Sevgi planı; ‘insanlık safhası’nı tamamlayı p ya da ‘Dünya Okulu’nu bitirip henüz ‘vazife plânı’ndan ‘vazife’ almamış insan varlıklarının çok süptil ve çok yüksek bir plân olan vazife plânına intibak edebilmeleri için hazırlanmalarını sağlayacak; yarı-süptil maddelerden oluşan; kademelenme göstererek kaba taraflarıyla dünyaya, ince taraflarıyla süptil olan vazife plânına yaklaşan; dünyadaki ‘sevgi’yle kıyas edilemeyecek bir genişlik ve kapsamdaki sevginin ve hakiki bir mutluluğun hâkim olduğu; insan varlıklarına mahsus ‘arasat plân’dır. (208, 309, 308, 306, 54, 312, 318, 310, 316)
Büyük dünya katastrofunda (İnkılap ve intikal devri) ölmek suretiyle dünyadan tamamen kurtulacak insanların (Dünya Okulu’ndan mezun olacak gruptaki insan varlıklarının), doğruca gidecekleri yer, yarı-süptil denilen, dünyaya nazaran yüksek bir ‘plân’ olan sevgi plânıdır. (306)
Sevgi plânına intikal (geçiş), plânın yapısı ve yarı-süptil beden
insanların Dünya Okulu’ndan mezun olarak dünyayı bırakmaları demek, dünyaya ait kaba hidrojen kombinezonları ndan ibaret fiziksel ‘beden’lerini terk etmeleri ve aslî hâllerine, ‘varlık’ hâllerine dönmeleri demektir. (311)
Bir dünyadaki ‘bedenlenme’ler serisinde, ölümleri ve ‘doğum’ları birbirini izleye izleye, ‘hidrojen âlemi’nden alacağını almış bulunan varlığın (sistemimizde insan varlığının veya başka bir güneş sisteminde, insana eşdeğ erli bir beden varlığının) nihayet o dünyadaki işi biter. (94, 58) Böylece hidrojen âleminde işi biten varlığın son dünya hayatının bitiminde, artık ebediyen terk edilmesi gereken bedenine ait üst tesirlerin miktarı son defa azaltı lırken, yeni bir âlemde (Âlemler) edineceği bedenine ait tesir miktar ve değerleri çoğaltılır. (94) Ruhun tekâmülüne hizmet eden varlık, o dünyadaki “son ölüm”üyle o ortamdan ayrılacak ve imkânları çok bol ve kapsamlı bir üst ortama geçecektir. (94) Ruhun süptil maddi vasıtası olan varlığın ruhun tekâmülüne hizmet edebilmesi için kaba bir kürede doğması ne kadar güçlü bir icabın zarureti ise, sonraki tekâmülüne hizmet edebilmesi için, artık işine yaramayacak hale gelmiş kaba ortamları terk edip, ihtiyaç duyduğu daha üst ortamlara geçmesi de o kadar güçlü bir icabın zaruretidir. (94) ‘Varlık’ böylece, dünyadaki “son ölüm”üyle o ortamdan, yani hidrojen âleminden ayrılır ve imkânları bol ve kapsamlı olan bir üst ortama geçer. (94)
Dünyadaki ‘insanlık hayatı’nı tamamlayarak dünyayı, yani bedenini terk etmiş, bir “tesirler veya enerjiler kompleksi” olan varlık, tamamen bedensiz hâlde iken, sevgi plânında bir “tesir vasıtası” olarak kullanmak üzere, yarı-süptil bir ‘madde kombinezonu’nu yakalar ve ona bağlanır ki, o andan itibaren o kombinezon, o plânda onun kaba dünyadaki kaba bedeni yerine geçer. (311) Oranın maddesi, dünya maddeleri ile vazife plânının süptil maddeleri arasında, yarı-süptil hâlde bulunur; hem kaba taraflarıyla dünyaya, hem de ince taraflarıyla süptil olan vazife plânına yaklaşır. (311, 312) Bu maddeye “yarı-süptil madde” ve bu maddelerden oluşan âleme de “yarı-süptil âlem” denilmesinin nedeni budur. (312)
Bugünkü dünyamızın mutat (olağan, alışılmış) realiteleri içinde mevcut olmayan, hidrojen âlemimizin nüvesi olan ‘ilk hidrojen atomu’nun en yüksek kombinezonlarına ait yüksek enerjiler, yarı-süptil âlemin en kaba atomlarını oluştururlar. (315) ‘Spatyom’ denilen ölüm-ötesi hâlle karıştırılmaması gereken yarı-süptil âlem, bir ortamdır, bir mekândır; spatyom ise bir ortam, bir mekân değildir. (315)
Bu plândaki varlıklar, yarı-süptil maddelerin dünya maddelerine yaklaşan taraflarından yararlanarak bunlarla, dünyadaki zaman ve mekân kavramlarına yakın ‘realite’leri orada kurabilir ve kurmuş oldukları bu reel imajlarda yaşayabilirler. (312) Yarı-süptil madde, dünyada belirli bir tezahür göstermemekle birlikte, bu varlıkların dünyadakine yakın bu mekânları kurabilmelerinde kullandıkları maddeler, incelik dereceleri dünyaya yakın, aşağı dereceler olduğundan, dünyanın pek hassas âletlerine çarpabilir (icat edilen veya edilecek cihazlarla saptanabilir). (312, 54) Bu varlıklar henüz vazife plânına girmedikleri için, kendilerine –otomatik olarak dahi– hiçbir vazife verilmez. (312) Bu yüzden onlar, hiçbir ruhun tekâmülüne müdahale etmezler ve faaliyetlerine karışmazlar; kendilerinde henüz böyle bir yetki yoktur. (312)
Sevgi plânının dünyaya kıyasla imkânları, ölüm-doğum sürecinin bitmiş olması ve oradaki faaliyetler
İnsanların, insan-üstü plâna (vazife plânına) geçebilmeleri için atlatmaları gereken yarı-süptil âlem; insan-altı kademelerinden insanlık safhasına geçilirken yaşanması gereken arasat plânlarla kıyaslanamayacak kapsam ve genişliktedir. (308, 165)
Sevgi plânındaki ‘cehit’ ve gayretler, dünyadaki kaba işlerde gösterilen cehit ve gayretlerden bambaşkadır. (309) Dünyadaki cehit ve gayretler esnasında insanların karşılarına daima dikilmekte olan zahmet, sıkıntı, ‘ıstırap’, azap, işkence, hastalık ve ‘ölüm’lerin hiçbiri burada yoktur. (309) Buradaki cehit ve gayret, varlıkların idrâklerinin artışı oranında –ki bu (idrak artışı) da sevgi plânında hızla meydana gelir– çok daha zevkli ve mutluluk verici hazlarla doludur. (309)
Bu plânda dünyadakine benzer yoğun maddeler olmadığından, dünyada olduğu gibi yorucu, bezdirici, zahmet ve meşakkat verici, ağır yürüyen faaliyetler de yoktur. (315) Yarı-süptil maddelerin imkân genişliği sayesinde, bu âlemdeki varlıklar, sarf edecekleri asgarî bir cehitle, dünyada ancak birçok güçlük, zahmet ve yorgunluk çekilerek yıllarca süren çalışmalar sonunda elde edilebilen sonuçları, bir anda –misliyle– alabilirler. (315-316) İşte bu yüzden, bu plânda dünyada olduğu gibi, zahmet, yorgunluk, ıstırap, didinme, mücadele gibi kaba durumlar yoktur. (316) Burada bütün arzular, ufak bir irade darbesiyle, sadece bir istekle, adeta otomatikman, kendiliğinden oluyormuş gibi gerçekleşiverir. (316) Mesela varlık, elindeki yarı-süptil maddenin zengin imkânları sayesinde, imajinasyonuyla kendisine bir mekân kurup, orada istediği gibi yaşayabilir. (316) Basit bir imajinasyon faaliyetiyle, kullandığı bu maddeden istediği şekilleri meydana getirebilir ve onları kendisi için objektif kıymetler hâline sokabilir. (316) Bütün bu işlemler sırasında da, insanların “yorgunluk” dedikleri şeylerin hiçbirini duymaz. (316)
Yarı-süptil maddeden oluştuğundan, o plânda kaba beden organlarıyla ilgili hastalık, sağlıksızlık, yorgunluk, takatsizlik gibi rahatsızlıklar, tembellik, ağrılar, sancılar, dünyadaki beyin organıyla ilgili zihin yorgunluğu, budalalık, delirme, uyku, bayılma, koma gibi haller, sıkıntılar, kaba ihtiraslar ve benzeri şeyler yoktur. (316) Aynen, fiziksel mânâda anlaşılan güzellik, çirkinlik, gençlik, ihtiyarlık gibi dünyaya özgü ‘realite’ler de yoktur. (316) Özellikle dünya maddelerinin tâbi olduğu en esaslı ve zaruri realite olan ölüm realitesi, yarı-süptil âlemde meçhuldür (yoktur); orada ölümlere, yani dünyada olduğu gibi büyük şoklara, kaba gürültülü geçişlere lüzum yoktur. (316, 243, 311) Zaten oradaki maddelerin inceliği böyle şiddetli transformasyonlara lüzum ve ihtiyaç hissettirmez; bu hâller ancak dünyamıza ait kaba maddeler âleminde geçerli zaruretlerdir. (243) Oradaki geçişler (intikaller), ölüp yeniden doğma gibi olmayıp, uyanık ve çok tatlı izlenimlerle meydana gelir; orada sadece, kademeden kademeye belirsizce, çok tatlı, idrâkli geçiş ve dönüşümler (istihaleler) vardır. (243, 316) Aynı şekilde, oradaki hazırlıklar bittikten sonra, oradan ‘vazife plânı’na geçiş de; dünyadan yarı-süptil âleme intikal (geçiş) sırasında olduğu gibi büyük gürültüler, şiddetli sarsıntılar, ölümler eşliğinde değil, gayet tatlı bir hazırlanışla, belirsizce ve tedricî bir akış içinde olmaktadır. (319)
Oradaki varlıkların ellerindeki madde imkânları, kendilerine “dünyanın veremediği mekân ve zaman idraki”ni vermektedir. (316) Bu sayede onlar, istedikleri imajları bizzat kendileri kurabilir ve dağıtabilirler; dünyadaki gibi sabit imajların esiri olarak kalmazlar. (316) Oradaki hayat bir yönüyle de, az çok, insanların “esîrî hayat” diye anladıkları hayata benzer. (316) Fakat oradaki hayatın bünyesinde hâkim olan esas unsur, ‘sevgi’dir. (316)
Sevgi plânındaki sevgi ve mutluluk
Sevgi plânında hâkim olan realite sevgidir; oraya geçecek olanlar o ‘plân’da bir süre sevginin çeşitli tatbikatını görmek ve bu sayede vazife plânının yüksek icaplarına tümüyle intibak edebilecek duruma gelmek için yaşayacaklardır. (307) Şu halde ‘yarı-süptil âlem’ ya da sevgi plânı, her şeyden önce bir arasat plândır. (307) Yani basit dünya realitelerinin ağır yüklerinden kurtulmuş insanların, çok süptil bir plân olan vazife plânına geçişini rahat, tatlı ve mutlu bir yürüyüşle sağlayan bir ara ortamdır. (307)
Bu arasat plânın hazırlayıcı vasıtası sevgidir. (308) Buradaki sevgi dünyada anlaşılan ve duyulan sevginin kendisi olmamakla beraber, dünyadakine yakın bir cephesi de vardır. (308) Dünyadaki sevgi, bu plândaki hakiki sevgi kavramından çok farklıysa da, yine de o sevgiye insanları hazırlayıcı bir basamak olabilecek kıymete ve mahiyete sahip bulunmaktadır. (308) Dolayısıyla bu sevgi âlemine girmek liyakatini kazanmış bir insan varlığı, dünyada geçirmiş olduğu sevgi hazırlığı sayesinde, dünyadakinden bambaşka ve onunla kıyas edilemeyecek bir genişlik ve kapsamdaki bu büyük sevgi mekanizmasına katılmış bulunacaktır. (308-309) O varlığın bu plânda yapacağı şey, bu çok kapsamlı ve geniş sevginin çeşitli varyetelerini kullanarak, bunların kendisini daha üstteki plan olan vazife plânına hazırlayıcı imkânlarından yararlanmak olacaktır. (309) Bu arasat plândaki sevginin dünya insanlarınca anlaşılamamış mahiyeti, buradaki varlıkları vazife plânının yüksek realitelerine intibak ettirici çok kudretli durumlar gösterir. (309)
Varlıklar bu plândaki sevgi faaliyetini büyük bir istekle özler ve bundan sonsuz mutluluk duyarlar. (309) Nitekim daha dünyadayken bile, insanların ‘öz varlık’larında beliren bu büyük mutluluğun sezgi pırıltıları, insanları kendisine çeker. (309) Fakat insanlar bütün iştiyaklarına rağmen, bu mutluluğu dünyadayken elde edemezler. (309) Bununla birlikte insanlar, mahiyetini bilmeden, ne olduğunu tarif edemeden, sürekli olarak onun peşinde koşar ve bütün hayatları boyunca onu sayıklar dururlar. (309) İşte özlemini duydukları, yüzyıllarca peşinden koştukları, buna rağmen bir türlü yakalayamadıkları, hatta mahiyetini belirleyemedikleri bu mutluluğun kucağına, dünyayı kalıcı olarak terk ettikleri andan itibaren, orada atılacak, kendilerini tam mânâsıyla o zaman tatmin edecek ve dünyada hiçbir zaman nail olamadıkları (erişemedikleri) doyumun (tatminin) ne demek olduğunu o zaman anlayacaklardır. (309)
Bu plânda hâkim olan sevgi, ilk ilkel basamaklarıyla dünyadan başlamakta, bu plandaki tüm hayatı işgal etmekte ve vazife plânının eşiğinde son bulmaktadır. (310) Yani bu büyük ve kapsamlı sevgi de vazife plânına doğru son merhalesine ulaşmış ve orada fonksiyonunu bitirmiş olacaktır. (310) Sevginin bu fonksiyonu, varlıkların vazifeye tam intibak edebilmelerini sağlaması bakımından çok lüzumlu ve önemlidir; çünkü vazife plânına girebilmenin büyük imkânlarını bu sevgi fonksiyonu sağlar. (310, 312)
Kısaca, sevgi plânı, sevginin insanlarca meçhul kalmış geniş kapsamı içinde, mutlulukla dolu cehit ve faaliyetleri gerektiren, varlıkları daha yüksek plânlara hazırlayan esîrî bir âlemdir. (318) En hayalî peri masallarında anlatılan madde inceliği bile, bu âleminkinin yanında pek kaba kalır. (318) Üstelik lüzum oldukça varlıkların önüne türlü imkânları seren bu madde inceliğinin onlara vermiş olduğu büyük haz ve zevklerden başka, insanlarca bilinmeyen, geniş kapsamlı bir sevginin varlıklara bahşettiği mutluluk, dünyada hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek kadar yüksek ve derindir. (318) Çünkü, orada varlıkların karşısına, dünyadaki, mutluluk sayılan her zevkin sonunda daima karşılaşılması beklenen kaygılandırıcı hallerin çıkması asla sözkonusu değildir. (318) Aksine orada, hakiki bir mutluluğu daha büyük bir mutluluk, varılmış bir huzuru daha mânâlı ve kapsamlı bir huzur izler. (318)
Dolayısıyla dünyadan yarı-süptil âleme intikal (geçiş); insanların yüzyıllar boyunca öz varlıklarında yaşattıkları, insan hâliyle bir türlü idrakine varamadan belirsiz sezgisi peşinde koşup didindikleri, asla kavuşamadıkları mutluluğa, varlıklarının kavuşmalarını ve mutluluğa tümüyle doymalarını sağlayacaktır. (319)
Yarı-süptil plana geçen varlıklar orada bir süre geçirdikten ve yeterli derecede tatbikat yaptıktan sonra yavaş yavaş, üçer beşer gruplar hâlinde gruplaşırlar ki, bu gruplaşmalardaki irtibatların mahiyeti hakkında dünya insanlarının sezebileceği tek nokta, “sevginin vazifeye doğru kayan çeşitli varyeteleri”nin bulunacak olmasıdır; fakat insanlar ne bu sevgiyi, ne de varyetelerini asıl mânâsıyla anlayamazlar (sezgiden öteye geçemezler). (243, 242)
Bağlanılan yarı-süptil madde kombinezonunun da terk edilmesi icabı
Bu âleme geçen varlıkların ilk kullandıkları ve bağlandıkları vasıta, üstte belirtildiği gibi, yarı-süptil maddelerden oluşmuş, beden yerine geçen, belirli bir ‘madde kombinezonu’dur. (315, 311) Varlıklar, burada liyakatlerini ve yeterliliklerini (ehliyetlerini) bu kombinezondan çeşitli şekillerde yararlanarak ve onunla sevgi yolunda mücadele ederek arttırırlar. (315) Fakat vazife plânına geçilebilmesi için bu yarı-süptil madde kombinezonunun da tümüyle terk edilmesi gerekmektedir ki, bunun nedeni şöyle açıklanabilir: (311, 312, 313, 314)
Yarı-süptil âleme girmiş bir varlık için asıl gaye vazife plânına ulaşmaktır. (312) Oysa varlığın yarı-süptil planda bağlanmış olduğu yarı-süptil madde, onun vazife plânına girmesine engel oluşturur. (312) Çünkü vazife plânındaki madde hâlleri, süptil madde halleridir ve o plânda vazife görebilmek için de varlıkların yarı-süptil bir madde kombinezonuna bağlı kalmaktan kurtulmaları gerekir. (312)
Vazife plânına girmek demek, birtakım vazife ‘yükümlülük’lerini kabul etmek ve bu vazifelerin icaplarını yerine getirme kudret ve imkânlarına sahip olmuş bulunmak demektir. (312) Bunun için de vazife plânındaki varlığın, vazifelere uygun çeşitli maddeleri kullanması gerekir. (312-313) Oysa henüz bu duruma gelmemiş bir varlık, dünyadan ayrılışının ardından yakalamış olduğu yarı-süptil madde kombinezonunu iyice benimser ve ondan ayrılamaz. (313) Bu maddeden ayrılamayınca da çeşitli süptil maddeleri kullanmak imkânını elde edemez ve bunun sonucunda da hiçbir ‘vazife’yi yapamaz. (313) Çünkü bir vazifeyi yapabilmesi için lüzumlu olan çeşitli süptil maddeler ve ortamlardan istifade etmesi gerekir ki, bir türlü terk edemediği yarı-süptil maddesi buna engel olmaktadır. (313) Dolayısıyla bu ‘plân’daki varlıkların vazife plânına geçebilmeleri için, bu ilk yakaladıkları, yani kendilerine bir tür beden gibi kullandıkları yarı-süptil maddeyi bir an önce terk etmeleri gerekir; bu, şarttır. (313) Bunu yapabilmelidirler ki, ileride kendilerine düşecek herhangi bir vazifenin icaplarını yerine getirebilmek için, istedikleri değişik süptil veya yarı-süptil maddeleri kullanabilsinler ve icaplara göre derhal değiştirebilsinler. (313)
İşte sevgi plânına geçen varlıkların ilk yakaladıkları bu yarı-süptil madde, oradaki hazırlıkların tamamlanması sırasında, onların yenmeleri gereken bir tür nefsaniyetleri olur. (313) Vazife plânına hazır hale gelmelerine engel olan bu nefsaniyetlerini ortadan kaldırmak ve ondan kurtulmak zorundadırlar. (311) Fakat oradaki nefsaniyetten kurtulma işi dünyadaki gibi olmaz; yani bu engelin aşılması, dünyadaki kaba nefsaniyetlerin ortadan kaldırılması sırasında çekilmesi gereken zahmet ve sıkıntı lardan uzak bir şekilde, aksine varlıklar için çok zevkli bir çalışma ve meşguliyet sahası olan sevginin çeşitli tatbikatıyla sağlanır. (311, 312)
Kısaca, varlıkların, yarı-süptil âleme geçer geçmez yakaladıkları, bir türlü bırakamadıkları yarı-süptil maddelerini bırakabilme başarısını göstermelerinde kendilerine yardım eden en kudretli vasıta sevgidir; bu, çeşitli varyeteleriyle, yarı-süptil maddeleri her türlü ıstırap ve elemden uzak, tatlı ve mutlu mücadelelerle yenmeye yarayan yüksek bir vasıtadır. (312, 313) İşte bu varlıklar, sevginin böyle çeşitli tatbikatlarını yapa yapa, bu tatlı meşguliyetler sonunda, yarı-süptil maddeyi bertaraf ederler (terk ederler, bırakırlar). (311, 313) Böylece nefsaniyetlerini yenmiş, engeli ortadan kaldırmış, bir yarı-süptil maddeye bağlı kalmak durumundan kurtulup, o maddeyi istedikleri zaman terk edebilecek ve onun yerine değişik maddeleri kullanabilecek duruma gelmiş olurlar ki, o andan itibaren de, adımlarını, belirsiz bir akış içinde, vazife plânının ilk basamaklarına atmış olurlar. (311, 313)
Şu hâlde sevgi plânındaki bir varlığın yarı-süptil maddesini bırakabilmesi ve vazife plânına geçmesi demek; onun artık hiçbir maddeye bağlı kalmaması, ‘öz varlık’ hâlinde, yani “münkeşif (inkişaf etmiş) bir enerjiler kompleksi” hâlinde kalması, bu enerjiler ile istediği zaman istediği maddeyi kullanabilmesi ve bu sayede de, o maddelerin mensup bulunduğu âlemlere tesir ve müdahalelerde bulunabilmeye ve oralarda bir sürü iş ve vazifeler yapabilmeye başlaması demektir. (314) İşte yarı-süptil plandaki bir varlık bu imkânlara, ancak tatlı, mutluluklu haz ve zevklerle dolu sevginin çeşitli tatbikatını yaparak kavuşacaktır. (314)
Vazifeye hazırlanış ve gruplaşma
Yarı-süptil âleme geçenler için, bütün dünya şartları ve realiteleri sona ermiş, ancak kendilerini vazifeye hazırlayıcı ve eksik taraflarını tamamlayıcı yeni durumlar başlamış bulunur. (242) Bu eksik kalan taraf, insanların dünyada iken sezip de tanıyamadıkları, sevginin orada ortaya çıkacak hakiki cephesidir. (242)
Vazife plânını tam mânâsıyla kabullenmek ve ona intibak edebilmek pek kolay bir iş değildir. (309) Oradaki başarının da bir hayli cehit ve gayret gösterilmesini icap ettiren teknik hususları vardır. (309)
Vazife plânı bambaşka bir yüksek plândır; baştanbaşa bir ahenk, bir nizam, bir beraberlik, tam ve karşılıksız bir koordinasyon ve kooperasyon plânıdır. (310) Orada en küçük bir ahenksizlik, en küçük bir aykırılık veya bir terslik yoktur. (310) Dolayısıyla oraya girecek varlıkların da muhakkak ve kesin olarak bu ahenge (Kâinat ahengi) uymuş durumda olmaları, hatta bu ahenkten olmaları (Ahenkten olmak) şarttır ki, bu da, ancak bu yolda geçirilmiş birçok hazırlık safhasıyla mümkündür: (310) Yarı-süptil plâna geçmiş olanlar, bu plâna gelebildiklerine göre, vazifeye hazırlık safhaları nın haşin, ilkel, zor ve ıstıraplı kademelerini, zaten bu plana gelmeden önce, dünya hayatına ait uzun devreler içinde geçirmişler demektir; hazırlığın bundan sonraki, vazife plânına doğrudan doğruya ulaştıran son kademeleri ise, çok kolay, rahat, mutlulukla, sevile sevile tamamlanır. (310)
Vazife plânının ahenk ve icaplarına uymak kudreti, sevgi planındaki hazırlayıcı “yüksek sevgi mekanizması”yla kazanılır; bu plândaki yüksek sevgi, büyük vazife plânına ulaşmanın esaslı ve tatlı bir vasıtasıdır. (310) Sevgi plânı ndaki hayat, varlıkların, yüksek, süptil vazife plânlarına ulaşabilmelerine engel olan, bağlı bulundukları yarı-süptil maddelerden yavaş yavaş kurtulmalarını sağlar. (318) Bu hedefe ulaşmak için, sevgi, varlıkları gruplar hâlinde birleştirir. (318) Gruplar arasında tedricen tam bir ahenk ve beraberlik kurulur. (318) Böylece varlıklar, vazife plânının tam mutabakat (tam intibak hâlinde) ve tam ahenk içinde oluş icaplarına hızla hazırlanırlar. (318) Varlıkları böyle grup grup bir araya toplayan ve o gruplar arasında tam bir ahenk ve mutabakat (intibak hâlinde olma) sağlayan sevginin, kuşkusuz dünyadaki mânâsından çok daha derin bir mânâ içeren kapsamı vardır. (318)
Bu plânda, vazife plânındaki “vazife idraki” henüz başlamamış olmakla birlikte, insanların mahiyetlerini bilemedikleri bu sevginin tatbikat ve yükümlülükleri içinde, vazife idraki ‘liyakat’lerini kurucu unsurlar vardır ve varlıklar, bir süre sonra, yani yeterince tatbikat yaptıktan sonra, yavaş yavaş, “üçer beşer gruplar” hâlinde, vazife plânının icaplarına ilişkin ilk tatbikatları yapmaya başlarlar. (242) Doğal olarak, bu hazırlıklar orada, artık basit zaman (Yüzeysel zaman) idraki üstündeki idrâkî zaman (Küresel zaman) tekniğine tâbidirler. (242)
Oluşan küçük gruplarıyla vazife plânı na girişin son hazırlık tatbikatlarını yapan varlıklar, bu tatbikatları sırasında sessizce, belirsizce ve son derece tatlı bir akışla vazife plânının ilk kademelerine kayarak geçer ve derhal vazife plânının ilk kademelerine ait işlerle vazifelenirler: (243, 311) Hâmi ve yardımcı varlıklar. Bunlar, küçük topluluklarını (beşer, altışar kişilik üçer beşer gruplar) önceki planda intibak mekanizması sayesinde muhafaza etmiş olduklarından, artık vazife plânının “tek bir fert hâlinde” çalışan vazifeli varlıkları olurlar. (243, 242, 319) Böylece vazife plânına gruplar hâlinde hazırlanarak yürümüş varlıklar, beşer, altışar fertlik gruplar hâlinde, tam bir vazife anlayışı içinde, idrakî zaman ve mekân imkânları dahilinde, ilk vazifelerini almış olurlar ki, bu, onların vazife plânına girmiş olmaları demektir. (319)
Şu hâlde, vazife plânına intikal (geçiş), dünyadan yarı-süptil âleme intikal sırasında olduğu gibi büyük gürültülerin, şiddetli sarsıntıların, ölümlerin eşliğinde olmayıp, gayet tatlı bir hazırlanışla, belirsizce ve tedricî bir akış içinde olmaktadır. (319) Vazife plânına geçmiş bu varlıklar, zamanla gittikçe genişleyecek olan grupları ve bu grupların genişlemesiyle benzerlik (tev’em) kazanacak idraklerin artması sayesinde, vazife plânının ilk kademelerinden itibaren ilâhî icabı taşıyan ışık konisinin zirvesine doğru, gittikçe büyük bir olgunlaşma hızı ile tırmanarak yükselmeye başlayacaklardır. (319) Aslî Kudret ışığı konisi
Sevgi plânı kademelerinde yükselindikçe zaman ve mekân şartlarının değişmesi, yarı-süptil maddeden kurtulmanın getirdiği avantajlar ve sevgi plânı hayatının süresi
Dünya üstündeki işlerde, idrak zamanı (Küresel zaman) ve idrak mekânı (idrakî mekân) hâkimdir. (314) Bununla birlikte, sevgi plânı varlıklarının zaman ve mekânları, onlar bu plâna geçer geçmez derhal idrakî zaman ve idrakî mekânı n kapsamlı karakterlerini almaz. (314) Bu ilk zamanlarda, yani yarı-süptil maddeye henüz çok güçlü olarak bağlı bulundukları zamanlarda, o maddenin dünyaya yakın taraflarını daha çok kullanacaklarından, dünyaya yakın realitelerde yaşayabilirler. (314) Bu varlıklar o maddelerin dünyaya yakın taraflarından yararlanarak, az çok dünya mekânına benzer mekânlar da kurabilirler. ( 314) Ancak, sevgi tatbikatlarını yapa yapa idraklerini lüzumu derecesinde arttırıp yarı-süptil maddeye bağlanmaktan kendilerini kurtardıkça, zaman ve mekânları da o oranda idrakî zaman ve idrakî mekânın kapsamlı karakterlerini almaya başlar. (314)
Sevgi plânının ilk kademelerinde başlayan, az çok dünya zaman ve mekânına yakın tarafları bulunan hâller, böylece varlıkların hazırlıkları ilerledikçe daha süptilleşir ve dünyadaki durumlara yakınlıktan ayrılmaya başlarlar. (318) Bu durum, varlıkların bağlı bulundukları yarı-süptil maddelerden gittikçe kurtulmalarının bir ifadesidir. (318) Yarı-süptil madde ile olan irtibatlar gevşedikçe; idrakî zaman ve idrakî mekân durumlarına girilir, yarı-süptil âlemin dünyaya benzer tarafları ortadan kalkar, grupların vazife plânına yaklaşmaları artar ve vazife plânı icaplarının zaruretleri kendilerini daha çok gösterirler. (318-319) Sevgi ile birbirlerine bağlanan gruplarda, sevginin oraya mahsus türlü tezahürleri de, bu durumu takviye eder. (319) Nihayet yarı-süptil madde kombinezonundan tümüyle kurtuldukları anda da artık bu tür maddi realitelere ilişkin faaliyetleri kalmaz ve alacakları vazifelere göre, icap eden yerlerde istedikleri maddeleri kullanmak suretiyle, o maddelerin tâbi oldukları her türlü zaman ve mekân realitelerinden istifade edebilirler. (314)
Yarı-süptil madde kombinezonlarından tümüyle kurtulmuş varlıklar, büsbütün serbestleşmiş olur ve önceden kendilerine engel olan yarı-süptil madde bağımlılığı ortadan kalktığından, çeşitli maddeleri kullanmak üzere, artık maddeleri istedikleri gibi değiştirmek imkânlarını kazanmış bulunurlar. (319) Yani yarı-süptil maddeden kurtulduktan sonra belirli maddelerle devamlı bağları kalmayacaklarından dolayı, süptil varlıklarıyla istedikleri maddeleri kullanabilme ve onları terk edebilme kudretine sahip bulunurlar. (314)
Bu plâna geçenlerin tam başarıya ulaşabilmeleri için gereken sürenin uzunluğu ve kısalığı varlıklara göre değişir. (313) Bazıları için oldukça uzun, bazıları içinse kısa sürebilir. (313) Bu sürenin dünya zamanıyla belirlenmesi de güçtür; çünkü bu süre için ölçü olarak kullanılan zaman, dünya idrakinin üstünde bir zamandır; dolayısıyla dünya zamanından çok daha kapsamlıdır. (313, 314) Mesela orada geçirilebilecek en fazla süreyi dünya zamanıyla 300 yıl kabul edersek, bu süre, orasının idrak zamanı yla 3 bin yıl veya daha fazla da olabilir; bunda bir kesin ölçü veya oran yoktur. (314) Kısaca, orasının zamanı dünyanınki ile oranlanamaz; çünkü bu kıymetler, daima idraklere göre değişir. (314)
Cennet sembolüne dair bahsedilenlerden sevgi plânı ile ilgili kısmının anlamı
Din kitaplarında zikredilen ‘cennet sembolü’, sevgi realitesinin hâkim olduğu yarı-süptil âlemi ifade eder. (317) Dinler. Yani sevgi plânı denilen bu yarı-süptil âlemin sezgilerini insanlara vermek üzere büyük din kitaplarında cennet sembolü kullanılmıştır. (317) Bu, güzel ve güçlü bir semboldür. (317) Fakat –bütün sembollerde olduğu gibi– burada da asla biçimlere takılıp kalmamak gerekir: (317) Bu sembollerin (Dinî semboller) her devrin çeşitli insan idraklerine hitap etmek ve bu yoldan birtakım sonuç ve maksatlara varılmak üzere vâzolunmuş olduğu unutulmamalıdır. (317)
İnsanlara verilen cennet sembolünde, dünyasal zaman ve mekân idrakine yakın bir zaman ve mekân idrakine ilişkin bazı imajlardan bahsedilmiştir: Bu bahsedilenlere göre, cennete girenler, dünyadaki gibi zahmet ve yorgunluk çekmeden istedikleri gibi hareket edebilir, istedikleri yerlere gidebilir, istedikleri şeyleri karşılarında derhal hazır olarak bulurlar ki, bu hâl, sevgi planı denilen yarı-süptil ortamın imkânlarını ifade etmektedir. (317) Çünkü yarı-süptil âlemde de varlıklar istedikleri mekânı, istedikleri imajları yorulmadan ve emek sarf etmeden derhal yaratabilir ve istedikleri gibi hareket edebilirler. (317) Onların istek ve düşünceleri orada adeta kendiliğinden gerçekleşivermektedir. (317)
Sevgi plânında mevcut olan, insanların anlayamayacağı derecede kapsamlı ve yüksek sevgi varyasyonları ise, insanlara verilen cennet kavramında maddi sevgi sembolleriyle izah edilmiştir ki, bu yolla, en tecrübesiz insanların dahi, basit mânâlarda da olsa bir şeyler sezebilmesi sağlanmıştır. (317)
Cennet sembolü hakkında bahsedilenlerin bu kısmında anlatılmak istenilen mânâlar bunlardır, diğer kısımlarında ise anlatılmak istenen başka mânâlar vardır. (317, 207)

