Âlemler; her biri kâinatın (Madde kâinatı) aslî cevherinden (Aslî madde) aslî tesirlerce meydana getirilen birer farklı çekirdekten ya da birer ‘âlem aslî maddesi’nden başlayarak vücuda gelen; birbirlerine nazaran inkişaf farkları göstererek kademe kademe yükselen; her biri ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre ayarlı, kendisine mahsus bir özelliğe sahip bulunan; mekânları ve zaman formları birbirlerinden farklı olarak ‘kader mekanizması' tarafından kurulan, sayısız, kâinat cüzleridir. (11, 59, 64, 91, 230, 231)
Âlemlerin ve içindekilerin bir merkez esas alınarak oluşturulması
Kaba maddede meydana gelmesi gereken formasyon, deformasyon ve transformasyonlar esasî tesirlerce (aslî tesirlerin ikinci grubu) sağlanır. (64) ‘Aslî Prensip’ten kaba maddeleri, madde oluşumlarını lüzumlu formlara sokmak için çıkan bu kudretler, kâinat dışından önce ‘Ünite’ye iner ve oradan da âlemleri, küreleri, varlıkları ve maddeleri tekâmül icaplarına göre hazırlamak ve yürütmek üzere, ‘tesirler’ hâlinde kâinatın bütün cüzlerine ve bütününe dağıtılır ve pay edilirler. (64) Esasî tesirler, herhangi bir madde ortamında, o ortamın cüzlerini bir nokta etrafında toplayarak bir çekirdek kurmak ve onun etrafına diğer cüzleri çekip madde teşekküllerini meydana getirmek suretiyle, maddelerin, cisimlerin, kürelerin, sistemlerin, ‘galaksiler’in ve âlemlerin vücuda gelmesini sağlarlar. (64)
Aslî maddenin safhalar gösterecek şekilde ilerleyişi ve çekirdeklerin âlemleri oluşturmaları
Kâinatta her âlemin kendisine mahsus bir özelliği vardır ve bu özellikler ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre ayarlanmıştır. (11) İşte aslî madde veya madde cevheri denilen şey, kâinattaki tüm âlemlerin, yani kâinat bütününün ana maddesini, mayasını oluşturan, “mutlak hareketsizlik” ve şekilsizlikle nitelenen, amorf bir madde hâlidir. (11) Bu cevher ilk harekete geçtiği andan itibaren, gittikçe kompleksleşerek, birbirine oranla daha yüksek karakter değişmeleri gösteren safhalar meydana getirir. (11) Bu madde safhalarına, madde kâinatını dolduran ve birbirine nazaran değişik özellikler gösteren âlemlerin birer çekirdeği veya aslî maddesi denir. (11) Âlem aslî maddesi. Çünkü birbirinden daha inkişaf etmiş tezahürlere ortam olan bu âlem aslî maddeleri, ancak kendi âlemlerine mahsus hareket ve şekilleri meydana getirebilme kabiliyetindedirler. (11) İşte her âlemin ilk maddesi veya atomu, kâinat aslî cevherinin (Kâinat cevheri) ilk hâlinden kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüşünde, varmış olduğu menzillerden biridir ki, bu menzillerin her biri, kendi âleminin karakterini “bünye”sinde taşır. (11) İlk hidrojen atomu, Hidrojen âlemi
Herhangi bir âlemin aslî maddesi, o âlemin ilk maddesidir (ilk şekilsiz maddesidir). ( 12, 13) O ilk maddede, o âleme mahsus bütün hâl ve şekillerin özü mevcuttur. (12) Bu hâl ve şekilleri meydana getiren unsur da ‘hareket’tir. (12) Hareketlerin mahiyet ve karakterleri ise her âlemin kendi özelliklerini doğuracak tarzda değişiktir. (12) Yani her âleme mahsus ayrı bir hareket tarzı vardır. (12) Dolayısıyla bir âlemin ilk aslî maddesi olan çekirdek veya en ilkel atom; o âlemin hareketlerini henüz göstermediğinden (izhar etmediğinden), o âlem için hareketsiz ve amorf durumda bulunur. (12) Bu ilk atomlar, ilk hareketleri göstermek, çeşitlendirmek, arttırmak ve hızlandırmak suretiyle o âleme mahsus bütün hâl ve şekilleri yavaş yavaş meydana getirirler. (12)
Maddelerin, yukarıdan aşağıya indikçe hareketten hareketsizliğe, faaliyetten atalete doğru yürümelerinin değişmez bir kural hâlinde görünmesi de, bu hakikatin bilimsel gözlemini oluşturur. (12) En yüksek ve en inkişaf etmiş maddeler, hareketleri en kompleks ve en çok olanlardır. (12) Buna karşılık, maddeler, ‘inkişaf’ hiyerarşisinde aşağılara doğru indikçe hareketleri azalır, basit hâllere döner ve nihayet o âlemdeki hareket imkânlarına oranla sıfıra yakın bir durum alırlar. (12)
Bütün hâl değiştirmeler, bütün şekil almalar (formasyonlar) ve şekil değiştirmeler (transformasyonlar) ancak ‘hareket’lerle ve hareketlerin çeşitlenmeleriyle mümkün olur. (13)
Âlemlerden oluşan sembolik kâinat modeli
Kâinat, yani madde kâinatımız bir bütündür. (11) Bu bütün; dünyalar, sistemler, âlemler denilen birbirinden farklı birtakım cüzlerden oluşur. (11) Kâinatın kabaca bir sembolü yapılmak istenirse, âlemler, birbirleri içine girmiş, birbirlerinden büyük, merkezleri ortak otuz-kırk küreye benzetilebilir: (59) Bunların en kaba ve ilkel olanı en ortada bulunan, en küçük küredir ki, buna amorf ilk madde safhası denir. (59)
Şekil-7’deki şemada, merkezleri ortak bu kürelerin ilk üçünün kesiti gösterilmektedir. (59) Burada “a” sahası; ruhların ilk maddeden (amorf maddeden) ilk hidrojen atomuna gelinceye kadarki mekanik tekâmül safhasına (Hidrojen-altı safhası) denk gelen, maddenin ilk inkişaf sahasını temsil etmektedir ki, bu saha oldukça karanlıktır. (59) Bunun üstündeki “b” sahası, bütün gök cisimleriyle birlikte hidrojen âlemimizi temsil etmektedir. (59) Onun da üstündeki “c” sahası, diğer deyişle safhası ise hidrojen âlemimizin üstünde bulunan, kademe kademe yükselen diğer, sonsuz âlemlerin, bizim âlemimize nazaran ilk kademesidir ki, buna da ‘yarı-süptil âlem’ denir. (59) Yarı-süptil âlem; en kaba, ilkel ve basit atomları madde âlemimizin nüvesi olan ilk hidrojen atomunun en yüksek kombinezonlarına ait enerjilerden oluşmuş bir âlemdir. (315) Bundan sonraki diğer safhalara denk gelen sahalar, gitgide birbirinden geniş olacak şekilde sürüp gider. (59)
Hidrojen âlemimiz üstündeki yüksek âlemlerde zaman idraki
Bütün âlemlerin oluş ve yürüyüşleri, icapların tayin ettiği gayelere doğru kesiksiz olarak akıp giderler. (210) Bu akışlar, ancak geçtikleri merhalelerin idraklerine ve bu idraklerin kıymetlendirdiğ i zaman ölçülerine göre, izafî “bir başlangıç” ve “bir son buluş” kavramları na tezahür zemini olurlar. (210) Yani dünyadaki, “şurada başladı, burada bitecek” veya “bitti” diye itibar edilen zaman anlayışları, ancak dünya idrakine göre kalıplanmış ölçülere dayanır. (210) Daha yüksek idrakler için bu “başlangıç” ve “bitiş”in anlamları, insanların düşündükleri kıymetleri taşımazlar; bunlar yüksek idrak zamanının imkânlarında bambaşka mânâları içerirler. (210) Bu yüzden yüksek âlemlerin olaylarını “dünya idraki”yle (idrak) anlayabilmek mümkün değildir. (210) Dünya realitelerine bol bol yeterli gelen dünya zamanı ölçüsü, “yüksek âlemlerin zaman idrakleri”ne oranla çok basittir. (210) Bu yüzden, dünya zamanıyla kayıtlı realiteler, yüksek âlemlerdeki ‘hakikatler’e nazaran pek kısır durumda kalırlar. (210) Yüksek âlemlerde, o âlemlerin idraklerine hitap eden zaman durumları vardır. (209)
Örneğin insan muhayyilesindeki süptil ortamlardan daha süptil olan üst âlemlerdeki varlıklar yüksek idrakî zaman (Küresel zaman) ve mekân (idrakî mekân) realitesinde yaşarlar. (220) “Yüksek zaman idraki”ne “küresel zaman idraki” veya “idrakî zaman” denir. (214) Dünya hayatının icapları gereğ i muazzam ‘cehit’ler sarf edilip güçlükle alınacak bir sonucun milyonlarca misli, dünya ötesi âlemlerde en küçük bir cehitle elde edilebilir. (217)
Kader mekanizması ve âlemlerdeki zaman ve mekân
Aslî Prensibe (Aslî Prensip) tâbi kâinat-dışı prensiplerden (Yüksek prensipler) biri olan ‘zaman prensibi’nin kâinatımızdaki durumu olan ‘aslî zaman’, kâinata Ünite’den süzülerek yayılır; aslî zamanın her âlemden geçerken o âleme göre tecellileri olur ki, bu tecellilerinden biri, Dünya’ya mahsus yüzeysel zaman idraki (Yüzeysel zaman), bir diğeri de dünya-üstü âlemlere mahsus idrakî zamandır (Küresel zaman). (233, 230, 212, 238, 216, 231)
Bir âleme mahsus mekânı oluşturmak ve zaman formunu kurabilmek için, mevcut “madde ortamı”nı “zaman formu”na ait (ilişkin) ‘hareket’lere bağlayan unsur, Aslî Prensibe tâbi kâinat-dışı prensiplerden yüksek kader prensibidir ki, bunun kâinatta kader mekanizması (ya da kısaca “kader”) hâlinde tecelli eden icapları, kâinata aslî icaplarla ve aslî zamanla birlikte Ünite’den süzülerek yayılırlar. (230)
“Kader”; âlemlerdeki zamanı madde ortamlarına bağlayarak âlemlerin kendilerine mahsus zaman ve mekân formlarını meydana getiren, aslî icapların direktifi altında zamanı kullanarak çalışan, kader prensibinin kâinattaki akışıdır. (231) Kader prensibinin kâinatta kader mekanizması (ya da kısaca “kader”) hâlinde işleyen tecellileri; âlemlerde o âlemlerin imkânlarına göre kader tezahürlerini meydana getirir ki, bunun da âlemlerdeki görünüşü, ‘mekân’ın sonsuz hâl ve durumlarıdır. (233) Şu hâlde kısaca mekân, kaderin âlemlerdeki ve kâinattaki tecellisidir. (230) Yani bir âlemde, zamana ait (ilişkin) hareketler ile madde ortamlarının bağlanmasından ileri gelen mekân; kaderin o âlemdeki tezahürüdür. (230)
Zaman ve mekân birbirinden ayrılamaz; bu, öyle bir “oluş”tur ki, Aslî Prensibe bağlı iki büyük prensibin (zaman prensibi ve kader prensibinin), kâinatın çeşitli âlemlerine göre ortaya çıkan ve o âlemleri bütün olaylarıyla, realiteleriyle, idrakleriyle, kendilerine adapte eden (uyduran, uyumlu kılan) tecelliyatıdır. (218)
Âlemimizde belirli mekân formları içinde görünen kaderin, başka âlemlerde nasıl tecelliler gösterdiğini bu âlemin idrak ve görüşleriyle belirlemek (tayin etmek) ve nitelemek kuşkusuz mümkün değildir; “yalnız şunu beyan ederiz ki, bu tecelliyat, vazife plânlarından Ünite’ye doğru yükseldikçe, bizim âlemlerimizde cari (geçerli) olan fonksiyonunu –elbette kapsamı ile oranlı olarak– değiştirir.” (233)
Âlemlerin büyük ahengi
Bir atomun manyetik alanı olduğu gibi, atomun bütün inkişaf safhalarının da, yani ‘elementler’in de ve bu elementlerden yapılmış cisimlerin, dünyaların, ‘güneş sistemleri’nin de ve ayrıca, ‘galaksiler’in, âlemlerin ve varlıkların da birbirlerine nazaran daha kapsamlı, daha kompleks ‘manyetik alan’ sentezleri vardır. (48)
Varlıkların inkişaf ve tekâmüle ait tüm hareketleri, ancak kâinat ahengi içindeki nizamların, tertiplerin ışığı altında yürüyebilir. (269) Her tertip, her olay ilâhî icabın tecellisi olan kâinat ahenginin, bütün varlıkları kapsayan tekâmül zaruretlerini karşılar. (269) Şu hâlde, kâinatın tüm âlemleri gibi, bu ilâhî icabın kapsamına giren âlemimiz de, kuşkusuz bu büyük ahengin içindedir. (269) Böylece tüm âlemler, tüm kâinat, büyük bir ahenk içinde birbiriyle sımsıkı kucaklaşmış sayısız olaylar, oluşlar ve akışlar kompleksidir. (270, 271) Ahenk kâinatın bizzat kendisidir. (270)

