Kader mekanizması ya da kısaca kader, ‘âlemler’ için; ‘aslî icap’larla ve ‘aslî zaman’la birlikte, kâinata (‘Madde kâinatı’na) ‘Ünite’den aslî icapları taşıyarak yayılan; Aslî Prensibin had ve öz olarak tayin ettiğini gerçekleştirmede ölçüt (miyar) ve ölçü olarak zamanı kullanan; her âlemde o âlemin imkânlarına göre tezahür gösteren; âlemlerde mevcut “madde ortamları”nı “zaman formuna ait (ilişkin) hareketler”e (Hareket) bağlayarak âlemlerin kendilerine mahsus ‘mekân’larını kuran; ‘kader prensibi’nin kâinattaki akışıdır, aslî icapların kudretlerinden biridir ve aslî icapların kâinattaki teknik unsurudur. (233, 231, 230, 236)
Kader mekanizması ya da kader, insanlar için; insanların özgürlükleriyle bulundukları fiil ve hareketlerine, tercih ettikleri, istedikleri ve ihtiyaç duydukları ‘mekân’lara kavuşmaları yolundaki ‘cehit’ ve gayretlerine göre, aslî icaplar karşısındaki ‘liyakat’ derece ve ölçülerini takdir ve tespit eden ve bu liyakat derece ve ölçülerine göre, aslî icaplar altında aslî zamanı kullanarak onlara mekânlar (olaylar, durumlar vs.) kuran, ayarlayan; kader prensibinin dünyada mekân formları (mekânlaştırılmış tezahürler) olarak tezahür eden tecellisidir. (236, 306, 294, 234, 255)
Kader mekanizmasının zaman mekanizması ile ayrılmaz ilişkisi
Kader prensibi kâinattaki fonksiyonunu yaparken zaman prensibi ile birlikte yürür; bu iki prensibin kâinattaki tecellileri, kader mekanizması ile aslî zamandır. (233) Zaman ve mekân, birbirinden ayrılamaz; bu, öyle bir “oluş”tur ki, Aslî Prensibe (Aslî Prensip) bağlı iki büyük prensibin (zaman prensibi ve kader prensibinin), kâinatın çeşitli âlemlerine göre ortaya çıkan ve o âlemleri bütün olaylarıyla, realiteleriyle, idrakleriyle, kendilerine adapte eden (uyduran, uyumlu kılan) tecelliyatıdır. (218)
Zaman prensibinin kâinattaki durumu olan aslî zamanın, çeşitli âlemlerden geçerken o âlemlere göre tecellileri olur. (233) Bunlardan biri, dünyaya mahsus yüzeysel zaman idraki, bir diğeri de dünya-üstü âlemlere mahsus idrakî zamandır (Küresel zaman, Yüzeysel zaman). (233) Kader mekanizması; dünyada da fonksiyonunu ancak aslî zaman ile birlikte yapabilir. (233) Kader mekanizması, Aslî Prensibin muhasebesini ve teknik ifadelendirilmesini yaparken ölçü olarak zamandan istifade eder. (233) Zaman mekanizması kader mekanizması için hem elzemdir (vazgeçilmez, lüzumlu), hem de zaruridir:
• Elzemdir; çünkü Aslî Prensibin had ve öz olarak tayin ettiğini gerçekleştirmede, kader prensibinin ölçütü (miyarı) ve ölçüsü zamandır. (233) Yani aslî icapların kâinattaki teknik unsuru “kaderdir” (kader mekanizması) ve kader, bu fonksiyonunu “zaman” unsurunun yardımı ile yapar; ölçü olarak onu kullanır. (231) “Zaman” olmasaydı kader prensibi ölçüsüz kalır ve teknik fonksiyonunu ifa edemezdi. (233)
• Zaruridir; çünkü zaman mekanizmasının değerlendirme niteliği olmasaydı, kader mekanizmasında ahenk olmazdı, bundan dolayı da Aslî Prensip ile vazife ve tekâmül plânları arasında irtibat olmazdı ve bu prensipler ile, plânlar ile “âlemlerin oluşlar ve akışlar nizamı” arasında mutabakat (intibak) olmazdı ve nihayet, “değer farklanmaları”nın (Düalite prensibi) tayin edilmesi ve kıymetlendirilmesi imkânsızlaşırdı; dolayısıyla “miktar” (nicelik) ve sonra “nitelik” (keyfiyet) nizamsız kalırdı ki, bu takdirde de bütün tatbikatlar, odağını kaybetmiş olurlardı. (234)
Kaderin bir âleme mahsus mekânı meydana getirmesi
‘Mekân’ olmayınca “zaman”ın mevcudiyeti, yani âlemlerdeki tezahürü mümkün olmaz. (217) Kâinattaki aslî zaman akışının âlemlerde tezahür edebilmesi için, o âlemlerin bünyelerine uygun “mekân” kavramına ihtiyaç vardır. (217) Diğer deyişle, zaman mekanizmasının izahı, “maddi ortam”a ve maddenin varyasyonlarına muhtaçtır. (217) Dolayısıyla zaman ve mekân kavramları birleşmedikçe âlemlerde ne zaman, ne mekân tezahürü mümkün olmaz. (217)
Âlemlerin mekânları, kâinatta aslî icaplara tâbi olarak seyreden aslî zamanın âlemlerle ilgili durumlarının, o âlemlerdeki madde ortamlarına intibaklarının, bağlantılarının sağlanmasıyla kurulur. (230)
Kâinatımızın herhangi bir âleminde mekânın kurulabilmesi için üç faktörün olması şarttır:
1- Hareketler: Zaman formunu meydana getiren ‘hareket’ler. (230)
2- Madde ortamı: Zaman idrakinin meydana gelmesi için bu hareketlere bağlanması icap eden “madde ortamı”. (230) Buradaki “ortam” kelimesi “mekân” anlamına gelmez, bir mekânı ifade etmemekte, sadece, henüz lokalize olmamış madde unsurlarını ifade etmektedir. (218) Madde unsurları mevcuttur, fakat onların lokalizasyonları, diğer deyişle, birbirine oranlanabilecek pozisyonları henüz mevcut değildir, yani bu unsurlar, henüz herhangi bir harekete bağlanmamıştır. (218)
3- İlk iki faktörü birbirine bağlayıcı unsur (kader). O ortamın “zaman hareketleri”ne bağlantısını sağlayacak etken ya da unsur, kâinatta kader mekanizması hâlinde tecelli eden kader prensibidir: (230) Kâinat mekanizmasında esas rolü oynayan, bir âleme mahsus mekânı teşkil etmek ve “zaman formu”nu kurabilmek için, mevcut “madde ortamı”nı zaman formuna ait (ilişkin) “hareketler”e bağlayan unsur, kâinat ötesindeki, Aslî Prensibe tâbi yüksek (yani yüksek prensiplerden biri olan) kader prensibidir ki, bunun kâinattaki icapları kader mekanizması hâlinde tecelli eder. (230) Yani bir âlemde, zamana ilişkin hareketler ile madde ortamları nın birbirine bağlanmasından ileri gelen “mekân”; “kader”in o âlemdeki tezahürü ve tecellisidir. (230) Zaman ve mekânın ilişkilerindeki bu üçüncü şart olmadıkça, yani bir ortamın zaman hareketlerine bağlantısı sağlanmadıkça mekân kurulamaz ve “zaman formu”nun tezahürü mümkün olmaz. (230)
“Kader” (kader mekanizması), ‘âlemler’deki zamanı madde ortamlarına bağlayarak âlemlerin kendilerine mahsus zaman ve mekân formlarını meydana getiren ve aslî icapların direktifi altında zamanı kullanarak çalışan kader prensibinin kâinattaki akışıdır. (231) Kâinat boyunca akıp giden kader, her âlemde o âlemin imkânlarına göre tezahür gösterir. (231, 234) Mesela hidrojen âlemindeki ‘yüzeysel zaman mekânı’ kaderin bu âleme mahsus tezahürüdür. (231) Kısaca kader prensibinin kâinatta kader mekanizması hâlinde işleyen tecellileri; âlemlerde o âlemlerin imkânlarına göre kader tezahürlerini meydana getirir ki, bunun da âlemlerdeki görünüşü, “mekân”ın sonsuz hâl ve durumlarıdır. (233)
Âlemimizde belirli mekân formları içinde görünen kaderin, başka âlemlerde nasıl tecelliler gösterdiğini bu âlemin idrak ve görüşleriyle belirlemek (tayin etmek) ve nitelemek kuşkusuz mümkün değildir; “yalnız şunu beyan ederiz ki bu tecelliyat, vazife plânlarından Ünite’ye doğru yükseldikçe bizim âlemlerimizde carî (geçerli) olan fonksiyonunu –elbette kapsamı ile oranlı olarak– değiştirir.” (233)
Kaderin aslî icaplarla Ünite’den yayılışı
Ünite’den gelen “kader” ve “zaman” olmasaydı, ruhların her anki davranış ve liyakatleri karşısında kâinat cüzleri durumlarında meydana gelmesi gereken sonsuz şekil değiştirme (transformasyon) ve şekil alma (formasyon) teknik faaliyeti, odağını kaybetmiş olurdu. (231) Üstte verilen bütün bu bilgiler, kâinata bir projektör ışığı sembolüyle (Aslî Kudret ışığı konisi) indiği kabul edilen aslî icapların ruhları ve maddeleri kapsayan kudretleri arasında, kader mekanizmasının ve aslî zamanın da bulunduğunu ve bunların aslî icapların gerçekleşmesinde ne kadar önemli rolleri olduğunu anlatmaya yeterlidir. (236)
Kader prensibi kâinattaki fonksiyonunu yaparken Aslî Prensibe tâbi bulunan zaman prensibi ile birlikte yürür. (233) Aslî Prensibin kâinattaki akışı olan aslî icaplar, kader prensibinin kâinattaki akışı olan kader mekanizması ve ‘zaman prensibi’nin kâinattaki akışı olan aslî zaman, Ünite’deki idraklerle birleşerek vahdeti meydana getirirler. (238) Yüksek kader prensibinin kâinatta kader mekanizması hâlinde tecelli eden icapları, aslî icaplarla ve aslî zamanla birlikte, kâinata Ünite’den süzülerek yayılırlar. (230)
Ünite’den bütün kâinata aslî icapları taşıyarak yayılan kader, yine aslî icaplara bağlı zamandan (Aslî zaman) istifade ederek, âlemlerin bütün formasyon, deformasyon ve transformasyonlarını meydana getirir. (231) Yani varlıkların otomatik, yarı idrakli ve idrakli olarak, ihtiyaçlarına göre maddelerde meydana getirdikleri bütün formasyonlar, transformasyonlar ve deformasyonlar ancak Ünite’den süzülüp gelen direktiflere göre; Aslî Prensip, kader ve zaman prensipleri (yani bunların kâinatımızdaki akışları olan aslî icap, aslî zaman ve kader mekanizması) kadrolarında vazifeli varlıkların yardım, müdahale ve kontrolleri ile vuku bulmaktadır (olmaktadır). (231)
Kader mekanizmasını yürüten kadro
Aslî icapların ve bu icaplara bağlı bütün mekanizmaların kâinattaki tatbikatları; aslî icap, aslî zaman ve kader mekanizması kadroları denilen ‘üç ana kadro’da çalışan ‘organizasyon’ların vazifelileri tarafından yapılır. (234) Ünite’den süzülerek ‘aslî tesirler’le kâinat içine yayılan kader ve zaman mekanizmalarına ait ‘tesirler’, bu mekanizmaları yürüten kadrolar (Üç ana kadro) dahilinde vazifelenmiş büyük vazife plânlarının (Vazife plânı) kâinatşümûl faaliyetleriyle tatbikat zemini bulurlar. (234)
Ünite’den süzülüp gelen icaplara göre kâinattaki üç ana kadro şunlardır:
1- Aslî icaplar kadrosu (Aslî Prensibin kâinatımızdaki akışı olan aslî icaplara ait kadro): Burada vazifeli varlıkların kadro, plân ve tekniklerinden oluşur. (241, 234, 238)
2- Kader mekanizması kadrosu (kader prensibinin kâinatımızdaki akışı olan kader mekanizmasına ait kadro): Buraya dahil varlıkların kadro, plân ve tekniklerinden oluşur. (241, 234, 238)
3- Aslî zaman kadrosu (zaman prensibinin kâinatımızdaki akışı olan aslî zamana ait kadro): Buraya dahil varlıkların kadro, plân ve tekniklerinden oluşur. (241, 234, 238)
Kâinatta ihtiyacın (ruhun madde kâinatına yönelik ihtiyacının), ‘tekâmül’ zaruretinin ve kader mekanizması-nın haricinde mümkün olabilecek bir hâl düşünülemez; keyfilik diye bir şey yoktur. (240) Bu prensip bütün gruplar, bütün irtibatlar, bütün kadrolar için geçerlidir ve değişmez. (240) Her organizasyon sisteminin hangi kadro dahilinde çalışması lazım geliyorsa, o sistem ona göre kurulur ve işler. (240) Kader mekanizmasının işlemesi de belirli kadrolar içinde kurulmuş organizasyon sistemlerinin faaliyetleriyle düzenlenir. (240)
Zaman ve mekânla kaim (varlık gösteren) bütün realiteler, insanların özgürlük esasına dayanan cehit ve gayretleriyle lâyık olacakları veya kazanabilecekleri derecelerin, yine zaman ve mekânla ölçülüp biçilmiş, yani zaman ve mekân kadrolarında vazifeli varlıklar tarafından takdir edilmiş birtakım icap zaruretleridir. (234)
Mekânın, çevreyle, olaylarla, realitelerle, yani kısaca mukadderatla ilgili derin mânâsı
Varlıkların aslî icaplar karşısındaki liyakat derece ve ölçülerini takdir ve tespit eden ve varlıkların kâinat akışındaki maddi imkânlarını bu liyakat derece ve ölçülerine göre ayarlayan, kader mekanizmasıdır. (233) Kader mekanizması; tekâmülde esas tutulan özgürlükleriyle tercih ettikleri, istedikleri ve ihtiyaç duydukları mekânlara kavuşmaları yolundaki cehit ve gayretlerine göre, insanların liyakat derecelerini takdir eder ve ona göre icaplarını yerine getirir. (306)
Kaderin dünyadaki tezahürü mekân formlarıdır: (234)
‘Varlık’lar, sahip oldukları özgürlükleri sayesinde, daimî surette ‘sınavlar’ içinde bulunurlar. (235) Bu sınavlar karşısındaki davranışlar, müspet veya menfî reaksiyonlar, özetle, başarılı oluş veya olamayışlar; kaderin takdir ve tespit ettiği (belirlediği) madde kombinezonlarıyla, yani “mekân”ların sonsuz hâl ve durumlarının meydana gelmesiyle sonuçlanır ve böylece, varlıklar ‘liyakat’ derecelerine göre, bu ‘olaylar’ın çeşitli durumlarında yaşarlar. (235-236) İşte bütün bu olaylar ve onları meydana getiren bütün madde kombinezonları, her biri kader mekanizmasının birer tecellisi olan “mekân”lardan ibarettir. (236) Kısaca, varlıkların, fiil ve hareketlerine göre, liyakat derecelerinin ölçülüp biçilerek, aslî icaplardaki durumlara uygun hale getirilmeleri için, muhasebe işlemlerinden geçirildikten sonra mekânlarının ayarlanmaları ve formlara bağlanmaları demek; kader mekanizmasının aslî icaplar altında aslî zamanı kullanarak çeşitli madde ve olay formları ve tertiplerini meydana getirmesi demektir. (236, 233, 234, 294, 306)
Dünyada vuku bulacak (olacak) her olay, her şey, vazife plânının ilgili vazifelileri tarafından, varlıkların bizzat çalışarak kazanmış oldukları liyakat derecelerine göre, aslî icapların direktifi altında ve aslî zamanın yardımıyla, kader mekanizmasının ölçüp, takdir ederek hükümlendirdiği tarz ve şekillerde yapılmaktadır. (294)
Özetle, mekânı ifade eden, maddenin her hâl ve şekli, olayların her durumu kaderin bir tecellisidir:
• Elini oynatan bir insanın bu hareketine zemin olan ortam, bir mekândır ve kaderin tecellisidir. (235)
• Yürüyen bir insan için bastığı yerler bir mekândır ve kaderin tecellisidir. (235)
• Gökyüzüne bakan bir kimse için yıldı zlarıyla, bulutlarıyla, renkleriyle, tüm şekil ve durumlarıyla gökyüzü bir mekândır ve kaderin tecellisidir. (235)
• Dikkatini vücudunun herhangi bir noktasına çevirmiş insan için orası bir mekândır ve kaderin tecellisidir. (235)
• Düşünen bir insan için muhayyilesi bir mekândır ve kaderin tecellisidir. (235)
• Olaylar arasında ilişkiler kuran idrak bir mekândır ve kaderin tecellisidir. (235)
Kısaca, kâinatta görünen her şey, her varlık ve insanın bizzat kendisi bir mekândır ve bunların hepsi, kendi âlemlerinde, kaderin birer tecellisidir. (235) Çünkü bütün bunların şekillenmeleri, çeşitli tarzlarda birbirine bağlanmaları, sayısız kombinezonlar hâlinde analiz ve sentezlere tâbi tutulmaları; yani bütün olayların ve madde hâllerinin vuku bulması (olması); mekânın çeşitli varyeteleridir ki, bunlar da kader mekanizmasının fonksiyonu içinde yürürler. (235)
Zaman ve mekân hakkındaki bu bilgilerden anlaşılacağı gibi, dünyada herhangi bir konuda “şu insanın mukadderi bu imiş” demenin mânâsı; “o insanın o konuda, içinde bulunduğu olayları meydana getiren bütün madde kombinezonlarının belirli zamanlara bağlı olarak bir araya geliş ve bağlanışları, o anda o şekilde ortaya çıktı” demektir ki; mekânın tarifini iyi kavramış olanlar bunun “o insanın etrafında ona göre mekânlar kuruldu” demek olduğunu idrâk ederler. (235)
Aynen, “kaderi yardım etmedi” sözü onun hakkında beklenen bir konuya ilişkin madde kombinezonlarının beklendiği tarzda değil de, başka şekillerde meydana geldiğini ifade eder ki, bu da yine bir mekân kuruldu demektir; fark, bu kez o konuda arzu edilenden başka madde şekil ve durumlarından kurulmuş bir mekânın sözkonusu olmasıdır. (235)
Ödül, ceza ve adaletsizliğin olmayışı ve cehitlerin boşa gitmeyişi
En küçüğünden en büyüğüne kadar, herkes birbirine dayanarak, birbirinden bir şeyler alıp vererek daima ileriye doğru hamleler yapmakta ve yükselmektedir. (252) Bu yükselişe yönelik hareketlerin hiçbirinde hiçbir varlık için, mağdurluk, gadir (gaddarlık, merhametsizlik, haksızlık) ceza, ödül, zulüm, felaket diye bir şey mevcut değildir. (252) Her şey kader mekanizmasının ölçüsüyle kazanılmış liyakatlerin ve bu yolda gösterilmiş cehitlerin sonucudur. (252)
Kader mekanizması karşısında hiçbir liyakat gözden kaçmaz, ileri hamlelere yönelik ve aslî icaplara uygun hiçbir isteyiş geri döndürülmez, hiçbir çırpınış, hiçbir cehit boşa gitmez, özellikle öz varlığın hiçbir ihtiyacı tatmin edilmeden bırakılmaz. (255) Bütün bunlar, kader mekanizmasında kılı kılına ölçülür, biçilir, hesaplanır ve bu ihtiyaçlara en uygun gelen yeni imkân sahalarından, yani inkişaf ortamlarından aslî zaman ölçüleriyle mekânlaştırılmış tezahürler meydana gelir, yani mukadderat tecelli eder. (255)
Özgürlüklere sahip insanın “kaderinin yürüyüşü”nü hareketleriyle kendisinin belirliyor olması
Bu bilgilerden sonra, vazife plânına henüz girmemiş ve en küçük hareketlerine kadar her durumları ‘sınavlar’a tâbi tutulan dünya insanlarının gelecekleri hakkında, isim ve zaman zikrederek kesin lisanla konuşmak doğru olmaz: (236) Çünkü insanlar, çevrelerinin ve mekânlarının yürüyüşünü, yani tek kelimeyle, “kaderlerinin yürüyüşü”nü, özgürlüklerini kullandıkları yönlere göre, kendileri sonuçlandırmaktadırlar. (236) İstikbale ait sözler, bazı kayıtlar altında, ancak ‘hakikatler’in gerçekleşmekte olduğu vazife plânlarında söylenebilir. (236) İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı. Dünyada geleceğe ait (ilişkin) kesin yargılar bütün insanların özgürlük yetkilerini reddetmek olur: (236) Bir noktadan diğer bir noktaya yürümek üzere serbest bırakılan küçük bir karınca bile, ister yolunda aynı hızla yürüyerek belirli bir zamanda o noktaya varır, ister biraz eğlenerek veya sağa sola saparak yolunu uzatır, isterse gerisin geriye dönerek yolunu büsbütün değiştirir; bütün bunlar da, alacağı sonuçların şeklini, yani kaderlerini tayin eder. (236)

