa, kabul etmek gerekir ki, varlığın (Varlık) her hareketi, her kıpırdanışı kendisinden olmayan bir durumun ifadesidir ve başka bir şey de olamaz. (36) Aksi hâlde maddenin ana niteliğini (atalet, hareketsizlik ve kendi kendine hareket edemeyişi niteliğini) inkâr etmiş olmak gerekir ki, bu da mümkün değildir. (36) İşte varlığın gösterdiği madde olan bütün bu hareketlerdeki, “madde (maddi) olmayan ifadeler”e, “ruhun kâinatımızdaki durumu” denir. (36) Şu hâlde, madde olarak sonsuz hareketler, kombinezonlar, şekiller ve hâllerle bir varlıkta meydana gelen her türlü sevgi, düşünce, vicdan gibi “ruhî” denilen yüksek tezahürler; aslında ruhun kendi plânı nda mevcut, bilmediğimiz sonsuz davranışlarının, kâinatta madde imkânlarına göre fikrî, hissî ve hayatî formlarla tercüme edilmiş karşılıklarıdır. (36) Dolayısıyla ortada varlığa ait (ilişkin) “madde hareketleri”nden başka bir şey kalmamakta ve bu hareketlerdeki mânâ ve ifadelerin hepsinin ruha ait oldukları görülmektedir. (36)

Hareketler ve ahenk

Kâinatta ‘Ünite’nin kontrol ve direktifi haricinde kalmış olabilecek hiçbir kıpırdanış yoktur. (146) Bir tek hareketten kâinatın bütün hareketlerine kadar her kıpırdanış, Ünite’nin direktifine tâbidir. (146) Kâinatta lüzumsuz, mânâsız, abes hiçbir hareket ve oluş yoktur. (146- 147)

Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinatın küçük bir parçasıdır. (273) Burada meydana gelen hiçbir şey bu ahengin dışına çıkamaz; çıkarsa mevcut olamaz. (273) Çünkü ahenk, olayların büyük tekâmül yolunda her noktasında birbirine intibakı, uygunluğu ve birbirini tamamlayıcı durumda bulunması demektir ki, bu da, olayları meydana getiren bütün hareketlerin birbirine tam mânâsıyla kaynaşmış olmasını ifade eder. (273) Hâlbuki her varlık, her madde cüzü, her vibrasyon birer hareket kompleksi. (273) Kâinatın hiçbir zerresi, ilâhî Işık huzmelerinden ayrı veya uzak olamaz. (273) Bu ilâhî Işık, ahengin kendisidir ve kâinatın bütün hareketleri ancak bu ilâhî Işık kudretiyle var olabilir. (273) Ahenkten ayrılmak demek, bu hareketlerden yoksun kalmış olmak demektir ki, hareketlerden yoksun kalmış hiçbir maddenin, hiçbir varlığın mevcudiyeti ve bekası (varoluşunu sürdürmesi) düşünülemeyeceğine göre, nerede hareket varsa, orada muhakkak ‘kâinat ahengi’nin bir tecellisi mevcuttur. (273) Varlıkların inkişaf ve tekâmüle ait tüm hareketleri, ancak bu kâinat ahengi içindeki nizamların, tertiplerin ışığı altında yürüyebilir. (269)

Dünya hayatı baştanbaşa hareketler ve olaylar kompleksi. (264)

Tüm hareketler, nedenlere dayanır ve sonuçlara varır. (121) O hâlde bu ahengi gözlemleyebilmek için, her hareketin ve olayın direkt ve endirekt olarak, sonsuz bağlarla birbirine bağlı bulunduğu sezgisini insana veren, bütün ‘olaylar’ arasındaki nedensellik ve neden ilişkilerini (Nedensellik prensibi) düşünmek ve bu sahada bir şeyler görmeye, duymaya çalışmak lazımdır. (264)

Hareket kompleksleri

Madde kombinezonu

Düalite prensibi

Aslî madde

Madde

Tesirler