Tekâmül

Tekâmül kelimesi; asla “mutlak kemal” hâline gelemeyecek olan ve ihtiyaçlarını gidermeleri için vücuda getirilmiş sonsuz ‘kâinatlar’la endirekt yollardan ilişki kurarak sonsuz ihtiyaçlarını gidermeyi ebediyen sürdürecek olan ‘ruh’ların, bu ihtiyaçlarını ebediyen gidermesine dünyada yakıştırılan kelimedir. (32, 37, 245, 246, 18, 31, 62, 192, 19, 195, 190) Ruhların ihtiyaçlarından sadece ‘madde kâinatı’mıza yönelik olanlarının giderilmesinin tümüyle gerçekleşmesi ise ‘Ünite’ ile ifade edilir. ( 245, 246, 192, 186) Dolayısıyla, tekâmül kelimesi ruhların sonsuz kâinatlara yönelik ebedi ihtiyaçlarıyla ilgili geniş anlamıyla kullanıldığı takdirde “tekâmülün sonu yoktur”; fakat bu kelime ruhların sonsuz ihtiyaçlarından sadece madde kâinatına yönelik kısmıyla ilgili anlamda kullanıldığı takdirde, kâinatımızda elbette bir sonu vardır ki, kâinatı mızdaki bu son, Ünite ile ifade edilir. (31, 32, 190-191, 245, 246, 192, 186)

Bu bakımdan tekâmülü sadece madde kâinatımız açısından tanımlamak gerekirse, tekâmül, ruhların kâinatlara ilişkin ihtiyaçlarından sadece bizim kâinatımıza ilişkin olanlarını gidermeleridir ya da bir başka deyişle, tekâmül; ruhlar için bir vasıta olan madde kâinatına ilişkin ruhî ihtiyaçlar ile bu ihtiyaçlara cevap veren madde imkânlarının Aslî Kudret (Aslî Prensip) tarafından bir araya getirilmesi sayesinde tedricen gerçekleşen, ‘Ünite’de son bulan (tümüyle gerçekleşen) ve tüm ‘varlık’ların gayesi olan yürüyüştür. (190, 191, 63, 245, 62, 97) Aslî Prensibin ruhların ihtiyaçlarını ve kâinat maddesinin bütün imkânlarını içeren Kudretinin, bu ruhî ihtiyaçlar ile madde imkânlarını birleştirerek bir vahdet hâline getirme gayesinin gerçekleşmesi (yani tamamen hakikatleşmesi olan Ünite); tekâmül kelimesinin mânâsını en son ve en yüksek derecede ifade eder. (190-191, 245, 246, 192,186) Aslî Kudret ışığı konisi

İnsanlık safhası’ndaki tekâmül, artan öz bilgi değerlerinin “idrak formları ya da formasyonları” içinde, vibrasyonlar, tesirler hâlinde ruha yansımasıyla olur; diğer deyişle, bu safhada tekâmül, ‘öz bilgiler’in ‘öz varlık’tan ‘öz idrak’ kanalıyla ruha yansımasıyla olur. (181, 92, 186, 120, 128, 60)

Ruh ile kâinat cevherleri arasındaki erişilmezlik ve tekâmülün ebedi oluşunun gerekçesi

Aktif ve tekâmül ihtiyacı olan ruh, pasif kâinatlar için bir gayedir. (18) Ruhlar, davranışlarının yansımalarını kâinat cevherleri üzerinde göre göre, ihtiyaçlarını giderirler. (18) Şu hâlde kâinatlar, ruhların tekâmül denilen ihtiyaçlarına cevap veren sahalardır. (18) Sembolik olarak (yani birer sembol olan kelimelerle) bu şöyle ifade edilir: Kâinatlar, ruhların tatbikatlarına yarayan ve o tatbikatların sonuçlarını tekrar ruhlara yansıtan, kendi cevherlerine (Kâinat cevheri) has (özgü) birer ortamdır. (18)

Kâinatlar ile ya da kâinat cevherleri ile ruhlar arasında kesin bir erişilmezlik vardır. (29) Bu erişilmezlik ruhun ve kâinat cevherlerinin mahiyetlerinden ileri gelir. (30) Çünkü eğer ruhlar ve kâinatlar birbirlerinden bir şeyler alıp verebilselerdi ve aralarında aynı mahiyeti haiz (mahiyeti taşıyan, mahiyete sahip) ortak cevherî kıymetler bulunsaydı, ruh ve kâinatlar ikiliğine lüzum kalmazdı ve tekâmülün de mânâsı kaybolurdu. (30)

Kâinat cevherlerinde ruha ait hiçbir şey yoktur. (16) Ruhta da kâinat cevherlerine ait özelliklerin hiçbiri mevcut değildir. (16) Dolayısıyla ruh ile herhangi bir kâinat cevherinin hiçbir yönden benzerliği, doğrudan doğruya ilişkisi, hatta yakınlığı dahi düşünülemez. (16) Bunların birinden diğerine herhangi bir geçişin, yani aralarında direkt olarak bir alışverişin meydana gelebilmesi de mümkün değildir. (16, 29) Kısaca ruh ile kâinat cevherleri arasında kesin ve sonsuz bir erişilmezlik vardır. (16)

Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zarurettir: (31) Çünkü “hiçbir adla yâdedemeyeceğimiz, sezgimizin dahi hiçbir şekilde ulaşamayacağı” o büyük “erişilmezliklerin erişilmezliği (Asli Prensip) hakikati”; ruhların hiçbir zaman olup bitmiş bir hale (mutlak olgunluk, mutlak mükemmellik, mutlak ekmel hâline), mutlak kemal hâline giremeyeceklerini ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlarından kurtulamayacaklarını zaruri kılar. (31) Şu hâlde kâinatların ruhlara erişilmezliğini zaruri kılan etken, ruhların “ebedî tekâmülden kurtulamamaları hakikati”ni de zaruri kılar. (31) Ruhların ebedî tekâmülünü zaruri kılan etken de, ruhların Aslî Prensibe hiçbir vakit erişemeyecekleri hakikatinin bir zaruretidir. (31) Ruhların Aslî Prensibe erişememelerini zaruri kılan etken ise; her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan, her şeyle en ufak bir ilişkisi dahi sözkonusu olmayan, akıllara, hayallere, hislere girmeyen, hiçbir adla ifadesi mümkün olmayan “Allah”ın erişilmezliklerin erişilmezliği zaruretidir. (31)

Aktif olan ruhlar, tekâmülleri için, pasif olan çeşitli kâinat cevherlerinin sonsuz imkânlarını –ihtiyaçları oranında– bilvasıta (vasıtayla, endirekt, dolaylı) kullanarak tekâmül ederler. (18-19) Ruh-madde endirekt ilişkisi. Aslî Prensip, kudretiyle ruhların bütün tekâmül ihtiyaçlarını kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları tekrar ruhlara yansıtır. (63) Bu kudret, ruhların ihtiyaçları karşısında vücuda getirilmiş olan kâinat cevherlerini, sayısız vasıta ve yollarla hizmete sokar. (63)

Burada vahdet-i vücut teorisinden bahsedilmemektedir; yüksek prensipler ile ruhların ve kâinatların tek bir varlık hâline girebileceği düşüncesi, insanı burada anlatılmak istenilen hakikatlerden tamamen zıt bir yöne doğru yöneltir ve bütün yüksek sezgilerini silip süpürür. (29, 245) Bu yazıları iyi anlayanlar, burada böyle bir kavramın kastedilmediğini bilirler. (29)

Ruhun madde kâinatındaki tekâmülü için madde kâinatı ile endirekt ilişkisini sağlayan Kudret

Ruhun kâinatla, yani madde kâinatımızla irtibatının yegâne gayesi tekâmüldür. (92) Mahiyetini, neden ve sonuçlarını, kâinatımızın katî ve tabiî (doğal) imkânsızlığından dolayı, asla takdir edemeyeceğimiz ve bilemeyeceğimiz ruhların ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların kâinatımıza düşen bir payı olarak kabul ettiğimiz tekâmülleri; ‘yüksek prensipler’in icapları gereğince kâinattaki tatbikatlarla sağlanır. (32)

Ruhların tekâmül ihtiyaçları bir icaptır, maddenin bu ihtiyaca cevap verme durumu yine bir icaptır. (62) Fakat ruhlar maddeye doğrudan doğruya ne bir şey gönderebilir, ne de ondan bir şey alabilirler. (62) Oysa madde kâinatının vücuda getirilme nedeni, tekâmül gayesinin zaruretidir ve tekâmül için de ruhmadde ilişkisinin gerçekleşmesi, yüksek icaplar gereğince zorunludur. (62) İşte bu icaplar; hem kâinat-üstü ruhlara, hem de kâinatlara doğrudan doğruya hâkim olan ve onları içine alan (şâmil), “mahiyetini bilmediğimiz, Aslî Prensibin Kudreti”nin kâinat içinde maddi tesirler hâlindeki tezahürleriyle yerine getirilir. (62, 190-191, 38, 20) Aslî Prensibin bu kudretinde hem ruhların sonsuz kâinatlara ait ihtiyaçlarından sadece kâinatımıza ilişkin, tekâmül ihtiyaçları denilen ihtiyaçlar, hem de bu ihtiyaçlara karşılık gelen, kâinatımızın bütün madde imkânları içerilmiş vaziyettedir. (190)

İnkişaf ile tekâmül arasındaki fark ve paralellik

İnkişaf; kâinattaki ‘madde’lerin bünyelerindeki ‘hareket’lerin artması, kombinezonlarının kompleksleşmesi, ‘tesirler’e hedef olma sahalarının genişlemesi, değerlerinin (Hareket kompleksleri) artması hâlidir. (37) Tekâmül ise ‘ruh’ların, hizmetlerinde bulunan ‘varlık’lardaki ‘inkişaf’lara paralel durumlarıdır ki, bu durumlar (yani tekâmül), mahiyetine asla nüfuz edemeyeceğimiz ruhların sonsuz ihtiyaçlarından, kâinatımızda giderilmesi icap eden kısmının giderilmesi olup, dünyamızda “tekâmül” kelimesi sembolüyle ifade edilmektedir. (37)

Şu hâlde tekâmülün mânâsı; onun maddeler içindeki ifadesi olan inkişafların mânâsıyla paralel olarak yürür. (37) Dolayısıyla tekâmülün seyrini mütalaa etmek (irdelemek), ona vasıta olan varlığın ve bu varlığa vasıta olan diğer maddelerin inkişaf tarzları ve yürüyüşlerini incelemek demektir. (38) Fakat bu iki ilerlemeyi, biri için “inkişaf” ve diğeri için “tekâmül” kelimelerini kullanarak, birbirinden ayırt etmek gerekir; çünkü bunlar ayrı şeylerdir. (37)

Madde kâinatındaki tekâmülün başlaması: Bir ruhun madde kâinatıyla iştiraki

Kâinatta tekâmül tatbikatına ilk başlayacak bir ruhun bu tatbikata ait ilk durumları kâinatın amorf hâllerine ‘aslî tesirler’le yansıtılır. (38)

Bu tesirler, üstte belirtildiği gibi, mahiyetini hiçbir vakit anlayamayacağımız, hatta sezemeyeceğimiz Aslî Prensibin icap (Aslî icap) denilen Kudretinin kâinatımıza ait, ruh-madde durumları üzerindeki ifadesi ve tecellisidir. (38) Ruhların ihtiyaçlarını kâinatlara taşıyan bu tesirler, ‘düalite prensibi’ ve değer farklanması mekanizmasıyla maddede ilk hareketleri meydana getirirler. (38)

Böylece kâinata ilk giren acemi ruhlara ait tesirler, devamları boyunca eriştikleri sahalardaki ilk maddelerin o anda, o ruhlara birer gözlem sahası olmalarını sağlarlar. (38) Bir ruhtan gelen endirekt tesire karşı maddenin hareketler hâlinde verdiği cevaplar, yine o tesir kanalından dönerek aynı ruha yansırlar. (38) Böylece, Aslî Prensibin icaplarına tâbi olarak ve o kudretlerin yardımıyla bir ruh ile maddelerin endirekt ilişkisi (Ruh-madde endirekt ilişkisi) kurulmuş olur ve o ruh bu suretle maddeden alacağını o an için almış bulunur. (38) Bundan sonra o ruhun yeni ihtiyaçlarına göre, ya aynı madde kademesinde ya da daha üst bir madde kademesinde bulunan diğer maddelerde aynı tarzda ve aynı yollardan gözlemleri devam eder. (38)

Tekâmül ve inkişafın insanlık safhasından önceki ve sonraki safhaları

Ruhların tekâmül yürüyüşünün hidrojen âlemindeki safhaları, hidrojen âleminden önceki hidrojen-altı safhası ve hidrojen âleminden sonraki vazife safhası ile birlikte şöyle sıralanır:

Hidrojen-altı safhası (diğer adlarıyla, ilk safha, amorf ilk madde safhası, ilk basit madde safhası, amorf ortam safhası, hidrojen atomu-altı safhası): Mekanik tekâmül prensibinin hâkim olduğu bu ilk safha, kâinatın ilk, en kaba ve bizler için karanlık olan safhasıdır. (39, 41) Kâinatta tekâmül tatbikatına ilk başlayacak bir ruhun bu tatbikata ait ilk durumları, Aslî Prensibin icap (icaplar) denilen kudretinin kâinatımızdaki ifadesi ve tecellisi olan ‘tesirler’ kanalıyla kâinatın amorf hâllerine yansıtılır. (38, 62, 190-191, 20) Ruhların ihtiyaçları karşısında âtıl madde harekete geçer ve bu hareketle de ruhların “mekanik tekâmül” prensibi işlemeye başlar. (192) Bu safhadaki acemi ruhların yürüyüşleri mekanik ve pasif bir tekâmül prensibine tâbidir; ruhların buradaki durumu sadece maddedeki hareketlere uymaktır, tek bir maddeye bağlanıp kalmaz, her an ortam değiştirirler. (39) Kısaca, bu safhadaki basit ruhlar, henüz maddeleri toplayabilecek kudrete erişmemiş olup, şekilsiz maddelerin darmadağınık halde bulunduğu, sonsuz, karanlık bir ortamda, hiçbir maddeye bağlanmadan, o maddeden o maddeye atlamak suretiyle sürüklenerek gittikleri, ilkel bir tekâmül yolu izlerler. (41, 44, 40, 59, 39, 42) Hidrojen-altı safhası

Pasif intibaklar safhası (diğer adları yla, hidrojen âleminin ilk safhası, pasif adaptasyon safhası): Bu safhada, insanlarca tanınmayan ‘ilk hidrojen atomu’ hâline gelmiş madde teşekkülü, bir ruh tarafından yakalanmış; ruh o atoma hâkim durumda olmasa da, ona bağlanabilmiştir. (50) Âlemimizin ilk atomuna, yani ilk hidrojen atomuna bağlanmış bir ruh; artık o atomu, onun varlık denilen bir ileri safhasına kadar, bırakmaz; onun bütün inkişaf safhalarını pasif olarak izlemek suretiyle tekâmül eder. (42) Burada da mekanik-otomatik bir tekâmül seyri olmakla birlikte, önceki safhaya göre fark; amorf ortam safhasında ruhlar asla bir madde üzerinde uzun uzadıya tutunamazlarken, bu safhada bir atoma bağlı kalabilmeleridir. (42) Monotonluğun ve mekanikliğin hâkim olduğu bu safhada, pek uzun zaman içinde, çok yavaş tempoyla kompleksleşen maddenin hareketlerine ruhların pasif ve mekanik olarak ilk intibak tatbikatları başlar. (192) Bu bakımdan bu safhaya tekâmülün” pasif intibaklar safhası” denir. (192) Ruhlar bu safhada, esaret içinde bir pasiflikle sürüklenerek, ebediyet kadar uzun gelen bir zaman süresince, sadece maddenin hareketlerine alıştırılacaklardır. (192) Bu ruhlarda henüz sezgi, hatta mekanik bir içgüdü bile yoktur. (50) Fakat bu tatbikat sayesinde ‘varlık safhası’na doğru ilerledikçe, maddeler arasındaki ilişkilerin nedensellik prensibi karşısındaki durumlarına ait ilk içgüdülerin hazırlıklarını otomatikman (otomatik olarak) yaparlar. (43) Bu safhada, henüz ‘tâli tesirler’ sözkonusu değildir. (45) Pasif intibaklar safhası

Varlık safhası; ‘ilk hidrojen atomu’ kademesinden varlık kademesine gelindiği anda, yani varlığın meydana getirilmesiyle başlayan, varlığın mekanik bir içgüdüyle bitki hücrelerinde enkarnasyonlarda bulunduğu, bitkilik safhasından önceki ‘inkişaf’ ve tekâmül safhasıdır. (53, 52, 60, 61, 80, 56, 54, 55, 71, 193)

Varlık’ denilen vasıtanın kurulmasıyla birlikte, ruhlar artık varlıkları vasıtasıyla, maddeleri toplamak, dağıtmak ve onlardan yeni oluşumlar meydana getirmek, bedenler kurmak, bedenleri idare etmek gibi faaliyetlerde bulunabileceklerdir. (55) Ruh tarafından kurulan varlık da, kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların faaliyetleriyle kaba maddelerden kendisine ayrıca bir ‘beden’ yapar ve bu beden vasıtasıyla maddelere tesir etmeye başlar. (60, 64-65) Böylece mâşerî plâna ilk adım atılmış olur ve ruhun varlık safhasındaki tekâmülü de bu andan itibaren yürümeye başlar. (60, 61) ‘Tâli tesirler’in sözkonusu olmasıyla ‘sınavlar’, eprövler, deneyim ve gözlemler de başlamış olur. (53) Bu safhadan itibaren ruhların maddenin hareketlerine pasif ve mekanik olarak intibak tatbikatları bitmiş, ilk basit aktif davranışları başlamış ve böylece maddelerde de artık “ruhların aktif davranışlarıyla inkişaf” prensibi başlamıştır. (193, 192) Bu safhada hem ruhların ilkel bir faaliyeti, hem de bu faaliyeti çok sıkı bir kontrol altında tutan ve destekleyen bir ‘otomatizma’ prensibi mevcuttur. (193) Varlık safhası

Bitkilik safhası: Bitkilik (nebat) safhası; varlığın bir bitki bedenini tümüyle kullanabilecek hale gelmek üzere, bitki bedeninin çeşitli hücrelerinde lüzumlu enkarnasyonları (Bedenlenme) tamamlamasından sonra, yani bir bitki bedenini tümüyle idare edebilecek hale gelmesinden sonra, bir bitki bedenine bağlanmasıyla başlayan, en basitinden en yükseğine kadar sayısız bitki türlerinde bedenlenmelerle süren safhadır. (56, 77, 71, 56, 193) Varlıkları idrakin ilk pırıltıları olan sezgilere hazırlayıcı safha, bitki bedenlerinin kurulması safhasıdır. (193) Bitkilerde ilk ilkel sezgilere geçiş egzersizleri başlar. (193) Bu safhada özgürlüğün sınırı –yine pek dar olmakla beraber– bir miktar daha genişletilmiş ve “sezgi otomatizması” başgöstermiştir. (193) Bitkilik safhası

Hayvanlık safhası: Hayvanlık safhası; bitkilik safhasını tamamlamış bir varlığın, bir hayvan bedenini tümüyle idare edebilecek hale gelmek üzere gereken hazırlıklardan geçip, bir hayvan hâlinde (müstakilen) bedenlenmesiyle başlayan, insanlık safhasından önceki inkişaf ve tekâmül safhasıdır. (56, 57, 193, 307, 77) Bitkilerdeki sezgi otomatizmaları bu safhada kapsam kazanmış ve hayvanlara özgü sezgilere dönüşmüştür. ( 193) Hayvanlarda inkişaf, bitkilerdekine nazaran, biraz daha hızlıdır. (193) Hayvanlar ilerledikçe onlarda, insanlardaki bazı idrakî özelliklerin ilk hazırlıkları da belirmeye başlar ve insan ‘melekeler’ine benzer bazı durumlar ve hâller görülür. (193) İnsan-altı kademeleri, Hayvanlık safhası

İnsanlık safhası: ‘İnsan-altı kademeleri’nden sonraki safhadır. (165, 257, 290, 308) Hidrojen âleminin idraklerin başladığı safhasıdır. (193) Bu, ‘vazife plânı’na hazırlığın yarı idrakli, sübjektif bir tekâmülle olduğu safhadır. (193) Sübjektif tekâmül devresi. İnsanlık safhasındaki tekâmülün mânâsı, dünya-üstü ‘vazife plânı’na hazırlanmaktır. (97)

İnsanlık safhasında idrak, önceki safhadakilere nazaran çok artmış ve irade özgürlüğü, idrakin artması oranında çoğalmıştır. (60) Varlık, bu kudretleriyle oranlı olarak da sorumluluğun (Sorumluluk) mânâsını yavaş yavaş sezmeye başlamıştır. (60) Bu melekelerin artması ona ‘sevgi’ ve ‘vicdan’ denilen yüksek inkişaf mekanizmalarının şuurunu az çok kazandırmıştır. (60) Bitki ve hayvanlarda inkişafı sağlayan “birim düalite mekanizması” (inkişaf mekanizması) insanlarda doğal olarak, daha yüksek, yani idrakli karakteriyle vicdan denilen formunu almaya başlar. (101) İnsanlıkta vicdanın inkişafı, esas olarak, otomatik, yarı idrakli, az çok idrâkli olmak üzere üç safha gösterir. (101, 115, 173, 103, 125, 130, 166) İnsanlar ilerledikçe idrakler aydınlanır ve ‘vazife plânı’ndan itibaren başlayacak safhaya doğru hazırlıklar ilerler. (193) İnsanlık safhası

Vazife safhası (diğer adlarıyla, vazife plânı safhası, aktif intibaklar safhası, insan-üstü safhası): Buradan itibaren idrakler icaplara intibak etmeye (icaplarla birleşmeye), ruhların davranışları ile icaplar birleşmeye başlar. (193) Varlıkların ‘Aslî Kudret ışığı konisi’ içindeki yükselişlerinin, artık çeşitli mekanizmalarla itilme veya sürüklenme tarzında pasif şekilde olmayıp, kendi idrâkleriyle tırmanmaları tarzında, aktif şekilde olmasından dolayı, bu safhaya “aktif intibaklar safhası” da denir. (193, 194, 229) Aynı icaplarda tam bir mutabakat (intibak hâlinde olma) hâline gelmiş çeşitli varlıklar, o noktalarda birbirleriyle de vahdet hâline girmişler demektir ki, idrakler icaplarla birleştikçe birbirleriyle de birleşirler ve bu hal, Ünite’ye kadar devam eder. (237) Bu safhada tekâmül, önceki safhaya nazaran objektif karakterdedir. (194) Objektif tekâmül. Bu safhadakiler ‘küresel zaman’ ve küresel zaman mekânı (idrakî mekân) şartlarına tâbidirler. (239, 217)

İnsanlık safhasındaki tekâmülde öz bilgilerin önemi, tekâmül değerleri, tekâmül ölçüsü

Öz bilgiler’, en ilkel devreden itibaren, her hayattaki kazanımların, geçmiş hayatlara ait önceki kazanımlar ile mukayese ve muhakemesi sonucunda ulaşılan, varlığın malı olan, insanların idrak edemeyecekleri birtakım derin izlenimlerdir. (120) Bunlar, “idrak formları”yla bir yandan hizmetinde bulundukları ruhun tekâmülünü sağlarken, diğer yandan yeni bilgilere zemin hazırlamak suretiyle varlığın inkişaf sahasını genişletirler. (120) Bu kazanımlar, “dünya idraki tekniği” içinde, birtakım durumlarla elde edilir ki, bu durumları “olay” (Olaylar) kavramı içinde toplamak mümkündür. (120)

Dünyada yaşanan ‘realite’ler ve bu realitelere bağlı iyi ve kötü bütün ‘olaylar’, insanları çeşitli görünüşleriyle memnun eder veya üzerken, hakikatte (aslında) bunlar, ‘öz varlık’ta –o varlığın bünyesine uygun değerlerle– insanın anlayamayacağı şekilde birtakım formasyon ve transformasyonlara neden olurlar. (111) Böylece orada, çok yüksek madde sentezleri içinde, dünyadaki görünüşlerinden bambaşka şekil ve tarzlarda, gittikçe değerlenerek zenginleşen ince kombinezonlar meydana getirirler: ( 111) Bunlar hakiki öz bilgilerdir ki, ruhların tekâmüllerine hizmet ederler. (111) Kısaca, kaba dünya maddeleri arasında, realitelerin maddi şekil ve durumları birbirini kovalayıp hazırlayarak sürüp giderken, onların –eşanlamlı karşılıkları halinde- öz varlığa geçecek sonuçları da, kaba âleme mahsus ifadelerinden çok daha derin ve ince mânâlar hâlinde birike birike öz bilgileri beslerler. (111) Bunlar hakiki “tekâmül değerleri”dir. (111)

Vicdan, realite, idrak (dünya idraki), bilgi (dünya bilgileri), sevgi (dünyadaki sevgi) ve dünyada tezahür eden diğer bütün kıymetler; ancak beyin cevherinin imkânları dahilinde formlarını almış, maddi görünüşlerden ibarettir. (136) Bunların asıl kıymetleri, öz varlı kta meknuz olan kudretlerdedir; fonksiyonları da dünya imkânları içinde ancak öz varlığa hizmet etmek yolunda işler. (136) Dolayısıyla bunlar, yalnız dünyada geçerli olan yüzeysel zaman idrakiyle ölçülebilen, dünya şekil, hâl ve görünüşleridir. (136) Bunların besledikleri, inkişaflarına vasıta oldukları, öz varlıktaki asıl kıymetler ise; öz varlığın tâbi bulunduğu küre zamanının (küresel zamanın) sonsuz diyebileceğimiz idrak imkânlarıyla değerlenen hakiki kıymetlerdir ki, bu kıymetler (tekâmül değerleri), ruhun kâinattaki tekâmül ölçüsünü gösterir. (136)

Eskimiş, geriye bırakılması icap eden bir realiteden silkinmek için yapılan mücadelelerden doğan olaylar ve bu olaylardan alınan dersler, öz bilginin sürekli olarak artmasına, ‘idrak’in genişlemesine ve sonuç olarak ruhun tekâmülüne neden olmaktadır. (108) Esasen bir insan varlığının görgü ve tecrübesi, realitelerin, öz varlıkta bilgi hâlinde birikmiş izlenimlerinden ibarettir. (109)

İnsanlık safhasındaki tekâmülde “olaylar”ın tekâmüle malzeme oluşturma rolü

Bir insan, dünyada tek başına kalırsa ‘görgü ve tecrübe’ sahibi olamaz. (60) İnsanlar tekâmül edebilmek için, beden dışında bulunan diğer bedenlerle ve maddelerle karşılıklı alışverişlerde bulunmak zorundadırlar. (60) Onların bu ilişkilerinden sayısız olay kombinezonu meydana gelir. (60) Bilgilerin (Dünya bilgileri) ve öz bilgilerin elde edilmesi ve bunların sonucu olarak da tekâmülün kazanılması için lüzumlu olan esaslı malzemelerden biri ve hatta birincisi, olaydır; olayların içinde direkt veya endirekt olarak yaşamak gerekir. (123) Olaylar, idraki ve öz bilgileri besleyip arttırırlar. (128)

Sınav ya da eprövlerin veya deneyimlerin sonuçlarından çıkan derslere görgü veya ‘gözlem’ denir ki, bunların her biri birer tekâmül malzemesidir. (125) Ancak, hakedilmiş acı veya tatlı olaylar arasında yoğrularak, onların içinden zaferle ya da yenilgiyle çıkmış olmanın –’nedensellik prensibi’ muvacehesinde (karşısında) geçirilecek, ‘kıyas bilgisi’ yardımıyla idrakine varılmış– sonuçlarıdır ki, tekâmül unsuru olan öz bilgileri meydana getirirler. (184)

Vicdan realitelerindeki zıt unsurların çarpışmaları sonucunda doğan, olaylardan alınan kıyas bilgileri, idrak kanalıyla varlığın öz bilgisinin değerlerini arttırır ve bu değerler de “idrak formasyonları” içinde ruhun tekâmül ölçüsü olarak ruha yansırlar. (181) Bu hâl, vicdan mekanizmasının öz bilgiyi zenginleştirici rolünü ve varlığın ruhun tekâmülüne ilişkin olarak yaptığı hizmetlerin özünü kısaca gösterir. (181)

Dünyadaki olaylar, bedenin tâbi olduğu ‘yüzeysel zaman’ realitesine göre cereyan eder. (186) Buna karşılık, bu maddelerden gelen tesirler ‘küresel zaman’ idrakiyle kıymetlenerek varlığı n idraki kanalıyla ruha yansırlar ve bu suretle ruhun tekâmül ihtiyaçları karşılanmış olur. (186) Yani kaba madde kombinezonlarından ve bu kombinezonlarla diğer bedenler arasındaki ilişkilerden doğacak olay vibrasyonları, ruha idrak kanalı ile gönderilir ve insanlık safhasındaki tekâmül, olay kombinezonları na ait idraklerin öz varlıktan ruha yansımasıyla sağlanır. (60, 92) Kısaca olaylar (olayların işlemlerden geçmiş sonuçları) idrak kanalıyla ruha yansır ve tekâmülü sonuçlandırırlar. (61, 62)

İnsanlık safhasındaki tekâmülün cereyan etme şekli: Öz idrak kanalıyla öz bilgilerin ruha yansıtılması

Bütün kaba madde realiteleri ve realiteleri teşkil eden unsurlar, ‘vazife plânı'na insan bedenini değil, onu kullanan varlığı hazırlamaktadırlar. (110) Bunun mânâsı şudur: İnsan beynine göre kıymetlendirilmiş olan dünya ‘realite’leri öz varlığa aynı hâl ve şekillerde geçemezler. (110) İnsan beyninin kıymetlendirdiği, dünyada bildiğimiz, gördüğümüz realitelerden öz varlığa geçenler, dünya maddelerine ayarlanmış bulunan realitelerin kaba hâl ve şekilleri değil, o realitelerin “asıl kıymetleri”dir. (111) Bu “asıl kıymetler”, bu realitelerin, öz varlıkta meydana getirmiş oldukları, varlığın ince bünyesine ve ihtiyaçlarına uygun, yüksek ve ince madde kombinezonları hâlindeki birtakım sonuçlarıdır. (111) İdrakî zaman veya ‘küresel zaman’ tekniği ile değerlenen bu ince kombinezonlar, dünyanın yüzeysel zaman idrakiyle tarif edilemez ve nitelenemezler. (136) Bunlara birer izlenim demek de doğru olmaz; çünkü bu kelime asıl mânâyı tam karşılamamaktadır. (111) İşte, mahiyetleri “insan idraki”ne göre pek müphem olan bu sonuç ya da izlenimler varlıkların inkişaflarına neden olan derin izlerdir. (111) Bu izlerin “derinleşmesi” demek, o varlığa ait olan ve tekâmülü sağlayan öz idrakin genişlemesi ve kapsam kazanması demektir. (111) Esasen ‘öz idrak’, ‘varlık’la eş olduğundan, idrakin genişlemesi ve kapsam kazanması demek, bizzat varlığın inkişaf etmesi demektir. (111) Öz bilgilerle genişlemiş bulunan öz idrak, yani beden ortamının üstündeki varlığa ait olan ve varlıkla kâinat sonuna kadar uzanan hakiki idrak, dünyada endirekt olarak, beden kanalıyla içinde yaşamış olduğu realitelerin kaba görünüşleri yollarından faydalanır ve böylece tâbi bulunduğu ruhun tekâmülüne hizmet eder. (112) İnsanlık safhasındaki tekâmül, olay kombinezonlarına ait idrâklerin öz varlıktan ruha yansımasıyla sağlanır: (60) Diğer deyişle ruhun tekâmülü için olay (Olaylar) maddelerinin öz varlıkta meydana getirdiği sonuçların, yani öz bilgilerin, öz idrak kanalıyla ruha yansıması lazımdır. (128) Bu yüzden tekâmül ihtiyacıyla dünyaya gelen bir varlık, dünya olayları imkânlarından mümkün olduğu kadar fazla istifade etmeye çalışır. (128)

Özetle, insanlık safhasındaki tekâmül, artan öz bilgi değerlerinin “idrak formları ya da formasyonları” içinde, vibrasyonlar, tesirler hâlinde ruha yansımasıyla olur; diğer deyişle, bu safhada tekâmül öz bilgilerin öz varlıktan öz idrâk kanalıyla ruha yansımasıyla olur. (181, 92, 186, 120, 128, 60)

Madde kâinatındaki tekâmülün tamamlanması ya da ruhların, madde kâinatına ait ihtiyaçlarının giderilmesinin tümüyle gerçekleşmesi: Ünite

Bütün kâinat olaylarının ve teşekkülâtının (oluşumlarının, şekillenmelerinin) gayesi, ruhlar denilen, mahiyetini asla bilmediğimiz hakikatlerin (Kâinatlarüstü hakikatler) kâinatımıza ilişkin, “tekâmül” şeklinde (“tekâmül” diye) kabul edilen, “ihtiyaç” kavramı ile sembolleştirilen (“ihtiyaç” kelimesiyle ifade edilmeye çalışılan) durumlarının gerçekleşmesidir (ruhların ihtiyaçlarının giderilmesinin gerçekleşmesidir) ki, işte “tam idrakine varamadığımız Ünite”, bu gerçekleşmenin (tümüyle, tam gerçekleşmenin) ifadesidir. (246) Diğer deyişle, ‘madde kâinatı’ denilen vasıtanın kullanılma gayesi; ruhların sonsuz kâinatlara yönelik ihtiyaçlarından, sadece kâinatımıza ilişkin, “tekâmül” diyebileceğimiz kısmının gerçekleşmesidir (ihtiyaç duyulanın tümüyle gerçekleşmesi, ihtiyacın tamamen karşılanmasıdır) ki, bu da ‘Ünite’ ile ifade edilir. (245). Kısaca, Ünite, kâinatın son sınırı ve tekâmülün bu kâinattaki tahakkukunun (hakikatleşmesinin, gerçekleşmesinin) ifadesidir. (238)

Aslî Kudret ışığı konisi

Sübjektif tekâmül devresi

Objektif tekâmül

İnsanlık hayatı

İnkişaf

Öz bilgiler

Olaylar

Öz idrak

Kıyas bilgisi

Realite

İnsanlık safhası

Vazife