Tabiat

Tabiat ya da insanların tabiat adını verdikleri şey; tüm ‘otomatizma’ları, olayları ve durumlarıyla, vazifeli varlıklar (Dünya İdare Plânı) tarafından, dünyadaki bedenli varlıkların inkişafı için, âlemlerin büyük ahengine ve varlıkların inkişaf ihtiyaçlarına uygun olarak hesaplı bir şekilde kurulan, ayarlanan ve icaplara uygun olarak yürütülen; dünya varlıklarına imkân kaynakları hazırlamayı hedef alan; ahenkli nizam ve tertipler kompozisyonudur (bütünüdür). (270, 271, 272, 273, 274, 275, 278, 48, 66, 296, 276)

Tabiat ahengi ya da tabiat denilen ahenk ve tabiatın idaresi

Olayların sonuçlarını nedenlerine bağlamaya yardım eden bir bilgi kudretiyle dünyaya bakanlar, onun en küçük zerresinden bütününe kadar her durumunda, her olayında, her varlığında muazzam bir ahengin, nizamlı bir tertibin mevcut olduğunu görmekte gecikmezler. (264) Büyük ‘kâinat ahengi’ni, nedensellik (Nedensellik prensibi) bağlarının nizamlı ve tertipli oluşları meydana getirir. (264) O hâlde bu ahengi gözlemleyebilmek için, tüm ‘olaylar’ arasındaki nedensellik ve neden ilişkilerini düşünmek ve bu sahada bir şeyler görmeye, duymaya çalışmak lazımdır. (264) Âlemde hiçbir şey nedensiz değildir, her şey bir sonuca bağlıdır ve her hareket, her olay, direkt ve endirekt olarak, sayısız bağlarla birbirine bağlıdır. (264) Bu prensibi esas tutup dünya hayatını inceleyenler orada, biri diğerini sonuçlandıran ve o diğeri de bir diğerinin nedeni olan, birbirine bağlanmış birçok olayı ve “oluş” hâlini zincirleme ve ahenkli bir akış içinde görebilirler. (264) Bu akıştaki tertipler, nizamlar ve büyük maksatlara doğru ilerleyen hareketler, âlemdeki büyük ahengin mevcudiyetini insanlara bütün kudretiyle hissettirirler. (264)

Tabiatın bütün durum ve olaylarında tekâmülün genel ahengine göre, varlıkların her türlü ihtiyaçlarına uygun durumlar meydana getirilmiştir. (270) En yüzeysel bir görüşle dahi, dünyada etrafına dikkatlice bakanlar, büyük ahengin tabiata yansımış sayısız tecellilerini görebilirler. (270)

Mesela yeryüzüne “yüksekten” bakıldığı zaman, karalar ile denizlerin kavuşmasındaki ahengi herkes görebilir: (270)

Denizlerin milyonlarca canlının hayatına en ufak bir zarar bile vermeyecek şekilde karalarla kucaklaşması, tekâmül ahenginin dünya maddeleri üzerinde tecelli eden tezahürlerinden biridir. (270) Denizler, derin bir saygı gösterircesine karalara karşı olan sınırlarını aşmazlar. (270) Karalar, sakin bir ağırbaşlılıkla denizlere karşı olan durumlarını muhafaza ederler. (270) Bütün bunlar, dünyada yaşayan canlıların hayat şartlarına ve genel ahenge göre, vazifeli varlıklar tarafı ndan ayarlanmıştır. (270) Bu ahengin biraz bozulması, mesela denizlerin, bulundukları seviyeden 8-10 metre yükselmesi birçok yerde, pek çok canlının hayatına malolabilecek sonuçları doğurur. (270-271) İnkilap ve intikal devri. Fakat böyle olmaması icap eden yerlerde bu ahenk asla bozulmaz. (271)

Dünyada hayatın sürmesi ve varlıkların inkişafı için kurulan bu büyük ahenge mevsimler güzel bir örnek oluştururlar: (271) Mesela mevsimler, hayat sahiplerinin yaşama imkânları dahilinde kalan sıcaklık derecelerindeki belirli sınırlarını aşmaksızın, büyük bir nizam ve intizam içinde birbirlerini izlerler. (271) Bunların akışlarındaki ‘otomatizma’, büyük vazifeliler tarafından kurulmuştur. (271) Bu sayede mesela ılıman iklimlerde, kızgın yaz günlerinden kışın en soğuk günlerine birdenbire atlanmaz. (271) Sıcaklık dereceleri en üst sınırdan en alt sınıra ve en alt sınırdan en üst sınıra gelinceye kadar kademe kademe, her gün biraz daha değişmek suretiyle tatlı bahar akışları içinde yazlardan kışlara, kışlardan yazlara geçilir ve hiçbir vakit çizilmiş sıcaklık derecelerinin sınırları ne aşağıda, ne yukarıda, dünyadaki hayat sahiplerinin tahammül edemeyecekleri seviyelere uzanmaz. (271) Bu hâl, âlemlerin büyük ahengine uyan yüksek ‘Plân’lar tarafından tanzim edilmiş hesaplı bir tertiptir. (271) Mevsimlerin sıcaklık-soğukluk dereceleri, varlıkların her türlü ihtiyaçlarına cevap veren malzemelerle doludur. (271) Burada da büyük bir tertip ahengi vardır ve bütün bu nizam ve tertipler, kâinatın genel tekâmül akışı içinde, dünya varlıklarına sonsuz imkân kaynakları hazırlamak hedefi yolunda kurulmuştur. (271) Bu ahenkten zerre kadar şaşmamak üzere sayısız vazifeli varlık bu kuruluşlarda vazifelenmiştir. (271)

Her iklimin kendisine mahsus bir nizamı kurulmuştur. (272) O nizam, o iklimde yaşayan varlıkların hayat imkânlarıyla ve dayanıklılık dereceleriyle aynı ayarda olarak yürütülür. (272) Sıcak iklimin bitki, hayvan ve insanları, muhtaç oldukları hayat şartlarını o iklimde bulurlar. (272) iklimler büyük bir sadakatle bu ahenge uyarlar. (272) Hiçbir zaman tropikal bölgelerde buz dağları oluşmayacağı gibi, buz kuşaklarında da kızgın çöller, sıcak bölgeler bulunmaz. (272) Çünkü bu gibi hâller, oraların sakini olan bedenlerin (oraları iskân eden bedenlerin) yaşama imkânlarına uygun değildir. (272)

Yerlerin kuruduğu, bitkilerin susuz kaldığı, hayvanların içecek su bulamadığı ve insanların kuraklıktan, mevsimsiz bir ölümle karşı karşıya kaldığı an, derhal, büyük ahenge uygun faaliyetlerle vazifelenmiş varlıklar harekete geçer ve o bölgeye tesirlerini göndermeye başlarlar: (272) Bu tesirler sayesinde bulutlar toplanır, yeryüzüne inen yağmur suları ortalığı canlandırır, zararlı durumların meydana gelmemesi için mükemmel ve ahenkli bir otomatizma kurulmuş olur. (272) Yerdeki sular, belirli ısı derecesi ile buharlaşarak tekrar gökyüzüne çekilir ve lüzumu olunca yağmur hâlinde yine yere inerler. (272) Bu suretle bütün hâl ve yürüyüşler, genel tekâmül akışı ahengine uygun bir nizam içinde, kıl kadar şaşmadan yollarında sürüp giderler. (272)

Geceler belirli aralıklarla gündüzleri takip eder .(273) Bu hususta yeryüzündeki her bölgenin mevsimine göre bir ayarı, periyodik bir tertibi vardır. (273) Belirli mevsimlerde günler ve gecelerin süreleri daima sabit kalır. (273) Bütün bunlar, şaşmayan tertipler dahilinde cereyan eden hâllerdir. (273)

Dünyada, her olayda ve durumda muntazam bir ritim dahilinde ve büyük bir uygunluk içinde meydana gelen hâller ve düzenler, dünyanın genel ahenginin birer tezahürüdür. (273) Nizamsız, bozuk hiçbir şey yoktur; bütün olaylar, derece derece, her varlığın inkişafı veya ruhunun tekâmülü ile ayarlı ve ona yardımcı olarak ortaya konmuştur. (273) Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinatın (Kâinat ahengi) küçük bir parçasıdır; dünyada meydana gelen hiçbir şey bu ahengin dışına çıkamaz; çıkarsa mevcut olamaz. (273) Çünkü ahenk, olayların, büyük tekâmül yolunda her noktasında birbirine intibakı, uygunluğu ve birbirini tamamlayıcı durumda bulunması demektir; bu ise, olayları meydana getiren bütün hareketlerin birbirine tam mânâsıyla kaynaşmış olmasını ifade eder. (273) Hâlbuki her varlık, her madde cüzü, her vibrasyon birer hareket kompleksidir. (273) Hareket, Hareket kompleksleri

İnsanlar nazarında iyilik, kötülük, bozukluk, düzensizlik, mânâsızlık, alçaklık, yükseklik, münasebetsizlik gibi görünen şeylerin hepsi izafîdir. (273) Görünüşlere bakarak yapılan bu değerlendirmeler, insanların kâinat nizamı (İlâhî nizam) ve ahengi hakkındaki görüş noksanlıkları yüzünden vardıkları kısır yargılardan ibarettir. (273) Bir arslanın, kendisini müdafaadan âciz bir geyiğe saldırarak onu parçalayıp yavrularına yedirmesi, büyük balıkların küçük balıkları yutması; bitki, hayvan ve insan âlemlerinde sayısız birbirini öldürme ve yemelerin, dünyanın kurulduğu andan itibaren hep sürüp durması; insanların birbirlerine saldırarak kendi huzur ve rahatlarını yok etmesi; sayısız azap ve işkenceyle dolu günlerini kendi fiil ve hareketleriyle bizzat kendilerinin davet etmesi ve nihayet, dünyayı kendileri için bir cehennem, bir zindan hâline koyması gibi çirkin görünen hâller; aslında büyük ahengin icaplarına uygun, idare mekanizmasına mensup vazifelilerin kontrolleri altında cereyan eden lüzumlu, zaruri ve muhakkak surette hayırlı durumlardır. (273-274) Bunlar bütün varlıkların ve insanların “daima yeni inkişaf kademelerini hazırlama” gayesine göre yürüyen âlemin büyük nizam ve ahengi içinde akıp giderler. (274) İnsanlar bu gerçeği ancak tekâmülleri oranında görebilirler ve göreceklerdir. (274) Tekâmül nizamında ve kâinatın genel ahengi içinde bunların hiçbiri lüzumsuz, boş, çirkin ve abes değildir. (274) Bütün bu çirkinlik ve abeslik kavramları, yine tekâmül ahengi içinde tecelli eden bir “dünya hayatı” zaruretiyle, insanlar tarafından kabul ve itibar edilmiş (öyle sayılmış), tek taraflı görüşlere dayalı izafiyetlerdir (göreceliklerdir). (274)

Esasen, hislerinden bir an ayrılıp dünyayı objektif bir görüşle gözlemleyenler o anda bu hakikati bütün açıklığıyla görebilirler: (274) Böcekler âlemine baktıkları zaman, aralarındaki bütün kavgalarına, dövüşlerine rağmen, onların daima yetişme ve inkişaflarını sağlayan büyük bir ahengin mevcut olduğunu ve bu ahenk içinde, bu dövüşlerin ve kavgaların da büyük mânâlar taşıdığını takdir etmekte gecikmezler. (274) Böylece en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün bitki, hayvan ve insanlar âleminde bazen müspet, bazen menfî şekillerde görünen, büyük nizam ve ahengin icaplarına bir uyuş, bir katılış hâli akıp gider. (275)

Mâşerî plân icaplarının ahengine uyuş hâli, insanlarda –daima büyük tabiat nizamının ve tekâmül ahenginin kadrosu içinde kalmak şartıyla– çok daha geniş ve kapsamlı varyetelerle görülür. (275) Mesela, insanlar arasında bazı yerlerde büyük bir barış ve sükûnet içinde tecelli eden ahenk, diğer birçok yerde ise birbirini taciz etmek, zarara sokmak, boğmak, öldürmek tarzında yürüyen ahenkten farklı ve ayrı değildir. (275) İnsanlar nazarında ahenksiz ve bozuk gibi görünen bütün kargaşalıklar, kâinat ahenginin, dünya nizamına uygun olarak insanların çeşitli yetişme ihtiyaçları, kudretleri ve liyakat derecelerine göre tertiplenmiş, ayarlanmış tezahürleridir. (275) Böylece taşından, toprağından itibaren bütün hayat sahiplerini ve onlara ait hareket ve olayları muazzam bir tekâmül ahengi içinde sinesine almış “dünya hayatı”, bu tarafıyla tek bir bütün olarak ele alınmalıdır. (275) O öyle muazzam bir orkestradır ki, ayrı ayrı ele alındıklarında çeşitli disonan (ahenksiz, akortsuz) ve hatta kulak yırtıcı karakterler göstererek çıkan bazı sesler, o orkestranın bütünü içinde dinlendiğ i zaman, gayet güzel, ahenkli ve hatta orkestranın mükemmeliyeti için lüzumlu durum ve kıymetler hâlini alır. (275-276) Kompozisyon ve orkestrasyon bilgilerinden anlamayan bir insan kalkıp da, kendisine bozuk gelen bir âletin sesini, yine kendi keyfine göre düzelteyim derse o orkestranın ahengini bozabilir. (276) Hâlbuki dünyanın bütün” hâli, böyle alelâde bir orkestranın fakir ahengiyle kıyas bile edilemeyecek sonsuz kapsama sahip bir armoni içindedir. (276) Bu bakımdan dünya, tüm oluşumlarıyla, muazzam bir kompozisyon olarak kurulmuştur. (276) Bu kompozisyonu meydana getirenler de Ünite’den süzülüp gelen aslî icaplara intibak etmiş “büyük vazifeli sanatkârlar”, yani büyük organizatörlerdir. (276)

İnsanlarca “doğal âfetler” diye nitelenen tabiat olaylarının tesadüfî olmayışı, düzenli, maksatlı ve aslî icaplara uygun olarak, manyetik alanlar yoluyla meydana getirilişi

Her gezegenin, güneş sisteminin ve galaksinin bir manyetik alanlar sentezi vardır; yüksek vazifeli varlıklar, vazifelerini bu alanlara tesir ederek yaparlar. (49) ‘Manyetik alan’lar yoluyla dünyaların, sistemlerin, güneşlerin hâl ve durumlarına tesir edebilecek hareketler, ancak çok yüksek ‘Plân’ların işidir ve kuşkusuz bunlar Aslî Prensibin (Aslî Prensip) icaplarına (Aslî icap) göre kontrollü olarak yapılır. (48)

Bir güneş sistemindeki herhangi bir kürede meydana gelecek değişiklikler de, o kürenin manyetik alanına yapılacak ‘tesirler’le mümkün olur. (296) Yani bir kürede icap eden sayısız de-ğişmeler; o kürenin manyetik alanına, sistemin güneşinden veya başka bir yerden gelecek tesirlerle meydana gelir ki, bu tesirler de vazife plânının o sistemde vazifelenmiş bulunan varlıkları tarafından direkt veya endirekt olarak gönderilir. (296)

Dünya’nın idaresinde vazifeli varlıklar da mesela Dünya’daki küçük veya büyük tabiat olaylarını Dünya’nın kapsamlı ve geniş manyetik alanından istifade ederek, bu alana çeşitli tesirler göndermek suretiyle meydana getirirler. (48) Dünyadaki bütün hareket ve sonuçları meydana getiren tesirler, ‘Ünite’den süzülerek gelen aslî direktiflere göre, dünyanın muhtaç olduğu (ihtiyaç duyduğu) durumları sağlamak vazifesiyle yükümlü Yüksek Plân’dan (Dünya idare Plânı) direkt veya endirekt olarak Dünya’nın manyetik alanına inmektedir. (305) Bu tesirlerin dozları; ne biraz fazla, ne de biraz eksik olmamak üzere, tam kıymetleriyle gönderilmekte ve böylece aslî icaplar yerine getirilmektedir. (305) Mesela Dünya’da bir depremin, bir volkanik püskürmenin, bir tufanın ortaya çıkması gibi büyük tabiat olaylarının meydana getirilmesi, manyetik alanına vazifeliler tarafından gönderilen tesirlerle sağlanır. (66) Tabiat olaylarının bir nizam dahilinde meydana getirilmeleri Ünite’nin direktifleri altındaki büyük ‘organizasyon’larda vazifeli ‘organ’lar tarafından sağlanır ve sevk ve idare edilir. (179)

Dünya, Güneş Sistemi içinde bir organdır ve onun da diğer bütün organlar gibi, belirli hayat devreleri, inkişaf safhaları, inkılâpları, etraftan ve yukarılardan aldığı sayısız tesirlerle bozulan ve tekrar kurulan denge durumları vardır. (249) Eğer Güneş Sistemi’ndeki bir küre üzerinde ‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’nda tebliğ edildiği gibi, büyük bir inkılâp çapında değişimler icap ediyorsa, o zaman, o kürenin manyetik alanına daha ağır ve daha güçlü tesirlerin gönderilmesi lüzumu belirir: (296) İşte Dünya’da olacağı kesinleşmiş büyük inkılap olaylarını meydana getirmek üzere Güneş Sistemi’ne ulaşacak ilk güçlü tesir, Güneş Sistemi’mize çok uzak mesafelerde bulunan başka bir sistemin, yörüngesinden savrulan, Dünya’dan hemen hemen 400 defa daha büyük bir gezegeninin manyetik alanından gelecektir. (296) Misafir gezegen

İnkılap ve intikal devrinde olacak büyük tabiat olaylarının gerekleri

Tabiatta hiçbir varlığın hiçbir ihtiyacı ihmalle karşılanmaz. (277) Bütün tekâmül ihtiyaç ve isteklerine uygun tertip, nizam ve düzenler derhal kurulur. (277) Çünkü kâinat ‘tekâmül’ içindir ve orada bütün tekâmül ihtiyaçlarının tatmin edilmesi bir zarurettir. (277)

Mu devresi’nin kapanışıyla açılan şimdiki devreyi kapamak üzere bulunan Dünya, bir inkişaf devresini daha bitirmek ve böylece, yüz binlerce defa tekrarlanmış olan bu açılış ve kapanışlarına bir tanesini daha eklemek üzeredir. (306, 257) Her defasında kendisinin bir devrelik bütün inkişaf imkânlarından faydalanan insan varlıklarının, ‘hidrojen âlemi’ndeki tekâmül hazı rlıklarını bitirmelerine, ‘liyakat’ kazandıkları, muhtaç bulundukları (ihtiyaç duydukları) yüksek âlemlere, kitleler hâlinde intikal etmelerine ve hidrojen âleminden tamamen kurtulabilmelerine zemin hazırlayan dünya, böylece bir kez daha bu zemini hazırlamak üzeredir. (306)

Mu devresinin sonlarına doğru, artık olgunlaşmış ve dünya maddelerinden istifade edemez duruma gelmiş insanlar, yüksek kaderlerini, ileri ihtiyaçlarını karşılayacak yüksek mekânları, yüksek âlemleri beklemekteydiler. (255) Henüz bu dereceye gelmemiş olanlar (Dünya Okulu’ndan mezun olamayacak ikinci grup) ise kendi basit durumlarına ve ihtiyaçlarına yetecek ortamlar arıyorlardı. (255) Dolayısıyla bütün bu ihtiyaçların (her iki grubun ihtiyaçlarının) gerçekleşmesi için dünyanın değişmesi ve bunun sonucunda da yeni ihtiyaçları karşılayacak yeni ‘mekân’ların, yani yeni kaderlerin (Kader mekanizması) tezahür etmesi icap ediyordu. (255) Esasen birbirinden büyük farklarla ayrılmış bu iki gruptaki ihtiyaç sahibi insanların aynı ortamda bulunması da caiz (uygun, yerinde, doğru, yakışık, mümkün) olmazdı. (255)

Mu devresi sonlarında birbirinden büyük farklarla ayrılmış iki gruptaki farklı ihtiyaç sahibi insanların, yani Dünya Okulu’ndan mezun olacak seviyeye gelerek daha yüksek ‘mekân’lara layık olmuş bulunanlar (birinci gruptakiler) ile bu mekânlara geçme ‘liyakat’ini kazanamamış bulunanların (ikinci gruptakilerin), tekâmüllerine artık aynı ortamda devam etmeleri mümkün değildi ve mezun olanlar, yollarına yarı-süptil âleme geçerek devam ettiler ki, bir çatal ağzına (yol ayrımına) gelindiği günümüzde de aynı durum sözkonusudur. (255, 256) Artık ihtiyaçları bakımından bir arada yaşaması mümkün olmayan iki insan kitlesi, inkişaflarına birbirinden ayrı yol ve mekânlarda devam etmek üzere, yine bir çatal ağzına yaklaşmaktadır. (256, 282, 283)

İnsanlar Mu devresinin son günlerine bugün de tekrarlanmakta olan aynı yollardan hazırlanmışlardı. (282) İnkılap ve intikal devri. Kapanış ya da inkılap alâmetleri orada da kendilerini göstermiş ve insanlara pek çok şey öğretmişti. (282) Aynı tertipler, bugünkü dünya insanları için de tekrar edilmeye başlanmıştır. (282) Şimdiki devrenin kapanışına ait olaylar, Mu devresinin kapanışından önceki olaylarla, aralarında hemen hemen hiçbir fark olmaksızın, paralel olarak cereyan etmektedir. (282- 283)

Şimdiki devrede insan varlıkları (birinci gruptakiler) daha üstün hayatlara aday duruma girmiş ve sonsuz parlak ülkelerin “kapı”sına dayanmış bulunmaktadırlar. (277) Fakat insanların lâyık oldukları bu yüksek ve parlak hayatlara kavuşabilmeleri için, bu kapının açılması lazımdır. (277) İşte peşinden iştiyakla, kan ter içinde koştukları bu eşsiz mutluluğun bulunduğu ülkelere göç edebilmeleri için, insanların yapacakları küçük bir iş daha kalmıştır ki, o da, zaten açılmaya hazır bir vaziyette önlerine dikilmiş olan bu “kapı”yı, bir fiske vuruşuyla ardına kadar açarak içeriye dalmaktan ibarettir. (277-278) Fakat bunun gerçekleşmesi yine çok tertipli ve ahenkli birtakım olayların akışları içinde mümkün olabilecektir ve bunun böyle olması da insanların selâmeti için lüzumludur. (278)

İşte şimdiki devrede insanların (birinci gruptakilerin) şiddetle istedikleri, bekledikleri mutluluğa kavuşması için, âlemin büyük ahengi içinde, lüzumlu tertipler de kuşkusuz kurulmaktadır. (277) Bu ileri tertipler, bugünkü dünya nizamının yavaş yavaş değişmesi ve olgunlaşmış hale gelen yeni istek ve ihtiyaçlara göre lüzumlu formların meydana gelmesi zaruretiyle, ilâhî nizamın ahengi içinde takdir ve tespit edilmiştir. (277)

Yakında, tabiat şartlarında meydana gelmeye başlayacak olan köklü değişikliklerde hiçbir şey maksatsız ve körü körüne olmayacak, en ufak bir olay bile, ancak ‘Ünite’den gelen icaplara (Aslî icap) göre, üstün vazifeli varlıklar tarafından, şaşmayan ve aksamayan bir tertip ve ahenk içinde meydana getirilecektir. (278) İşte üstte belirtilen “kapı”nın açılması demek, bu hakikatin insanlar tarafından idrak edilmesi, benimsenmesi ve ona göre mevcut düzenlere isteyerek, sevinerek gidilmesi, uyulması demektir. (278)

Gelecekteki bütün değişmeler (inkılap ve intikal devrinde giderek yoğunlaşacak doğal âfet denilen olaylar), insan idraki karşısında ne kadar büyük birer katastrof (yıkım) mahiyetinde görünürlerse görünsünler, insan varlıklarının ihtiyaçlarına en uygun ve en mükemmel cevaplar verici tertip ve nizamlar altında meydana geleceklerdir. (277) Yakında başlayacak olaylar (tabiat olayları), dünyada mümkün olabilen, insan tekâmülüne uygun nihai sahneleri hazırlayacak ve yüzyıllardan beri süren ıstıraplı bir dünya devresinin (Son Dünya devresi) son perdesini bu sahnelerle kapatacaktır. (277)

Kader mekanizması’; insanların tekâmülde esas tutulan özgürlükleriyle tercih ettikleri, istedikleri ve ihtiyaç duydukları ‘mekân’lara kavuşmaları yolundaki ‘cehit’ ve gayretlerine göre ‘liyakat’ derecelerini takdir eder ve ona göre icaplarını yerine getirir. (306) Bu suretle dünyanın kapanış safhasında, herkes istediğini bulacak, ihtiyacının karşılığını alacak, tekâmül merdiveninin liyakat basamaklarındaki yerine ulaşacak ve böylece, ilerleyen ilerleyecek, gerileyen ise yerinde kalacaktır. (306) Yani ‘Dünya Okulu’ndan bu devrenin intikal devrinde mezun olma liyakatini gösterememiş gruptakiler ise; Dünya’nın yeni devresinin 60 bin yıl sonra gelecek inkılap günlerini (okulun bir sonraki kapanışını) beklemek ve o günlere hazırlanmak üzere sayısız ferdî, mâşerî sınavlar, mihnetler, mücadeleler, savaşlar, ölümler, cinayetler, hastalıklar, esaretler, hapishaneler, zindanlar, engizisyonlar, tımarhaneler, hastaneler, ‘ıstırap’lar, sıkıntılar, sefaletler, açlıklar, ağır hizmetler vs. içinde, kısacası dünya hayatının insan tekâmülünü hazırlayan ve her dünya devresi tarihi boyunca geçirilmekte olan bütün inkişaf malzemeleri içinde yaşamaya tekrar devam edeceklerdir. (292)

Dünyanın devrenin kapanışı veya inkılap olaylarıyla ilgili olarak geçireceği bu son hazırlıkların iki cephesi vardır: (278)

1- Bir cephesi, bu dünyanın artık kendileri için elverişli bir mesken olamayacağını insanlara anlatmak suretiyle, onlara sözkonusu “kapı”yı açabilmelerini sağlayıcı, eksik kalmış lüzumlu bilgi, gözlem ve imanlarını kazandırmaktır. (278)

2- Bu hazırlıkların diğer cephesi de, sonradan gelecek daha basit bedenlerde bedenlenecek varlıkların inkişafına (insanaltı kademelerini başka gezegenlerde tamamlamış olup dünyanın yeni devresindeki ilkel insan bedenlerinde bedenlenecek varlıkların inkişaflarına) elverişli yeni bir dünyayı meydana getirmektir. (278) Her devre sonundaki dünya inkılabının bir fonksiyonu da sonraki devrede bedenlenecek varlıkların tekâmülü için gerekli şartların ve çevrenin hazırlanmasıdır. (257, 290) Tabiat şartları ile mâşerî plânlar birbirlerine göre düzenlenir ve birbirlerine ayarlanırlar. (268)

İnkılap devrinde olacak tabiat olaylarının mânâlarının anlaşılma süreci

Yakın olan bu devre kapanışının ilk alametleri denilebilecek bazı basit olaylar, hâlen (1959 yılında) başlamış bulunmaktadır. (279) Bunlar, insanlar nazarında henüz güçlü mânâlar ifade etmeyen, kör tabiat güçlerine bağlı, gelip geçici arızalardan ibaret sanılan bazı atmosfer değişiklikleridir. (279) Devrin ilk 50 yıllık döneminde (2009’a kadar) alışılmamış, olağandışı hâller, önceleri sinsi şekilde (delalet ettikleri mânâları fark edilmeyecek ve insanları pek meşgul etmeyecek güçte) olacaktır:

Mesela vaktinde beklenen yaz sıcakları bazen bir türlü gelmeyecek, kış ortasında anormal sıcak havalar, yaz ortası nda da soğuk havalar görülmeye başlanacaktır. (279) Bazı yerlerde uzun süre devam eden kuraklıklar yanında, diğer bazı yerlerde sürekli yağmurlar önemli ölçüde tahribat yapan seller meydana getirecek, denizlerde yükselmeler ve depremler olacaktır ki, bu tür olaylar, önceleri sinsi şekilde ve insanlar tarafından hakiki mânâlarına nüfuz edilebilmesine pek yeterli gelecek kudrette olmamakla birlikte, daima ilerleme gösterecek şekilde sürecekler ve daha ileri safhalara hazırlayıcı mahiyette bir tedriç (derece derece, yavaş yavaş ilerleme) izlerken, gittikçe de şiddetlerini arttıracaklardır. (279, 280)

Yaklaşık 50 yıl sonra (2009 sonrasında) olaylar kendilerini daha fazla hissettirmeye başlayacak ve insanları –daha doğrusu kendilerini lüzumu derecesinde hazırlayamamış olanları– çok rahatsız edici, korkutucu, zahmet ve ‘ıstırap’lar içinde bırakıcı karakterler almaya başlayacaklardır. (280) Bununla birlikte, bunlar da yine hakiki mânâlarını insanlara empoze edecek derecede şiddetlenmemiş olacaklarından, insanların bir kısmı bu olayların hakiki mânâlarını anlamaktan uzak kalacak, sadece büyük bir şaşkınlık içinde, ne olduğunu, neye uğradığını bilmeyecektir. (280)

Özetle, 50’nci yıldan (2009’dan) itibaren gerek kuraklıkların, gerek bazı diğer zorlayıcı tabiat olaylarının meydana getireceği sonuçlar, gerekse yer yer devam edecek büyük çaptaki göçler; dünyada büyük kargaşalıklara neden olacaktır ki, tabiatın insanlara karşı gittikçe ekşiyen yüzü, çetinleşen durumu da bu kargaşanın derecesini hızla arttıracaktır. (281) Bu hâller çoğalarak 100’üncü yıla (2059 yılına) kadar devam edecek, 100’üncü yıldan sonra olaylar ve dünyada başlayan değişiklikler, insanlara kendilerinin hakiki mahiyetleri ve delâletleri hakkında bazı mânâlar verecektir. (281) Alışılmamış, olağandışı hâller, gittikçe artacak ve yavaş yavaş, delâlet ettikleri yüksek mânâları daha güçlü hissettirmek üzere, durmadan devam edeceklerdir. (279) 100’üncü yıldan (2059 yılından) sonra “büyük tabiat olayları” başlayacak, bunlar kısım kısım insanların kitleler hâlinde ölmelerine neden olacak ve insanlarca büyük felaket denilen hâller birbirini takip edecektir. (282)

Dünya maddesi insanlara artık korkunç çehresini göstermeye başlayarak, insanların kendisinden artık fazla bir şey beklememeleri gerektiğini, hatta hiçbir şey beklememeleri gerektiğini, “sözsüz bir dil”le (lisan-ı hâliyle) anlatmaya başlayacak ve bunu anlatmaktan bir an bile geri kalmayacaktır. (281) Kısaca, dünya yavaş yavaş insanlar için gittikçe kısırlaşacak, tatsızlaşacak ve “yaşanabilirlik” karakterlerini kaybedecektir. (281) Zaten son zamanlara doğru büsbütün artacak kanser vakalarının çoğalması da, artık dünya maddelerinin, ihtiyaçlara cevap vermediğ ini insanlara açıkça gösteren önemli delillerden (işaretlerden, kanıtlardan) biri olacaktır. (281) Mu devresi

Dünya inkılâbının son anına doğru (“birkaç gün sürecek nihai safha”nın başlangıcına doğru) bütün tabiat olayları şiddetlenecek, yer sarsıntıları artacak, su baskınları, büyük seller, büyük kaymalar, yer çatlamaları, birkaç şehri birden harabeye çevirebilecek büyük depremler birbirini izleyerek art arda sürecektir; öyle ki, insanlar başlarından henüz geçmiş bir felaketin sıcaklığı soğumadan daha korkunç bir başka felaketle karşılaşır hale geleceklerdir. (284)

Akıllı, bilgili ve iyi hazırlanmış olan insanlar bu hâli görebildikleri takdirde, gayet iyi anlamış olacaklar ki; dünya insanları için, artık dünya maddesi yeterli gelmemekte ve dünya, bu hakikati insanların kafasına vururcasına göstermektedir. (284) Böylece öyle bir an gelecek ki, pek çok insan artık kendisi için dünyada yaşanacak hiçbir yer kalmadığını anlamış bulunacaktır. (284) İşte bu da insanların, hakikati bütün çıplaklığıyla görebilmeleri için, dünyanın kurulmuş mükemmel bir tertip ve nizamı olacaktır ki, bu nizam ve tertibin kudretiyle, insanların çoğu, üstte belirtilen “iki âlemi birbirinden ayıran kapı”yı büyük bir iştiyakla (güçlü istek, özlem) ardına kadar açabilmek gücünü kazanacak, yani idraklerinin ışığına kavuşmaya başlayacaktır. (284)

İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’ndaki bilgileri okumuş, benimsemiş olanlar, dünya inkılabıyla sonuçlanacak önümüzdeki dönemde (2059’u izleyen yıllardan birine kadarki dönemde) meydana gelecek, insanların doğal âfetler olarak sayacakları tabiat olaylarının delâlet ettikleri mânâları daha ilk zamanlarda sezmekte güçlük çekmeyecekler ve kendilerini, gelecek “büyük gün”e rahatça, kalp huzuruyla ve hatta sevinçle hazırlayabilmenin imkânlarını elde etmiş olacaklardır. (280)

Volkan ağızlarının kızgın ateşleri, su kütlelerinin azgın saldırışları, yer sarsıntılarının şiddetli hareketleri, yıldırımların gürültüsü; “buradan gitmesi kararlaştırılmış olanlar” için ancak birer oyuncaktan ibaret kalan ölüm vasıtalarıdır. (293) Çünkü dünyada kopan bu kıyametin o liyakati kazanmış insanlardan alabileceği tek şey, zaten burada bırakmayı seve seve kabullenmiş oldukları kaba bedenleri olacaktır. (293)

Tabiî âfetler denilen olayların “hazırlanmış olacak kimseler” için korkulacak olaylar olmayışı

Ruhun süptil maddi vasıtası olan varlığın ruhun tekâmülüne hizmet edebilmesi için kaba bir kürede doğması ne kadar güçlü bir icabın zarureti ise, sonraki tekâmülüne hizmet edebilmesi için, artık işine yaramayacak hale gelmiş kaba ortamları terk edip, ihtiyaç duyduğu daha üst ortamlara geçmesi de o kadar güçlü bir icabın zaruretidir. (94)

Bir insanın ‘ölüm’ünü doğuran bütün şekil ve hâller; hastalıklar, felçler, cinayetler, kazalar, tabiat olayları, sadece bu icap zaruretlerini, o varlığın sonraki inkişaf ve tekâmülüne en uygun gelecek tarzda yerine getirmek içindir. (94) Bu hakikati öğrendikten sonra, artık ölümü ve ölüme neden olan hâlleri birer felaket saymanın hiçbir mânâsı kalmaz. (94)

Ne kadar gürültülü ve korkunç görünürlerse görünsünler, büyük dünya inkılâplarının görünüşlerindeki korkunçluk hâli, zâhirîdir (görünüşten ibarettir, dünyasal realitelere ait görünürdeki hâldir): (293) Burada, ne korkulacak, ne ürkülecek, ne kaçınılacak, ne de kaygılanılacak hiçbir şey yoktur; çünkü bütün bu korkunç manzaralar, ancak dünya maddelerinin tâbi bulunduğu realitelere ait olup, onlarla beraber dünyada kalacaklardır. (293) Öbür (öte) tarafa, yüksek plânlara bunların bir zerresinin zerresi dahi geçemez. (293) Esasen (aslında, zaten) ölüm hiçbir ıstırap ve acı vermeyen, bir an meselesidir ve zaten ölüme neden olan olayların manzaraları, öz varlığa ait şeyler olmayıp, bedene ve dünyaya ait durumlardır. (293) Ölenler ise o an içinde bunların hepsini terk etmiş ve o anılarını unutmuş bulunacaklardır. (293) Ölüm

Dolayısıyla, volkan ağızlarının kızgın ateşleri, su kütlelerinin azgın saldırışları, yer sarsıntılarının şiddetli hareketleri, yıldırımların gürültüsü; “buradan gitmesi kararlaştırılmış olanlar” için ancak birer oyuncaktan ibaret kalan ölüm vasıtalarıdır. (293) Çünkü dünyada kopan bu kıyametin o liyakati kazanmış insanlardan alabileceği tek şey, zaten burada bırakmayı seve seve kabullenmiş oldukları kaba bedenleri olacaktır. (293) Buna da o insanlar çoktan razıdırlar. (293) Çünkü o insanların belki o anda bile sezmeye başlayacakları yüksek, mutlu âlemlerin mutluluk verici atmosferine bir an önce kavuşabilmeleri, bedenlerini terk edecekleri ölüm saniyesinin gelişine bağlıdır ve onlar idrak edebildikleri oranda, bu saniyenin bir an önce gelmesini bekleyeceklerdir. (293) Bu, bir mutluluk, sevinç ve kurtuluş anıdır. (293) Bu, ‘Dünya Okulu’nun binlerce yıllık ıstıraplı bir mazisi olan, ağır şartlar altında geçirilmiş, zahmetli öğrenim devresinin (Dünya devresi) tümüyle ve başarıyla tamamlanması ânıdır. (293-294) Bu an, başarılı, başarısız hayatların, çeşitli korkuları, ıstırapları, hatta azapları içinde bir sürü ümitsizlik ve inkisarla (düş kırıklığı, kırılma, gücenme) dolu şartlarının artık son bulduğu, her şeyin en mutlu, en hızlı ve rahat yollardan yürüyerek nurlu, berrak ve kudretli sahalara intikal edeceği bir andır. (294) Bu, tam mânâsıyla bir “kurtuluş ânı”dır. (294)

O kadar korkunç görünen bu hengâmede, o kadar dehşetli manzaralar gösteren bu kıyamet gününde; on binlerce yıllık mihnet ve meşakkatle dolu zincirli bir hapis hayatı olan kaba hidrojen âleminden parlak ve mutlu bir üst âleme geçilecektir. (294) Bu intikali (geçişi) sağlamak için de insanların bu dünyada artık, bir tek nefes süresi kadar kısa bir zamanı beklemekten ve o tek nefesin verilişi gibi basit, kolay ve küçük bir işlemi geçirmekten başka yapacakları bir iş kalmamış olacaktır. (294) Burada asıl felaket, ölemeyip, daha doğrusu o anda ölmek liyakatini kaybedip yaşamak ve basitleşmiş bir dünyanın, tekrar binlerce yıl devam edecek bekçiliğini yapmak hükmünü giymiş olan zavallı insanların başına çökecektir ki, bu da ne bir zulüm, ne de bir gadirdir. (294) Yeni Dünya devresi. Bu, onların, bütün bir dünya hayatı (dünya hayatları, İnsanlık hayatı) boyunca istedikleri, peşinden koştukları ve hatta tapındıkları madde arzu ve ihtiraslarının yüksek ‘kader mekanizması’ hükümleri karşısında gerçekleşmiş sonucundan başka bir şey değildir. (294)

Bütün bu olacak olaylar büyük tertip ve nizamlara tâbidir, hiçbir şey keyfî ve rastgele meydana gelmemektedir. (294) Yani dünyada olup bitecek olayların hepsi, ‘Ünite’den gelen direktif ve icaplara göre ayarlanmış, öyle olmuştur. (294) Her şey, varlıkların bizzat çalışarak kazanmış oldukları liyakat derecelerine göre, aslî icapların direktifi altı nda, aslî zamanın yardımıyla, kader mekanizmasının ölçüp, takdir ederek hükümlendirdiği tarz ve şekillerde, ‘vazife plânı’nın ilgili vazifelileri tarafından yapılmaktadır. (294) Dolayısıyla meydana gelecek her şey büyük hesaplara, çok ince ve kapsamlı teknik esaslara dayanmaktadır. (294) Bütün bu hareketleri ve sonuçları meydana getiren tesirler, Ünite’den süzülerek gelen aslî direktiflere göre, Dünya’nın muhtaç olduğu durumları sağlamak vazifesiyle yükümlü Yüksek Plân’dan (Dünya idare Plânı), direkt veya endirekt olarak, Dünya’nın ‘manyetik alan’ına inmektedirler. (305) Bu ‘tesirler’in dozları; ne biraz fazla, ne de biraz eksik olmamak üzere, tam kıymetleriyle gönderilmekte ve böylece ‘aslî icap’lar yerine getirilmektedir. (305) Dolayısıyla bütün bu hareketler plânsız değil, muazzam bir tekâmül plânının tatbikatı gayesine yönelik olarak belirli ölçülere göre meydana getirilmektedir. (305) İşte bütün bunlar, tekâmül yolunda, kâinatın muazzam ahengi ve nizamı içinde kurulmuş hikmetle dolu tertiplerdir. (305) İlâhî nizam, Kâinat ahengi

Bu hercümerç (karmakarışıklık, darmadağınıklık, alt üst olma, allak bullak olma) gününde, göründüğü gibi bir felaket yoktur. (305) Burada olan şeyler; bir taraftan, dünyadaki tekâmül devrelerini başarı ile bitirmiş, artık kendilerini tatmin etmeyen dünya maddelerine sırtlarını çevirmiş insanların lâyık oldukları âlemlere intikallerini sağlayacak; diğer taraftan da kaba maddeden kendilerini bir türlü kurtaramayan ve mutluluğun ancak o maddeye gömülmekle kazanılacağını sanan hazırlıksız insanların iştiyak (güçlü istek) duydukları kaba maddelere geri dönmeleri ihtiyacını yerine getirecektir. (305-306)

Kâinat ahengi

İlâhî nizam

Ölüm

İnkılap ve intikal devri

Dünya idare Plânı

Sevgi Plânı

Kader mekanizması