Ruh-madde endirekt ilişkisi

Ruh-madde endirekt ilişkisi; ‘ruh’lar ile kâinat cevherleri arasında (Kâinat cevheri) sonsuz bir erişilmezlik bulunduğundan, kâinatların hiçbiriyle doğrudan (direkt) ilişki kuramayan ruhların ‘tekâmül’ ihtiyaçlarını kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları (tepkileri, cevapları) da ruhlara yansıtan, Aslî Prensibin icap (Aslî icap) denilen kudreti sayesinde, ruhların ‘madde kâinatı’yla kurdukları dolaylı ilişkidir veya bir başka deyişle, ruhların, tekâmül ihtiyaçlarına göre, bulundukları davranışların, bu kudret sayesinde, sanki bir aynadan yansıtılıyormuş gibi, madde cevherine (Aslî madde) tesirler (tekâmül değerleri) hâlinde yansıtılması ve ‘madde’nin bunlara göstereceği reaksiyonların da (tepkilerin de) aynı kanaldan ruhlara yansıtılması (iade edilmesi) şeklinde dolaylı yoldan sağlanan ilişkidir. (38, 20, 28, 49, 63, 19, 16, 191)

Ruhun kâinatlar ile ilişkisinin direkt (doğrudan) olmaması

Kâinat cevherlerinde ruha ait hiçbir şey yoktur. (16) Ruhta da kâinat cevherlerine ait özelliklerin hiçbiri mevcut değildir. (16) Dolayısıyla ruh ile herhangi bir kâinat cevherinin hiçbir yönden benzerliği, doğrudan doğruya ilişkisi, hatta yakınlığı dahi düşünülemez. (16) Bunların birinden diğerine herhangi bir geçişin, yani aralarında direkt olarak bir alışverişin meydana gelebilmesi de mümkün değildir. (16, 29) Kısaca ruh ile kâinat cevherleri arasında kesin ve sonsuz bir erişilmezlik vardır. (16)

Kâinatlar’ mevcut olmasaydı ruhların bilemediğimiz, kendilerine mahsus yüksek ihtiyaçları giderilemezdi; buna karşılık ruhlar olmasaydı kâinatların hikmet-i vücudu (varlık nedeni, vücuda getirilme nedeni) ortada kalmazdı. (19) Ruhlar ve kâinatlar ikilisi daima birbirleri ile başbaşa yürürler; o kadar ki, ikisi arasında kesin ve ebedî bir erişilmezlik mevcut olmasına rağmen, adeta birbirleriyle sımsıkı kucaklaşmış ve birbirinin içine girmiş gibidirler. (19) Fakat bu ilişkiler, katiyen (asla ve kesinlikle) direkt olmayıp endirekt yollardan meydana gelmektedir: (19)

İşte ruhlarla kâinatların, aralarındaki erişilmezliğe rağmen birbiriyle kucaklaşmış durum göstermeleri ‘Aslî Prensip’ denilen yüksek prensibin icapları (kudretleri) ile gerçekleşmektedir. (20, 38, 190, 191) Aslî icap, Aslî Kudret ışığı konisi. Aslî Prensibin kudreti, bir taraftan ruhları içine alırken (bu ifade semboliktir) aynı zamanda (diğer taraftan) kâinatları da içine almaktadır ve ruhlar ile kâinatlar bu yüksek prensip muvacehesinde (karşısında, huzurunda) sanki bir aynadan yansıtılıyormuş gibi birbirlerine yansıtılırlar. (20) Doğal olarak, buradaki ayna kavramı da yine bir semboldür ve bu ayna sembolünü Aslî Prensip yerine koymamalıdır. (20) Burada Aslî Prensibin kâinatlar ve ruhlar ilişkisine ait kudretinin en küçük bir cephesinin ayna sembolü ile ifade edilmesi sözkonusudur ki bu, ancak bu kadar anlatılabilir. (20)

Aktif olan ruhlar, tekâmülleri için, pasif olan çeşitli kâinat cevherlerinin sonsuz imkânlarını –ihtiyaçları oranında–bilvasıta (vasıtayla, endirekt, dolaylı) kullanarak tekâmül ederler. (18-19) Aslî Prensip, kudretiyle ruhların bütün tekâmül ihtiyaçlarını kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları tekrar ruhlara yansıtır. (63) Bu kudret, ruhların ihtiyaçları karşısında vücuda getirilmiş olan kâinat cevherlerini, sayısız vasıtalar ve yollarla hizmete sokar. (63)

İşte aralarında kesin bir erişilmezlik olmasına rağmen ruhların, birbirleri içindeymiş gibi, kâinatların bütün imkânlarından –zerresine varıncaya kadar– istifade edebilmeleri, kâinatlarla kucaklaşabilmeleri Aslî Prensip denilen yüksek prensibin icaplarıyla, yani Aslî Prensibin kudretiyle gerçekleşmektedir. (19, 20, 38)

Ruhun kâinatlarla endirekt ilişkisinin ayna sembolüyle ifade edilmesi

Aslî Prensibin kudreti, bir taraftan ruhları içine alırken (bu ifade semboliktir) aynı zamanda kâinatları da içine almaktadır ki, ruhlar ile kâinatlar bu yüksek prensip muvacehesinde (karşısında, huzurunda), birbirlerine sanki bir aynadan yansıtılıyormuş gibi yansıtılırlar. (20) Kuşkusuz buradaki ayna kavramı bir semboldür ve bu ayna sembolünü Aslî Prensip yerine koymamalıdır. (20) Burada Aslî Prensibin “kâinatlar ve ruhlar ilişkisi”ne ait kudretinin en küçük bir cephesinin ayna sembolü ile ifade edilmesi sözkonusudur ki, bu da ancak bu şekilde ifade edilebilir. (20) Zaten bundan ilerisini kavrayabilecek hiçbir dünya varlığı da mevcut değildir. (28)

Yüksek prensiplerin (Aslî Prensibin ve ona tâbi ve bağlı olan diğer yüksek prensiplerin) icaplarıyla ruhların ihtiyacı kâinata bir aynadan yansıyormuş gibi yansır ve oradan gelen cevaplar da ruhlara yansır. (29, 218, 230, 233) Fakat burada ayna sembolünün kullanılması, bu muazzam hakikatin sezgisinin verilebilmesi için, bir dünya misaliyle ifade etmek zaruretinden doğmuştur: Buradaki ayna sembolünü dünya zaman ve mekânına uydurup; ruhları bir tarafta, aynayı karşıda, kâinatı da öbür tarafta düşünerek ve sözü edilen yansımaları aralarındaki mesafelere göre, belirli sürelerle ölçmeye kalkışarak, fikir yürütülmemelidir. (29) Çünkü kâinatımızüstü hakikatlerde (Kâinatlar-üstü hakikatler) dünyamıza mahsus zaman ve mekân durumları yoktur. (29) Dolayısıyla burada zaman ve mekân kayıtlarından uzak kalarak, ayna–ruh–kâinat kavramlarını birbirleri içindeymiş gibi kabul etmek ve bu sembolle ifade edilmek istenen işleme –insanların anladığı mânâda bir zaman payı vermeden– aynı anda olup bitiyormuş gözüyle bakmak lazımdır. (29) Ayna örneği üzerinde dururken insanların, alışık oldukları zaman ve mekân kaydından uzak sezgileri edinmede layığıyla başarılı olamadıkları anda, kendilerini bekleyen bir tehlike ile karşılaşmaları daima mümkün olabilir: (29) Bu tehlike de hatalı bir anlayış tarzıdır; yani bu ruh–ayna–kâinat sembolünün zaman ve mekândan uzak sezgisi, hiçbir vakit insanı vahdet-i vücut kavramına sürüklememelidir. (29) Çünkü ‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’ndaki yazıları iyi anlayanlar, burada böyle bir kavramın kastedilmediğini bilirler. (29) ‘Yüksek prensipler’ ile ruhların ve kâinatların tek bir varlık hâline girebileceği düşüncesi, insanı bu kitapta anlatılmak istenen hakikatlerden tümüyle zıt bir yöne doğru yöneltir ve bütün yüksek sezgilerini silip süpürür. (29)

Aslî Prensibin ruh ile madde kâinatı arasındaki endirekt ilişkiyi sağlayan, madde kâinatında tesirler hâlinde tezahür eden kudretleri (Aslî Kudret) ya da icaplar

Ruhların tekâmül ihtiyaçları bir icaptır, maddenin bu ihtiyaca cevap vermek durumu yine bir icaptır. (62) Fakat ruhlar maddeye doğrudan doğruya ne bir şey gönderebilir, ne de ondan bir şey alabilirler. (62) Oysa madde kâinatının vücuda getirilme nedeni, tekâmül gayesinin zaruretidir ve tekâmül için de ruhmadde ilişkisinin gerçekleşmesi, yüksek icaplar gereğince zorunludur. (62) İşte bu icaplar; hem kâinat-üstü ruhlara, hem de kâinatlara doğrudan doğruya hâkim olan ve onları içine alan (şâmil), “mahiyetini bilmediğimiz, Aslî Prensibin Kudreti”nin kâinat içinde “maddi tesirler” hâlindeki tezahürleriyle yerine getirilir. (62, 190-191, 38, 20) Aslî Prensip

Aslî Prensip, kudretiyle ruhların bütün tekâmül ihtiyaçlarını kâinat cevherlerine (Kâinat cevheri) ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları tekrar ruhlara yansıtır. (63) Ruhlar ile kâinat, yani madde kâinatımız da Aslî Prensibin kudreti sayesinde, birbirlerine sanki bir aynadan yansıtılıyormuş gibi yansıtılırlar. (20) İşte bu yüksek kudret, kâinatta, yani madde kâinatında en ince cevherler hâlinde olan “tesirler”le tecelli eder. (63)

Ruh ve kâinat düalitesinde, ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre bulundukları her davranışlarına, kâinat cüzlerinin tam bir intibakla cevap vermesi ancak ve daima, ruhların bu davranışlarını madde cevheri üzerine yansıtan ve her madde cüzünün ve bütününün göstereceği reaksiyonları da ruhlara yansıtmak suretiyle iade eden, Aslî Prensibin icapları yla gerçekleşir. (28) Yani ruhların ihtiyaçları yüksek prensiplerin icaplarına göre kâinata tesirler hâlinde yansıtılır; kâinata yansıyan bu ihtiyaçların cevaplarını o anda vermek, yani bu tesirlerin taşıdığı icaplar gereğince derhal harekete geçmek de madde cevherinin karakter zarureti olduğu için, bu zaruretle maddenin verdiği cevaplar da, yine aynı kanallardan, aynı icaplarla ruhlara yansıtılır. (28)

Aslî tesirler ve kâinata yayılışları

Aslî tesirler’in iki kısmından biri (tekâmül değerleri adlı tesir grubu), ruhların ihtiyaçlarını kâinata ve onların kâinattaki reaksiyonlarını da tekrar ruhlara yansıtan kudretlerin tezahürüdür ki, bunlar endirekt olarak gelen, ruhlara ait tesirlerdir. (63-64) Bu kudretler kâinat ile ruhları birbirine yansıtmak ve bu suretle tekâmülü sağlamak için Aslî Prensip’ten gönderilmiştir. (64) Aslî kaynaktan gelen kudretlerin kâinat içinde yürüyen kısımlarını ancak “tesir” hâlinde (olarak) anlayabiliriz; kâinat dışında kalanların mahiyet ve durumları ise kâinat sakinleri için meçhuldür. (63) Böylece ruhların ihtiyaçları kâinata ‘yüksek prensipler’in icaplarına göre tesirler (tekâmül değerleri) hâlinde yansıtılır ve maddenin verdiği cevaplar da, yine aynı kanallardan, aynı icaplarla ruhlara yansıtılır. (28) Kısaca, tesirler, kâinat-dışı hakikatlerin (Kâinatlar-üstü hakikatler) maddeye yansımış durumlarıdır; maddenin gösterdiği reaksiyonları da kâinat dışına yansıtan yine bu tesirlerdir. (69)

Ruhların tekâmüllerine yönelik olarak Aslî Prensip’ten gelen icaplar (ya da icaplar denilen kudret), kâinatımızın üst sınırından içeri (bu ifadeler semboliktir) girer, kâinatta “tesir” şeklinde tecelli eder, kâinatın bilemediğimiz üst sınırlarındaki ‘Ünite’den süzülür ve madde kombinezonlarının (Madde kombinezonu) sonsuz inkişaf ve kabiliyet imkânlarına göre, onları ve kendilerini çeşitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlara uğrata uğrata, aşağılara doğru yayılıp dağılarak inerler ki, varacakları noktalarda ruhların ihtiyaçlarına göre tezahürlerini göstermek suretiyle de, ruh ile madde cevheri (Aslî madde) arasındaki endirekt alışveriş fonksiyonlarını sonuçlandırmış olurlar. (31, 20, 28, 38, 62)

Böylece büyük icapları taşıyan bu tesirler, kâinatın bütününden en küçük zerresine kadar her tarafına nüfuz ederler ve fonksiyonlarını yaparlar. (63) Bu fonksiyonlara göre madde cevheri şekillenir, inkişaf eder, toplanır, dağılır, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar geçirir ve bu suretle kâinat bütünü ve cüzleri ruhların ihtiyaçlarına göre sevk ve idare olunur. (63)

Bir ruhun madde kâinatıyla endirekt ilişkisinin başlaması

Kâinatta tekâmül tatbikatına ilk başlayacak bir ruhun bu tatbikata ait ilk durumları kâinatın amorf hâllerine bu aslî tesirlerle (tekâmül değerleri grubu) yansıtılır. (38) Ruhların ihtiyaçlarını kâinatlara taşıyan bu tesirler maddede hareketleri ‘düalite prensibi’ ve değer farklanması mekanizmasıyla meydana getirirler. (38) İşte kâinattaki hareketler, ruhların kıpırdanışlarının ve davranışlarının bu tesirler kanalıyla madde teşekkülleri (oluşumları) hâlinde tecelli eden sembolik birer ifadesidir. (38) Böylece kâinata ilk giren basit acemi ruhlara ait tesirler, devamları boyunca eriştikleri sahalardaki ilk maddelerin o anda, o ruhlara birer gözlem sahası olmalarını sağlarlar. (38) Bir ruhtan gelen endirekt tesire karşı maddenin hareketler hâlinde verdiği cevaplar, yine o tesir kanalından dönerek aynı ruha yansırlar. (38) Böylece, Aslî Prensibin icaplarına tâbi olarak ve o kudretlerin yardımıyla ruh ve maddelerin endirekt ilişkisi kurulmuş olur ve ruh bu suretle maddeden alacağını o an için almış bulunur. (38) Bundan sonra o ruhun yeni ihtiyaçlarına göre, ya aynı madde kademesinde ya da daha üst bir madde kademesinde bulunan diğer maddelerde, aynı tarzda ve aynı yollardan gözlemleri devam eder. (38)

Ruh

Kâinat cevheri

Kâinatlar

Aslî Kudret ışığı konisi

Madde

Aslî madde

Tesirler

Aslî icap

Yüksek prensipler

Kâinatlar-üstü hakikatler

Aslî prensip

Madde kâinatı