Kâinat ahengi

Kâinat ahengi; kâinat ‘organizasyon’larında vazife almış her kademedeki vazifelilerin derece derece kapsam kazanan fonksiyonlarıyla –’Ünite’den gelen direktiflere göre– yerine getirilen ilâhî icabın (Aslî icap) tüm kâinattaki tecellisi ve tezahürü olan ahenktir. (269, 270) Bir başka tanımıyla, kâinat ahengi; nedensellik (Nedensellik prensibi) bağlarının nizamlı ve tertipli oluşlarıyla meydana gelen; ‘ilâhî nizam’ın kâinattaki icaplarını yerine getiren “tesirler vahdeti”nce kurulan ahenktir. (264, 92) Ahenk, ilâhî Işığın kendisidir; ahenk Ünite’nin nurlarıdır; ahenk, kâinatın kendisidir. (273, 270, 317) Aslî Kudret ışığı konisi, Ahenkten olmak

Tüm kâinatın (Madde kâinatı) hiçbir zerresi, ilâhî Işık huzmelerinden yoksun (azade) kalamaz; kâinatın bundan yoksun kalan bir tek noktası derhal kararmaya, amorf hale düşmeye, yani insanların anladığı mânâda yok olmaya mahkûm bir duruma düşer. (273, 195) Bu ilâhî Işık, ahengin kendisidir ve kâinatın bütün hareketleri ancak bu ilâhî Işık kudretiyle var olabilir. (273) Ahenkten ayrılmak demek, bu hareketlerden yoksun kalmış olmak demektir ki, hareketlerden yoksun kalmış hiçbir maddenin, hiçbir varlığın mevcudiyeti ve bekası (varoluşunu sürdürmesi) düşünülemeyeceğine göre, nerede hareket varsa orada muhakkak kâinat ahenginin bir tecellisi mevcuttur. (273)

Tabiat’ın bütün durum ve olaylarında tekâmülün genel ahengine göre, varlıkların her türlü ihtiyaçlarına uygun durumlar meydana getirilmiştir. (270) Bu ahenk, bu düzen, tüm varlıkların tekâmülleri yolundaki mukadderlerine hâkim ilâhî icabın tezahürüdür. (270) Bu icap da büyük kâinat organizasyonlarında vazife almış her kademedeki vazifelilerin, Ünite’den gelen direktiflere göre, derece derece kapsam kazanan fonksiyonlarıyla yerine getirilir. (270) Böylece bütün ‘âlemler’, bütün kâinat, büyük bir ahenk içinde birbiriyle sımsıkı kucaklaşmış sayısız olaylar, oluşlar ve akışlar kompleksidir. (270) Ahenk kâinatın bizzat kendisidir. (270)

Dünya’daki ahenk ya da “kâinat ahenk bütünü”nün Dünya denilen cüzü

Ulus (Uluslar) ya da devlet, her şeyden önce insanlar arasında kurulmuş büyük bir topluluktur. (169) Ortak gayelerle bir araya toplanmış bu büyük insan kalabalığı, belirli hedeflere yönelik, muntazam, programlı, tertipli ve cehitli bir çalışma mekanizmasına tâbidir ki, bu mekanizma büyük nizama uygun hâlde ve dünya yürüyüşü ile tam bir ahenk hâlinde gider. (169) Dünya üzerinde hiçbir ulus diğerlerinden yalıtılmış ve tek başına değildir. (170) Hepsi aynı gaye yolunda direkt veya endirekt bağlarla birbirine bağlanmıştır. (170) Bu kurumlar, dünya-üstü vazife plânının hedef aldığı noktalara insanları götürmekte ve büyük bir ahenk içinde aynı elden sevk ve idare edilmektedir. (170)

Dünyaya olayların sonuçlarını nedenlerine bağlamaya yardım eden bir bilgi kudretiyle bakabilenler, onun en küçük zerresinden bütününe kadar her durumunda, her olayında, her varlığında muazzam bir ahengin, nizamlı bir tertibin mevcut olduğunu görmekte gecikmezler. (264) Büyük kâinat ahengini, nedensellik (Nedensellik prensibi) bağlarının nizamlı ve tertipli oluşları meydana getirir. (264) O hâlde bu ahengi gözlemleyebilmek için, tüm ‘olaylar’ arasındaki nedensellik ve neden ilişkilerini düşünmek ve bu sahada bir şeyler görmeye, duymaya çalışmak lazımdır. (264) Âlemde hiçbir şey nedensiz değildir, her şey bir sonuca bağlıdır ve her hareket, her olay, direkt ve endirekt olarak, sayısız bağlarla birbirine bağlıdır. (264) Bu prensibi esas tutup dünya hayatını inceleyenler orada, biri diğerini sonuçlandıran ve o diğeri de bir diğerinin nedeni olan, birbirine bağlanmış birçok olayı ve “oluş” hâlini zincirleme ve ahenkli bir akış içinde görebilirler. (264) Bu akıştaki tertipler, nizamlar ve büyük maksatlara doğru ilerleyen hareketler, âlemdeki büyük ahengin mevcudiyetini insanlara bütün kudretiyle hissettirirler. (264)

Tabiatın bütün durum ve olaylarında tekâmülün genel ahengine göre, varlıkların her türlü ihtiyaçlarına uygun durumlar meydana getirilmiştir. (270) En yüzeysel bir görüşle dahi, dünyada etrafına dikkatlice bakanlar, büyük ahengin tabiata yansımış sayısız tecellilerini görebilirler. (270)

Mesela yeryüzüne “yüksekten” bakıldığı zaman, karalar ile denizlerin kavuşmasındaki ahengi herkes görebilir: (270)

Denizlerin milyonlarca canlının hayatına en ufak bir zarar bile vermeyecek şekilde karalarla kucaklaşması, tekâmül ahenginin dünya maddeleri üzerinde tecelli eden tezahürlerinden biridir. (270) Denizler, derin bir saygı gösterircesine karalara karşı olan sınırlarını aşmazlar. (270) Karalar, sakin bir ağırbaşlılıkla denizlere karşı olan durumlarını muhafaza ederler. (270) Bütün bunlar, dünyada yaşayan canlıların hayat şartlarına ve genel ahenge göre, vazifeli varlıklar tarafından ayarlanmıştır. (270) Bu ahengin biraz bozulması, mesela denizlerin, bulundukları seviyeden 8-10 metre yükselmesi birçok yerde, pek çok canlının hayatına malolabilecek sonuçları doğurur. ( 270-271) İnkılap ve intikal devri. Fakat böyle olmaması icap eden yerlerde bu ahenk asla bozulmaz. (271)

Dünyada hayatın sürmesi ve varlıkların inkişafı için kurulan bu büyük ahenge mevsimler güzel bir örnek oluştururlar: (271) Mesela mevsimler, hayat sahiplerinin yaşama imkânları dahilinde kalan sıcaklık derecelerindeki belirli sınırlarını aşmaksızın, büyük bir nizam ve intizam içinde birbirlerini izlerler. (271) Bunların akışlarındaki ‘otomatizma’, büyük vazifeliler tarafından kurulmuştur. (271) Bu sayede mesela ılıman iklimlerde, kızgın yaz günlerinden kışın en soğuk günlerine birdenbire atlanmaz. (271) Sıcaklık dereceleri en üst sınırdan en alt sınıra ve en alt sınırdan en üst sınıra gelinceye kadar kademe kademe, her gün biraz daha değişmek suretiyle tatlı bahar akışları içinde yazlardan kışlara, kışlardan yazlara geçilir ve hiçbir vakit çizilmiş sıcaklık derecelerinin sınırları ne aşağıda, ne yukarı da, dünyadaki hayat sahiplerinin tahammül edemeyecekleri seviyelere uzanmaz. (271) Bu hâl, âlemlerin büyük ahengine uyan yüksek ‘Plân’lar tarafından tanzim edilmiş hesaplı bir tertiptir. (271) Mevsimlerin sıcaklık–soğukluk dereceleri, varlıkların her türlü ihtiyaçları na cevap veren malzemelerle doludur. (271) Burada da büyük bir tertip ahengi vardır ve bütün bu nizam ve tertipler, kâinatın genel tekâmül akışı içinde, dünya varlıklarına sonsuz imkân kaynakları hazırlamak hedefi yolunda kurulmuştur. (271) Bu ahenkten zerre kadar şaşmamak üzere sayısız vazifeli varlık bu kuruluşlarda vazifelenmişlerdir. (271)

Her iklimin kendisine mahsus bir nizamı kurulmuştur. (272) O nizam, o iklimde yaşayan varlıkların hayat imkânları yla ve dayanıklılık dereceleriyle aynı ayarda olarak yürütülür. (272) Sıcak iklimin bitki, hayvan ve insanları, muhtaç oldukları hayat şartlarını o iklimde bulurlar. (272) İklimler büyük bir sadakatle bu ahenge uyarlar. (272) Hiçbir zaman tropikal bölgelerde buz dağları oluşmayacağı gibi, buz kuşaklarında da kızgın çöller, sıcak bölgeler bulunmaz. (272) Çünkü bu gibi hâller, oraların sakini olan bedenlerin (oraları iskân eden bedenlerin) yaşama imkânlarına uygun değildir. (272)

Yerlerin kuruduğu, bitkilerin susuz kaldığı, hayvanların içecek su bulamadığı ve insanların kuraklıktan, mevsimsiz bir ölümle karşı karşıya kaldığı an, derhal, büyük ahenge uygun faaliyetlerle vazifelenmiş varlıklar harekete geçer ve o bölgeye ‘tesirler’ini göndermeye başlarlar: (272) Bu tesirler sayesinde bulutlar toplanır, yeryüzüne inen yağmur suları ortalığı canlandırır, zararlı durumların meydana gelmemesi için mükemmel ve ahenkli bir otomatizma kurulmuş olur. (272) Yerdeki sular, belirli ısı derecesiyle buharlaşarak tekrar gökyüzüne çekilir ve lüzumu olunca yağmur hâlinde yine yere iner. (272) Bu suretle bütün hâl ve yürüyüşler, genel tekâmül akışı ahengine uygun bir nizam içinde, kıl kadar şaşmadan yollarında sürüp giderler. (272)

Geceler belirli aralıklarla gündüzleri takip eder. (273) Bu hususta yeryüzündeki her bölgenin mevsimine göre bir ayarı, periyodik bir tertibi vardır. (273) Belirli mevsimlerde günler ve gecelerin süreleri daima sabit kalır. (273) Bütün bunlar, şaşmayan tertipler dahilinde cereyan eden hâllerdir. (273)

Dünyada, her olayda ve durumda muntazam bir ritim dahilinde ve büyük bir uygunluk içinde meydana gelen hâller ve düzenler, dünyanın genel ahenginin birer tezahürüdür. (273) Nizamsız, bozuk hiçbir şey yoktur; bütün olaylar, derece derece, her varlığın inkişafı veya ruhunun tekâmülü ile ayarlı ve ona yardımcı olarak ortaya konmuştur. (273) Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinatın küçük bir parçasıdır; dünyada meydana gelen hiçbir şey bu ahengin dışına çıkamaz; çıkarsa mevcut olamaz. (273) Çünkü ahenk, olayların, büyük tekâmül yolunda her noktasında birbirine intibakı, uygunluğu ve birbirini tamamlayıcı durumda bulunması demektir; bu ise, olayları meydana getiren bütün hareketlerin birbirine tam mânâsıyla kaynaşmış olmasını ifade eder. (273) Hâlbuki her varlık, her madde cüzü, her vibrasyon birer hareket kompleksidir. (273) Hareket, Hareket kompleksleri

İnsanlar nazarında iyilik, kötülük, bozukluk, düzensizlik, mânâsızlık, alçaklık, yükseklik, münasebetsizlik gibi görünen şeylerin hepsi izafîdir. (273) Görünüşlere bakarak yapılan bu değerlendirmeler, insanların kâinat nizamı (İlâhî nizam) ve ahengi hakkındaki görüş noksanlıkları yüzünden vardıkları kısır yargılardan ibarettir. (273) Bir arslanın, kendisini müdafaadan aciz bir geyiğe saldırarak onu parçalayıp yavrularına yedirmesi, büyük balıkların küçük balıkları yutması; bitki, hayvan ve insan âlemlerinde sayısız birbirini öldürme ve yemelerin, dünyanın kurulduğu andan itibaren hep sürüp durması; insanların birbirlerine saldırarak kendi huzur ve rahatlarını yok etmesi; sayısız azap ve işkenceyle dolu günlerini kendi fiil ve hareketleriyle bizzat kendilerinin davet etmesi ve nihayet, dünyayı kendileri için bir cehennem, bir zindan hâline koyması gibi çirkin görünen hâller; aslında büyük ahengin icaplarına uygun, idare mekanizmasına mensup vazifelilerin kontrolleri altında cereyan eden lüzumlu, zaruri ve muhakkak surette hayırlı durumlardır. (273-274) Bunlar bütün varlıkların ve insanların “daima yeni inkişaf kademelerini hazırlama” gayesine göre yürüyen âlemin büyük nizam ve ahengi içinde akıp giderler. (274) İnsanlar bu gerçeği ancak tekâmülleri oranında görebilirler ve göreceklerdir. (274) Tekâmül nizamında ve kâinatın genel ahengi içinde bunların hiçbiri lüzumsuz, boş, çirkin ve abes değildir. (274) Bütün bu çirkinlik ve abeslik kavramları, yine tekâmül ahengi içinde tecelli eden bir “dünya hayatı” zaruretiyle, insanlar tarafından kabul ve itibar edilmiş (öyle sayılmış), tek taraflı görüşlere dayalı izafiyetlerdir (göreceliklerdir). (274)

Esasen, hislerinden bir an ayrılıp dünyayı objektif bir görüşle gözlemleyenler o anda bu hakikati bütün açıklığıyla görebilirler: (274) Böcekler âlemine baktıkları zaman, aralarındaki bütün kavgalarına, dövüşlerine rağmen, onların daima yetişme ve inkişaflarını sağlayan büyük bir ahengin mevcut olduğunu ve bu ahenk içinde, bu dövüşlerin ve kavgaların da büyük mânâlar taşıdığını takdir etmekte gecikmezler. (274) Böylece en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün bitki, hayvan ve insanlar âleminde bazen müspet, bazen menfi şekillerde görünen, büyük nizam ve ahengin icaplarına bir uyuş, bir katılış hâli akıp gider. (275)

Mâşerî plân icaplarının ahengine uyuş hâli, insanlarda –daima büyük tabiat nizamının ve tekâmül ahenginin kadrosu içinde kalmak şartıyla– çok daha geniş ve kapsamlı varyetelerle görülür. (275) Mesela, insanlar arasında bazı yerlerde büyük bir barış ve sükûnet içinde tecelli eden ahenk, diğer birçok yerde ise birbirini taciz etmek, zarara sokmak, boğmak, öldürmek tarzında yürüyen ahenkten farklı ve ayrı değildir. ( 275) İnsanlar nazarında ahenksiz ve bozuk gibi görünen bütün kargaşalıklar, kâinat ahenginin, dünya nizamına uygun olarak insanların çeşitli yetişme ihtiyaçları, kudretleri ve liyakat derecelerine göre tertiplenmiş, ayarlanmış tezahürleridir. (275) Böylece taşından, toprağından itibaren bütün hayat sahiplerini ve onlara ait hareket ve olayları muazzam bir tekâmül ahengi içinde sinesine almış “dünya hayatı”, bu tarafıyla tek bir bütün olarak ele alınmalıdır. (275) O öyle muazzam bir orkestradır ki, ayrı ayrı ele alındıklarında çeşitli disonan (ahenksiz, akortsuz) ve hatta kulak yırtıcı karakterler göstererek çıkan bazı sesler, o orkestranın bütünü içinde dinlendiği zaman, gayet güzel, ahenkli ve hatta orkestranın mükemmeliyeti için lüzumlu durum ve kıymetler hâlini alır. (275-276) Kompozisyon ve orkestrasyon bilgilerinden anlamayan bir insan kalkıp da, kendisine bozuk gelen bir âletin sesini, yine kendi keyfine göre düzelteyim derse o orkestranın ahengini bozabilir. (276) Hâlbuki dünyanın bütün” hâli, böyle alelâde bir orkestranın fakir ahengiyle kıyas bile edilemeyecek sonsuz kapsama sahip bir armoni içindedir. (276) Bu bakımdan dünya, tüm oluşumlarıyla, muazzam bir kompozisyon olarak kurulmuştur. (276) Bu kompozisyonu meydana getirenler de Ünite’den süzülüp gelen aslî icaplara intibak etmiş “büyük vazifeli sanatkârlar”, yani büyük organizatörlerdir. (276)

Mâşerî plânların ahenk içinde düzenlenmesi ve yürütülmesi

Tekâmül, ‘mâşerî plân’ içinde yürür; aksi hâlde nizamdan ve ahenkten bahsedilemez. (173) Mâşerî plânların ne mükemmel bir ahenk içinde düzenlendiği ve yürütüldüğü şu örnekle daha iyi anlaşılabilir:

Küçük bir kuş yumurtasını ele alalım! (264) Bu basit kuş yumurtasının bile, büyük kâinat ahengi içinde muazzam sonuçlarla birbirine bağlı, çok tertipli ve nizamlı sayısız durumları vardır. (264) Yumurtanın bu büyük ahenge bağlı olan hayatını izleyelim: (264)

Bu yumurtadan zamanla küçük bir yavru meydana gelecektir. (264) Bu yavrunun meydana gelmesi için onun bir süre belirli bir ısı derecesinde muhafaza edilmesi lazımdır. (264) Bunun için de annesi olan dişi kuşa yukarıdan, bu işle vazifeli bir ‘Plân’dan bazı tesirler gönderilir. (265) O kuş bu tesirlerin altında bazı içgüdülere sahip olur. (265) Bu içgüdüler sonucunda yumurtanın üzerinde bir süre sebatla oturur. (265) Bedeninin ısısıyla, onun içindeki tohumun bir yavru kuş hâlinde yetişmesini sağlar. (265) Neden-sonuç zincirinin buraya kadar sıralanan birkaç halkasını yürüten tertip ve nizam aşikârdır (açıkça bellidir). (265) Bu, büyük bir ahengin ifadesidir. (265)

Yumurtadan çıkan ve koca kâinatın içinde bir damla bile olmayan kuş yavrusunu hiçe saymak, hatta küçümsemek çok yanlıştır. (265) Unutulmamalıdır ki bu yavru da kâinatın bir parçasıdır ve onun yaşaması ve büyümesi için, kâinat mekanizmasının onun hesabına düşen cüzleri sürekli olarak çalışmaktadırlar. (265) Nitekim, yumurtadan yeni çıkan yavru henüz basittir, tecrübesizdir, acemidir; uçmasını bilmez, yemesini bilmez, düşmanlarını tanımaz, tehlikeleri görmez, gıdasını nerelerden, nasıl sağlayacağını belirleyemez. (265) Dolayısıyla dünyaya gelir gelmez öylece kendi hâline bırakılırsa yaşayamaz, ölür. (265) Oysa onun yaşaması, birtakım işler görmesi lazımdır. (265)

Şu hâlde, bu işleri ona öğretecek ve yaptırtacak birine ihtiyaç vardır, o biri de işte, yine, onun dünyaya gelmesine yardım eden dişi kuş olmalıdır. (265) Fakat o dişi kuş, inkişaf düzeyi itibariyle, bunu düşünemez ve yavrusunun bu ihtiyacını takdir edemez. (265) O zaman, tekâmül nizamında vazifeli varlıkların müdahalesi başlar ve o kuşa öyle tesirler gönderilir ki, bu tesirlerin meydana getireceği içgüdülerle, ana kuş, bu kez, tehlikeler karşısında ortaya canını dahi koyacak derecede, yavrularını beslemeye, onları –kendilerini kurtarabilecek duruma gelinceye kadar– terbiye edip büyütmeye mecbur olur. (265) Yavru kuşun yaşamasına ve bunun için de dişi kuşa yukarıdan tesirlerin gönderilmesine lüzum vardır. (265) Çünkü o yavru, dünyaya, varlığının kuş hâlindeki inkişaf ihtiyacını gidermek için gelmiştir. (265) O, bu sayede dünyadaki kuş bedeninin bütün icaplarını yerine getirecek, görgü ve tecrübelerini –otomatik bir mekanizma içinde– kazanacak, çevresindeki diğer varlıklarla olan ilişkileri sayesinde de, onların bazı tatbikatlarına vesile olacaktır. (265) Bütün bu işler için lüzumlu tertipler, vazifelilerin yardımıyla kurulacak ve kuş, böylece dünyadan alacağını almış, vereceğini vermiş bulunacaktır. (265-266)

Bütün bunlar olup bittikten, yani kuşluk kademesinin bütün icaplarını yerine getirdikten sonra, artık onun kuş bedenini bırakması gerekir. (266) Çünkü o şimdi, daha ileri bir inkişaf imkânına kavuşmak ihtiyacını duymaya başlamıştır. (266) Bu imkânı sağlamak için de yeni bir tertibe lüzum vardır. (266) Onunla vazifeli olanlar, bu tertibi de yoluna koyarlar; başka bir bedene girmek üzere dünyadan ayrılması icap eden bu kuşu, dünyadan uzaklaştıracak çeşitli vasıtalardan –diğer varlıkların da tekâmül ahengine– en uygun olanına başvururlar: (266) Mesela, o sıralarda günlerden beri yiyecek bulamamış, aç kalmış, yaşaması icap eden bir kedinin de bu olaydan faydalanması, yukarıdaki tertip mekanizmasına pekâlâ uygun gelir. (266) Dolayısıyla vazifeli tesirler (vazifelilerden gelen tesirler) o aç kalmış kediye inmeye başlar ve onu kuşu yemesine yönelik faaliyete sevk eder. (266) Kedi bu sayede hem karnını doyuracak, hem de kediliğinin kendisine kazandırması icap eden bazı melekelerini geliştirecektir. (266) Aynı (bu olayın olmasını sağlayıcı) tesirler, artık dünyadan ayrılması icap eden kuşa da iner, kuşu kedinin tam bulunduğu yere sürükler. (266) Bu tesirlerin altında kuşun gözü kediyi görmez, doğruca, kedinin kolayca uzanabileceği yere konar; kedi de kuşu yakalar ve yer. (266) Böylece olayların akışı bir başka varlığın (kedi varlığının) plânının kapsamına da girmeye başlamış bulunmaktaysa da, yine sadece kuşun âkıbetine devam edelim! (266)

Buraya kadar kuşun yumurtadan çıkıp ölene dek geçirdiği hayat olaylarından ancak birkaçı ele alındı ve bunların ne kadar mükemmel bir tertiple, belirli maksatlara doğru ilerleyen neden-sonuç bağları ve tertipleri gösterildi; fakat onun mâşerî plânında bunlardan başka, bitki ve hatta insanlarla da direkt veya endirekt olarak birçok ilişkisi bulunabilir. (266) Bütün bunlar, genel inkişaf ahenginin çerçevesini kıl kadar aşmadan devam eder. (266) Bunlar içinde iyi görünen hâller olduğu gibi, yem’ini edinebilmek için yere konan kuşcağızın canavar bir kedi tarafından durup dururken parçalanması gibi, görünüş itibariyle insana kötü, bozucu, düzensiz görünebilecek hâller de vardır. (266) Ama üstte verilen bilgiden sonra, burada ahenksizlik değil, aksine ahengin ve tertibin en mükemmel mekanizması gözlemlenir. (266) Çünkü bu tertipler sayesinde o kuş, artık daha üstün ve inkişafa daha müsait bir başka bedende dünyaya gelecektir. (266)

Üstte belirtilen tertiplerle dünyadan ayrılmasından sonra, imkânı daha bol, bir başka hayvan bedeninde dünyaya gelecek bu varlık için, yine analar, babalar, mürebbiler (terbiye ediciler, eğiticiler), çevreler, iklim şartları, yardımcılar, kısaca her şey hazırlanır. (266-267) Bu varlığın inkişafı için ne lazımsa hepsi, vazifelisi tarafından çeşitli tertip ve nizamlar dahilinde meydana getirilir. (267) O varlığın otomatik olan mâşerî plânına girecek gerek kendi türünden, gerekse başka türden diğer varlıklarla çeşitli ilişkilerini tayin ve tespit etmek üzere tertip ve nizamlar birbirleriyle ayarlanır. (267) Mesela, o bir köpek olacaksa, köpek hayatındaki inkişaf imkânlarını hazırlayan tertipler arasında, kudurarak ölmesi icap eden bir insanın o köpeğe sahip olması da sağlanır. (267) Bütün bunlar dünyadaki genel tekâmülü yürüten büyük nizamın ahengi içinde cereyan eder. (267) Köpeğin ölüm vakti gelmiştir, ölecektir; plân gereğince köpek kuduz olur. (267) Bu sırada onun sahibi olan insan da dünyadaki işini bitirmiş, yeni bedenlerde inkişafına devam etmek üzere dünyadan ayrılacak duruma gelmiştir. (267) Yine tertip ve plân gereğince kuduran köpek onu ısıracak, kudurtacak ve böylece ikisi de ölecektir. (267) Bütün bunlar birbirine bağlı büyük ahenk içinde yürüyen tertiplerdir. (267)

Görüldüğü gibi, varlığın basit bir yumurta hayatından itibaren çevreyle olan ilişkilerinde; mesela kuş hayatında kediyle olan ve köpek hayatında insanla olan ilişkileri hikâyelerinde, görünüşte birbirine zıt yönlerde görünen, bozuk gibi görünen hayat yürüyüşü, aslında genel tekâmül ve inkişaf ahengine gayet uygun ve düzenli bir seyir izlemektedir. (267) Bu yürüyüş; yetişkin bir kuşa analık vazifelerine ilişkin ilk içgüdülerin hazırlıklarını kazandırmış, kuş bedeniyle bir kedinin yaşamasını ve bazı melekelerinin inkişafını sağlamış ve köpek bedeniyle bir insanın kudurmasına neden olarak da, onun ferdî ve mâşerî plânında birtakım sonuçların meydana gelmesine neden olmuştur. (267) Bunların hepsi bu varlıkların tekâmülleri için muhtaç oldukları en lüzumlu durumların meydana gelmesi içindir. (267) İşte bu hâl, büyük ahengin dünyaya ait tezahürünün küçük bir parçasıdır. (267) Birbirine aykırı görünmesine rağmen tek bir gayeye doğru yürütülen bu tertipler, aslında büyük tekâmül nizamının, dolayısıyla kâinat ahenginin icaplarındandır. (267-268)

Bu varlığın basit bir yumurtadan başlanarak ele alınan, böyle sayısız bedenler içinde, diğer sayısız varlıkla sayısız ilişki ve bağlar kura kura, gittikçe irtibat sahasının kapsamını arttıra arttıra, nihayet günün birinde bir insan bedenine yükselerek, onu kullanabilecek kudrete erişmesi ve bu âna gelinceye kadar çevresiyle olan milyarlarca ilişkilerinde kâinatta milyarlarca olayı meydana getirmesi ve ayrıca, bu olayların kıl kadar şaşmadan birbirine bağlı olup birbirini desteklemesi; bu ahengin nizamlı tertiplerinin en canlı gözlemini meydana getirir. (268)

Bu insanın çevresiyle, ailesiyle, dostlarıyla, diğer insanlarla, cemiyetle, ulusla, nihayet direkt veya endirekt bütün beşeriyetle kuracağı mâşerî plânlar içinde, sayısız ilişkileri, bağları, tesirleşmeleri olacak ve insanlık safhasındaki bütün hayatları boyunca devam edecek bu bağ, ilişki ve tesirleşmeler, sayısız tertip ve kombinezonlar içinde bütün insanlığı ve hatta kâinatı ilgilendiren sonuçlar doğuracak ve onun artık kâinatşümûl olan sonraki hayatları da, kâinat ahenginin nizam ve tertiplerine tam bir mutabakat (intibak hâlinde olma) hâlinde ‘Ünite’ye doğru ilerleyecektir. (268)

Burada görülüyor ki, basit bir kuş yumurtasının kâinatşümûl bir varlık hâline gelinceye kadar yürüyeceği yol üzerinde; onun ferdî plânlarına bağlanmış mâşerî plânı olacak; o mâşerî plânın diğer mâşerî plânlarla direkt veya endirekt tertip ve nizamlarda ilişkileri kurulacak; bütün bu ferdî ve mâşerî plânların icaplarına uygun çeşitli çevre ve tabiat şartları mevcut olacak; bu şartlar ile o plânlar ayarlanacak (birbirlerine ayarlanacak); bu ayarlamalar, nizamlaşmalar ve ahenkleşmelerde çok farklı derecelerdeki, kimisi tümüyle otomatik, kimisi yarı idrakli, kimisi tam idrakli bir sürü varlık vazifelenerek çalışacak (Hâmi ve yardımcı varlıklar); bu varlıkların üstünde de, “yüksek, üstün vazife plânı varlıkları” birer “idareci” olarak, Ünite’den aldıkları icap direktiflerine göre, kendi direktif ve kontrolleri altında onları sevk ve idare edecek; nihayet o basit yumurta günün birinde büyük ‘vazife plânı’nın idare mekanizması nda diğerleri gibi rol almış, kudretli bir varlık hâline gelecektir. (268, 78) Burada bu basit kuş yumurtasının çok ilerilerde, büyük bir vazifeli varlık hâline geleceğini gören ve daha basit bir yumurta hâlinde iken onun bu yüksek durumunu sağlayıcı lüzumlu ilk hazırlıkları tertip ve tayin edebilen kudret, o büyük ahenkten gelmektedir. (268 -269) Yani bir varlığın milyarlar ve milyarlarca yıl sonra gelecek durumlarının ilk hazırlıklarının tayin edilerek, bu hazırlıkların kıl kadar şaşmadan hedefine doğru yürütülmesi ancak büyük ahengin kudretiyle mümkün olabilir. (269)

Artık açıkça görülüyor olmalıdır ki, bütün bu faaliyetler, tekâmülü hedef alan ve kâinatı tüm olaylarıyla tek bir oluşa bağlayan ilâhî nizamın büyük ahengi içinde cereyan etmektedir ve dünya varlıklarının tek cepheli, kısır idrâkleri karşısında genellikle menfî görünüşlerine rağmen, bu nizam, tam ve şaşmaz bir ahenk içinde akıp gitmektedir.( 269) Varlıkların inkişaf ve tekâmüle ait tüm hareketleri, ancak bu kâinat ahengi içindeki nizamların, tertiplerin ışığı altında yürüyebilir. (269) Her tertip, her olay, ilâhî icabın tecellisi olan kâinat ahenginin, bütün varlıkları kapsayan tekâmül zaruretlerini karşılar. (269) Şu hâlde, kâinatın bütün âlemlerinde olduğu gibi, bu ilâhî icabın kapsamına giren dünyamız da kuşkusuz bu büyük ahengin içindedir. (269)

Dolayısıyla bir kuşun aç bir kedi tarafından parçalanması, hem kuşun, hem de kedinin inkişafı için ne kadar lüzumlu ve kâinatın tekâmül plânı ile ne kadar düzenli bir olay ise; bir liderin, bir devlet başkanının görünürdeki şu veya bu nedenlerle bir ulusu harbe sürüklemesi, pek çok insanın ölümüne neden olması, birçoğunun açlık, sefalet, ıstırap içinde kalmasına yol açması da, bu işe karışmış bütün varlıkların ayrı ayrı paylarına düşen inkişafları için o kadar lüzumlu ve kâinatın genel tekâmül plânında o kadar ahenkli bir olaydır. (269) Üstteki örnekte, hem kuş, hem kedi yüksek inkişaf hedeflerine varmak için bu işe nasıl otomatik olarak sürüklenmişseler, burada da o lider ve onun peşine takılanlar, aynı yoldaki büyük hedefe doğru kurulmuş ahenge, öylece otomatik olarak katılmış bulunmaktadırlar. (269) Bütün bunların sonucunda kuşkusuz sayısız inkişaf hamleleri yapılmış olunacak, o insanların önlerine sonsuz ilerleme imkânları açılmış olacaktır. (269-270) Buradaki boğuşmaların, kırışmaların, vuruşmaların perişan, ahenksiz, bozuk ve düzensiz görünen manzarası; hakikatte insanların idraklerinin üstünde bir tertiple, onların lâyık oldukları ve istedikleri ‘ıstırap’lı, azaplı, işkenceli yollardan inkişaf imkânlarını sağlayan ahenkli bir durumun ifadesidir.

Kâinat ahengini kuran tesirler vahdeti

Kâinat-dışı hakikatlerin (Kâinatlarüstü hakikatler) maddeye yansımış durumları olan, kâinatı insan idrakinin kavrayamayacağı karmaşık bir şebeke hâlinde baştanbaşa saran tesirler, sayısız varyeteler göstermelerine rağmen, fonksiyonlarını ‘ilâhî nizam’ın büyük ahengi içinde tek bir kudret hâlinde yaparlar. (69) İlâhî nizamın kâinattaki icaplarını yerine getiren, bu icaplar içinde kâinatın ahengini kuran ve onu kucaklayan, işte bu “tesirler vahdeti”dir. (92) Bütün toplulukların, organizasyonların, sistemlerin, her madde topluluğunun, topluluk sistemlerinin, kombinezonlarının faaliyetleri, birbirleriyle olan ilişkileri, özetle, her olay, her durum, her şey ancak, ilâhî nizamın büyük ahengi içinde, bu tesirler mekanizmasıyla sağlanır. (78)

Tâli tesirler’ de başıboş değildir (aslî tesirler gibi onlar da başıboş değildir), ruhların ferdî ve mâşerî tekâmül ihtiyaçlarına göre Ünite’nin tayin ve takdiri gereğince, yönlerinde en küçük bir sapma bile olmaksızın tam zamanında, lüzumu kadar ve ayarlı olarak hedeflerine ulaşırlar. (80) Bu tesirler; çoğu kez aralarında binlerce çatışma, çarpışma, çekişme ve bozuşma gibi ahenksizlik ve bozgunculuk manzarası gösterirlerse de, bu hâl zâhirî (görünürdeki) bir görünüştür: Hakikatte bütün bunlar tekâmül zaruretlerini yerine getirmek için meydana gelen tertip ve mekanizmaların teknik icapları ve insanları aldatıcı zıt görünüşleridir. (80)

Bedendeki tesirler, bedeni idare eden varlığın kontrolü altında ve yüksek tekâmül icaplarına göre bedenin bütün fiziksel, fizyolojik, biyolojik ve ruhî fonksiyonlarını yerine getirirler; burada hiçbir şey zerre kadar aksamaz. (91) Bu tesirlerin fonksiyonları, kâinatın genel fonksiyonundan ayrı değildir; onun büyük ahengi içinde cereyan eder ve o ahengin dışına çıkamazlar. (91) Zaten ilâhî nizam, tüm kâinatın durum ve hâllerini o kadar mükemmel bir ahenk içinde tertiplemiş, o kadar mazbut (muntazam) bir mekanizmaya bağlamıştır ki, kâinat olayları, bütün sonsuz görünüşlerine rağmen, tek bir yürüyüş hâlinde akıp gider. (91) Bu hakikati görebilenler için, tek bir beden ve bütün kâinat birbirinden ayrılmayan iki mekanizmadır. (91) Ahenk kâinatın bizzat kendisidir. (270)

Varlığın dünyadaki beden hayatına ait çizilmiş olan mukadderat plânının (ferdî plânının) icaplarını yerine getirmek için bedenine inen bütün tesirler üst ‘Plân’ların daima kontrol ve nezareti altındadır. (186) Dolayısıyla bu tesirlerin en küçüğünden en büyüğüne, hiçbiri boş, mânâsız ve lüzumsuz değildir. (186) Bunların her biri vicdan mekanizmasıyla alakalı durumlar gösterir ve organizmada ayarlanır. (186) Bu ayarlanış, varlığın dünya plânının (Ferdî plân) icapları ve zaruretleri ahengi içinde cereyan eder. (186)

Ahenk ve Dünya’nın geleceği

Dünyanın büyük nizam ve ahenginin kudretli tertipleri içinde bugüne kadar emekleyerek gelen insanlar, artık bugün dünyadaki tekâmüllerinin zirvelerine ulaşmış bulunmaktadırlar. (276) Büyük kâinat ahenginin süregelmiş tertipleri, şimdiye kadar dünyada bu tertipler içinde yetişmiş insan varlıklarının daha ileri tekâmüllerine artık, dünyada müsaade edecek durumda değildir. (276) Çünkü insanlar (mezun olacak olanlar), hidrojen âlemi imkânları içindeki bütün ‘görgü ve tecrübe’lerini, buraya ait bütün inkişaf safhalarını tamamlamış durumdadır. (276)

Büyük kâinat ahenginin geniş imkânlarına kavuşmak ve o ahenkten olmaya çalışmak iştiyakı (özlemi, isteği) ve sezgisi içinde olan insanların şiddetle istedikleri, bekledikleri bu mutluluğa kavuşması için, âlemin büyük ahengi içinde, lüzumlu tertipler de kuşkusuz kurulmaktadır. (276, 277) Bu ileri tertipler, bugünkü dünya nizamının yavaş yavaş değişmesi ve olgunlaşmış hale gelen yeni istek ve ihtiyaçlara göre lüzumlu formların meydana gelmesi zaruretiyle, ilâhî nizamın ahengi içinde takdir ve tespit edilmiştir. (277) Bu muazzam düzen içindeki ahenkli tertiplerin sağlamış olduğu büyük hazırlıklardan pek çok insan faydalanacaktır. (278)

Yakında, ‘tabiat’ şartlarında meydana gelmeye başlayacak olan köklü değişikliklerde hiçbir şey maksatsız ve körü körüne olmayacak, en ufak bir olay bile, ancak ‘Ünite’den gelen icaplara (Aslî icap) göre, üstün vazifeli varlıklar tarafından, şaşmayan ve aksamayan bir tertip ve ahenk içinde meydana getirilecektir. (278) İnkılap ve intikal devri. Yeryüzündeki tabiat şartlarının değişmesiyle meydana gelecek yeni ahengin, insanlara kurtuluş imkânlarını bahşedecek olması bakımından fevkalâde büyük bir kıymeti ve önemi vardır. (278) Görünüşte (zahiren), düzeni bozucu, sıkıcı, hatta rahatsız edici görülebilecek bu hâllerin (inkılap ve intikal devri tabiat olaylarının) hakikatte insanların yüksek kazançlarını sağlamaya yarayacak kıymetli birer vasıta olduğunu insanlar menfaatleri gereği unutmamalıdırlar. (278) Bunların hiçbiri ahenk dışı, düzen dışı olmayacak, hepsi yerli yerince tertip edilmiş, belirli hedeflere (İnkılap ve intikal devri) ayarlanmış adımların tedricî ilerleyişlerinin birer ifadesi olacaktır. (279-280) Bütün bu hareketler plânsız değil, “muazzam bir tekâmül plânı”nın tatbikatı gayesine yönelik olarak belirli ölçülere göre meydana getirilmekte olup, tekâmül yolunda, kâinatın muazzam ahengi ve nizamı içinde kurulmuş hikmetle dolu tertiplerdir. (305)

İnsan varlıklarını bekleyen yüksek ahenk

Vazife plânına girecek ‘varlık’ların muhakkak ve kesin olarak bu ahenge uymuş durumda bulunmaları, hatta bu ahenkten olmaları (Ahenkten olmak) şarttır ki, bu da bu yolda geçirilecek birçok hazırlık safhasıyla mümkün olabilir. (310) Bu hazırlık safhalarının haşin, ilkel, zor ve ıstıraplı kademeleri, dünya hayatına ait uzun devreler içinde geçirilir; sonraki, vazife plânına doğrudan doğruya ulaştıran son kademeleri ise, ‘sevgi plânı’nda, çok kolay, rahat, mutlulukla, sevile sevile tamamlanır. (310)

Vazife plânının ahengi ve icaplarına uymak kudreti sevgi planındaki yüksek sevgi mekanizmasıyla kazanılacaktır. (310) Varlıklar, sevgi planında yeterince hazırlandıktan sonra vazife plânı denilen yüksek ahenge kavuşacaklardır ki, işte ‘cennet sembolü’nde “ilâhî nurlara kavuşmak” kavramıyla sembolleştirilmiş olan; vazife plânında ilâhî hakikatlerle, yani ahenk denilen “Ünite’nin nurları”yla intibaklar, vahdetlerdir. (317)

Ahenkten olmak

İlâhî nizam

Tabiat

Aslî Kudret ışığı konisi