İdrak; dış görünüşüyle maddede ortaya çıkan, maddi vibrasyonlarla görünen; ruhun kâinata yansımış davranışlarının maddedeki karşılığı veya ifadesidir ya da ruhun kâinat-üstü durumlarına ait ifadesinin madde hareketlerinin imkânlarına tâbi olmak suretiyle kâinatta tefsir ve temsilidir. (36, 37) Bir başka tanımıyla idrak; madde kâinatında, sonsuz madde sistemlerini birbirine bağlayan; maddeler arasında ilişkilerin kurulabilmesine imkân veren ve plânlar arasındaki ilişkilerin karşılaştırılmalarıyla ‘inkişaf’ ve ‘tekâmül’ler sağlayan; nedeni madde kâinatı dışında olan (ruh olan) bir kudrettir ve ruha en yakın vasıtadır. (116, 117, 118)
İdrakin maddi tarafı
Kâinatın içinde ne varsa hepsi ‘madde’dir. (16) Buna karşılık, maddenin kendi kendine hiçbir harekette bulunma kudretinde olmadığı ve maddedeki hiçbir kıpırdanışın maddenin kendisinden olmadığı temel bilgisi gözönünde bulundurulursa, o halde bir varlığın her hareketi, her kıpırdanışı kendisinden olmayan bir durumun ifadesidir ve başka bir şey de olamaz. (36) Aksi hâlde maddenin ana niteliğini (atalet, hareketsizlik ve kendi kendine hareket edemeyişi niteliğini) inkâr etmiş olmak gerekir ki, bu da mümkün değildir. (36) İşte varlığın gösterdiği “madde olan” bütün bu hareketlerdeki, “madde olmayan” ifadelere, ‘ruhun kâinatımızdaki durumu’ denir. (36) Şu hâlde, madde olarak sonsuz hareketler, kombinezonlar, şekiller ve hâllerle bir varlıkta meydana gelen her türlü sevgi, düşünce, vicdan gibi “ruhî” denilen yüksek tezahürler; aslında ruhun kendi plânında mevcut, bilmediğimiz sonsuz davranışlarının kâinatta madde imkânlarına göre fikrî, hissî ve hayatî formlarla tercüme edilmiş karşılıklarıdır. (36)
İlk tanımından da anlaşılacağı gibi, idrak, kaynağı, daha doğrusu nedeni her ne kadar ruha dayanıyorsa da, dış görünüşüyle maddede oluşur ve maddi vibrasyonlarla görünür. (36, 37, 116) Örneğin insanın sinir sistemi yapısındaki birtakım çok ince kombinezonlar sürekli olarak “idrak” şeklinde tezahür eden vibrasyonlar, enerjiler yayınlarlar. (36) İdrak melekesinin sağlığı veya bozukluğu da, sinir sistemindeki, bu enerjileri yayınlayan o çok ince madde kombinezonlarına, ‘düalite prensibi’ ve değer farklanması mekanizmasıyla dış tesirlerin yaptıkları müdahaleler sonucunda meydana gelen hareketlere bağlıdır. (36) O hâlde dış görünüşüyle idrak, maddede meydana gelir ve maddi vibrasyonlarla görünür; dolayısıyla bir maddedir. (36) Bununla birlikte o aynı zamanda bir aynadan yansır gibi ruhun kâinata yansımış davranışlarının maddedeki karşılığıdır, ifadesidir. (36) Yani idrakin hareket hâlindeki durumu maddeye, ifade bakımından da durumu ruha aittir. (36) İşte ruhun kâinat-üstü durumlarına ait olan bu ifade, böylece madde hareketlerinin imkânlarına tâbi olmak suretiyle, kâinatta –tümüyle maddi bir realite içinde– ancak idrak mekanizmasıyla tefsir ve temsil edilmiştir. (36-37) Kısaca, idrak ruhta mevcut olan, mahiyeti kâinat sakinlerince meçhul bir davranışın maddedeki teknik ifadesidir. (37)
Dünya bilgileri ve öz idrak
İdrak arttıkça, etraftaki olayların mânâları daha fazla belirir. (128) Bu sayede insan beynine ait madde kombinezonlarından süzülen idrak vibrasyonları, bu sayısız olaydan çeşitli sonuçlar çıkarmaya, olay cüzlerinden türlü türlü kombinezonlar kurmaya başlar ki, bunlardan da “dünya bilgileri” meydana gelir. (128) İdrakler inkişaf ettikçe bu bilgiler de kapsam kazanır, artar ve çeşitli dallara ayrılır: (128) Sanat, edebiyat, ilim, tıp, felsefe, müzik, resim, iktisat, siyaset, din gibi bir sürü bilgi kolu oluşur ki, aslında bütün bunlar inkişaf mekanizması nda artan idrakin, “olay maddeleri”nden kurmuş olduğu yeni madde kombinezonlarının sonuçlarıdır. (128) Doğal olarak bunlar tekâmülün ancak dünyadaki icap ve zaruretlerini yerine getirmek üzere, dünyaya mahsus ve dünyada kalmaya mahkûm olan şeylerdir. (128) Bunlar dünyayı idare eden vazife plânının (Dünya idare Plânı) tesirleri ve kontrolleri altında cereyan eder. (128) Şu hâlde, dünyada iken ‘öz idrak’in genişlemesi, onun vasıta olarak kullandığı beyne bağlı durumlarının kompleksleşmesi, zenginleşmesi ve yüksek, ince madde hâllerine doğru yeni formasyonlara sahip olmasıyla alakalıdır. (128) Zaten ruhun tekâmülü için olay maddelerinin öz varlıkta meydana getirdiği sonuçların, yani ‘öz bilgiler’in, öz idrak kanalıyla ‘ruh’a yansıması lazımdır. (128)
İdrakin ilişkiler kurulmasını ve tekâmülü sağlayıcı bir kudret oluşu
İdrak, madde kâinatında sonsuz madde sistemlerini birbirine bağlayan bir kudrettir. (116) Madde kâinatındaki her şeyin olduğu gibi, bu kudretin de nedeni madde kâinatı dışındadır. (116) Bu kudret sayesinde maddeler arasında ilişkiler kurulabilir ve bu ilişkilerden de ruhların kâinat içindeki sembolleri, yani timsalleri olan varlıklar meydana gelir. (116) Yine bu kudret ile plânlar arasındaki ilişkilerin karşılaştırılmalarından inkişaflar ve tekâmüller sağlanır. (116)
İnsanlık safhasındaki tekâmül, artan öz bilgi değerlerinin idrak formları ya da formasyonları içinde, vibrasyonlar ya da tesirler hâlinde ruha yansımasıyla olur; diğer deyişle, tekâmül öz bilgilerin öz varlıktan öz idrak kanalıyla ruha yansımasıyla olur. (181, 92, 186, 120, 128, 60)
İdrakin tekâmüldeki önemli rolü
İdrakin tekâmüldeki önemli rolünü açıklayıcı bilgiler:
• ‘Olaylar’, insanlardaki idrak ve öz bilgileri besleyip arttırırlar. (128)
• Dünyadaki olaylar bedenin tâbi olduğu ‘yüzeysel zaman’ realitesine göre cereyan eder. (186) Buna karşı lık, bu maddelerden gelen tesirler ‘küresel zaman’ idrakiyle kıymetlenerek varlığın idraki kanalıyla ruha yansırlar. (186) Bu suretle ruhun tekâmül ihtiyaçları karşılanmış olur. (186)
• Kaba madde kombinezonlarından (Madde kombinezonu) ve bu kombinezonlarla diğer bedenler arasındaki ilişkilerden doğacak olay vibrasyonları ruha idrak kanalıyla gönderilir. ( 92)
• İnsanlık safhasındaki ruhun ‘tekâmül’ü için, “olay maddeleri”nin öz varlıkta meydana getirdiği sonuçların, yani öz bilgilerin, ‘öz idrak’ kanalıyla ruha yansıması lazımdır. (128, 60)
• Öz bilgiler hizmetinde bulundukları ruhun tekâmülünü idrak formlarıyla sağlarlar. (120)
• ‘İnsanlık safhası’ndaki tekâmül, olay kombinezonlarına ait idraklerin öz varlıktan ruha yansımasıyla sağlanır. (60)
• Olaylardan alınan kıyas bilgileri, idrak kanalıyla varlığın öz bilgisinin değerlerini arttırır ve bu değerler de idrâk formasyonları içinde ruhun tekâmül ölçüsü olarak ruha yansırlar. (181)
• Olaylar (olayların işlemlerden geçmiş sonuçları) idrak kanalıyla ruha yansır ve tekâmülü sonuçlandırırlar. (61, 62)
İdrakin mekanik içgüdü denilen en ilkel hâliyle doğuşu
Ruhun âlemimizdeki (Âlemler) otomatik veya yarı idrakli tekâmül safhalarına geçişi varlığın meydana gelmesiyle başlar. (50) Madde kâinatında varlığın oluşmasına kadarki ‘inkişaf’ safhalarında, yani ‘hidrojen-altı safhası’nda ve sonraki ‘pasif intibaklar safhası’nda idrak henüz yoktur; idraki hazırlayan ilk unsurlar, varlığın oluşturulması esnasında meydana gelirler. (117, 116, 42)
İdraki hazırlayan ilk unsurlar, ‘varlık’ların ilk oluşmaları esnasında meydana gelirler. (116) Üstte belirtildiği gibi, idrak, madde sistemlerini bir araya toplayan bir kudrettir. (116) İşte ‘varlık safhası’na ulaşmış ve dağınık enerjileri bir araya toplayarak onlardan kendilerine bir varlık meydana getirebilecek kudrete erişmiş bulunan ruhlar, inkişaf etmiş hidrojenin dağınık hâlde yayınladıkları enerjileri bir araya toplamak suretiyle varlıklarını oluştururlar. (116, 52) Birer yüksek vibrasyon kompleksinden ibaret olan bu yüksek enerjilerle varlıkların meydana gelmesi demek, idrakin en ilkel hâli olan ‘içgüdüler’in, bu bahsedilen dağınık enerjilerde tezahür etmeye başlaması demektir. (116) Böylece ruhlar, insanların “idrak” kelimesiyle ifade ettikleri kudretlerinin en basit hâli olan içgüdülerini, maddenin bu kademedeki durumlarından faydalanarak kullanmaya başlarlar. (116- 117, 53)
Varlığın mayası idraktir. (117) Oluşan varlık da, ilk anından itibaren diğer daha basit madde kombinezonları ve sistemlerini, kendisinde mevcut olan bu mayanın, yani idrakin tedricen inkişafıyla oranlı olarak birbirine bağlar ve yeni yeni kombinezon ve sistemler meydana getirir. (117)
Bedenlenmiş olan her varlıkta, idrak ve özgürlüğün en basit ve en ilkel düzeyde de olsa, bulunulan safhaya mahsus bir hâli mevcuttur. (99) Fakat yeni oluşmuş bir varlık, idrak bakımından henüz pek basit ve ilkel durumdadır; ondaki ancak mekanik bir içgüdüdür. (54) Bu mekanik içgüdü, varlığın hidrojen âlemindeki, ebediyet denilecek kadar uzun bir inkişaf süresi boyunca, yerini sırayla, önce “sezgi–içgüdüler”e, sonra sezgilere, daha sonra “sezgi–idrâkler” e ve nihayet “ilkel idrakler”e bırakacaktır. (54) Hidrojen âleminde insanların anladığı anlamdaki idrakin başladığı safha ise insanlık safhasıdır. (193)
İdrakin bitkilerdeki karşılığı
Varlıkların bitki bedenlerinin hücrelerinde enkarnasyonlarını tamamlamalarından sonraki, bitki bedenlerinin kurulması safhası, varlıkları idrakin ilk pırıltıları olan sezgilere hazırlayıcı safhadır. (193) Bitkilerde ilk ilkel sezgilere geçiş egzersizleri başlar. (193) Bu safhada (Bitkilik safhası) özgürlüğün sınırı –yine pek dar olmakla beraber– öncekine oranla bir miktar daha genişletilmiş ve sezgi otomatizması başgöstermiştir. (193)
Kuşkusuz idrakin bitkilerdeki karşılığı, insanların kabul ettiği mânâdaki idrâkten bambaşka bir mânâyı taşır; bitkilerde idrak ve irade hissedilmeyecek derecede basittir, ilkeldir, adeta içgüdüsel hamleler hâlindedir. (99) Onlarda idrâkin en basit hâli olan “otomatik içgüdüler” bulunmaktadır ve bu da kuşkusuz insanların sahip oldukları idrak kademelerinden çok uzak bir hâl gösterir. (115) Bu nedenle buna bir “idrak” damgası vurulamaz. (116) Fakat bu içgüdüler o seviyedeki varlıklarda, onların hayat icaplarına yeterli gelecek kadar idrakin yerini tutmaktadır. (116)
Bedenlenmiş olan her varlıkta, idrak ve özgürlüğün, en basit ve en ilkel düzeyde de olsa, bulunulan safhaya mahsus bir hâli mevcuttur. (99) Fakat ilkel kademelerin idrak ve iradeleri, insanların idrak ve irade için kabul ettiği mânâlardan bambaşka mânâları taşır. (99) Özellikle bitkilerdeki idrak ve irade özgürlüğü insanlarınkine oranla o kadar ilkel ve basittir ki, bunun objektif olmaktan ziyade sübjektif karakteri vardır. (100) Bu yüzden bitkilerdeki inkişaf insanlara tümüyle mekanik bir yürüyüşe bağlıymış gibi görünür. (100) Fakat bu durum aslında gerçek değil, bir görünüşten ibarettir. (100) Çünkü bu safhadaki varlıklar kaba maddelerde olduğu gibi (Pasif intibaklar safhası) yalnızca ‘Ünite’den gelen tesirlere tâbi ve o tesirlerin maddede yaptıkları hareketlere intibak etmeye mecbur durumda değildirler. (100) Bunlarda içgüdüsel hamle ihtiyaçları belirmiş ve bunun basit tatbikatları da başlamıştır ki, bu da o safhadaki varlıkların hayat ihtiyaçlarına yeterli gelmektedir, yani bu içgüdüler onların hayat icaplarına yeterli gelecek kadar idrakin yerini tutmaktadırlar. (99, 100, 116) Nitekim bir bitkinin fizikte bilinen kılcallık özelliğine uyarak topraktan gıdasını kökleri vasıtasıyla alıp bedenine yayabilmesi, onları bedeninde kullanabilme ve harcayabilmesi, insanlara “saklı” kalacak kadar ilkel olan içgüdüsel hamlelerini gösterir. (100) İşte bitkilerdeki inkişaf, bu anlamda düşünmek şartıyla, “otomatik”tir. (100) Otomatizma, hayvanlık safhasında da devam etmekle birlikte, bitkilerdeki otomatizma ile hayvanlardaki otomatizma arasında geniş mahiyet farkları bulunmaktadır. (165)
İdrakin hayvanlardaki karşılığı
Bitkilerdeki sezgi otomatizmaları hayvanlarda kapsam kazanarak sezgilere dönüşmüştür. (193) İnkişaf mekanizması da, hayvanlarda, bitkilerdekine kıyasla biraz daha belirgin hale gelmiştir. (100) Çünkü hayvanlarda idrak ve irade özgürlükleri, bitkilerdekine kıyasla, artık insanların dikkatine çarpabilecek kadar inkişaf etmiş bulunmaktadır. (100) Bu ‘inkişaf mekanizması’, bitkilik safhasındaki içgüdüleri hayvanlık safhasının ‘otomatizma’sına, hayvanlık safhasındaki otomatizmaları insan hayatı ndaki ‘vicdan’ duygusu safhasına, insanları ise vazife sezgisi ve bilgisi idraklerine, yani vazife plânına hazırlar. (103)
Hayvanlardaki otomatizma bitkilerdeki otomatizmaya kıyasla geniş mahiyet farkları kazanmış bulunmakla birlikte, insanlardakine kıyasla daha ağır ve kaba kalır. (165) İnsanlığın ilk kademelerindeki otomatizmayı hayvanlık otomatizmasından ayıran özgürlük ve serbestlik hâli, hayvanlarda mevcut olmayan sorumluluk duygusu ve idrakinin insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– doğmaya başlamış olduğunu gösterir. (102)
Hayvanlık safhasından insanlık safhasına doğru yükselindikçe hayvanlarda, insanlardaki bazı idrakî özelliklerin ilk hazırlıkları belirmeye ve insan melekelerine benzer bazı durum ve hâller görülmeye başlar. (193)
İdrakin insandaki inkişafı
İnsanlık safhasında idrak, önceki safhadakilere nazaran çok artmış ve irade özgürlüğü, idrakin artması oranında çoğalmıştır.(60) Bu kudretleriyle oranlı olarak da sorumluluğun (Sorumluluk) mânâsını yavaş yavaş sezmeye başlamıştır. (60) Bu melekelerin artması ona ‘sevgi’ ve ‘vicdan’ denilen yüksek inkişaf mekanizmalarının şuurunu az çok kazandırmıştır. (60) Bitki ve hayvanlarda inkişafı sağlayan “birim düalite mekanizması” (İnkişaf mekanizması) insanlarda doğal olarak, daha yüksek, yani idrakli karakteriyle “vicdan” denilen formunu almaya başlar. (101) İnsanlıkta vicdanın inkişafı esas olarak otomatik, yarı idrakli, az çok idrakli olmak üzere üç safha gösterir. (101, 115, 173, 103, 125, 130, 166)
İlk insanlarda, yani insanlığın ilk kademelerinde sonraki tekâmül kademelerine nazaran en bâriz olan şey; idrak noksanlığından ileri gelen bir otomatizmanın hâkimiyetidir. (197) O, çoğu zaman, yaptığı işin ancak ya yarı idrakine varmış ya da hiç idrakine varamamış durumdan daha ileri bir kudret gösteremez. (197) Hatta bu durum, insanlık safhasının oldukça ileri kademelerine kadar birçok halde böyle devam edebilir. (197) “Tam idrak”, tüm insanlık safhası boyunca oluşmaz. (197) Otomatik, yarı idrakli inkişafların tam idrakli bir safhaya dönüşmesi ancak vazife plânında mümkün olur. (237) Zaten bütün bu otomatizmaların gayesi de insanları, vazife bilgisi ve idrakine hazırlamaktır. (197)
İnsanlığın ilk kademelerindeki vicdan mekanizması ne kadar bâriz olmasa da ve ne kadar otomatik görünürse de, yine hayvanlardakine nazaran az çok idrakli hareketlerle zenginleşmiş hâldedir. (101) Mesela, yavrusuna büyük bir sevgi bağıyla bağlı olan “ilk insan kademesi kadını”nın (insanlık safhasının ilk kademesindeki bir kadının) idrakinde, analık yükümlülüğüne ilişkin az çok güçlü duygular, sezgiler ve hatta bilgi kırıntıları vardır. (101) O, çocuğunu, bir hayvanın yavrusunu beslediği gibi, sadece kör içgüdülerine uyarak beslemez. (101) Çocuğunun hasta olmaması, rahatsız edilmemesi, ölmemesi için aklı erdiği kadar tedbirler almanın ve bu tedbirlere göre bazı fedakârlıklara katlanmanın lüzumunu kabul eder ve bu yolda cehit ve gayret gösterir. (101-102) Biraz büyüyen çocuğunu –hayvanların yaptığı gibi– silkip atmaz; aklının erdiği, bilgisinin yettiği kadar, onun eğitim ve öğretimiyle de meşgul olmanın lüzumunu idrak ettiğini gösteren davranışlarda bulunur ki, bu da, o yolda çocuğuna karşı bir analık borcuna ilişkin yükümlülüğünün bulunduğu sezgisine az çok varmış olduğunu gösterir. (102) İnsanlığın ilk kademelerindeki ‘otomatizma’yı hayvanlık otomatizmasından ayıran özgürlük ve serbestlik hâli, hayvanlarda mevcut olmayan sorumluluk duygusunun ve idrakinin insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– doğmaya başlamış olduğunu gösterir. (102) İnsanlar sorumluluk sezgilerinin gittikçe güçlenen baskıları altında “otomatik” veya “yarı idrakli” olarak insanlık mertebesini tamamlamaya çalışırlar. (60)
Zamanla, içgüdülerin sezgilere, sezgilerin de idraklere dönüşmesiyle sağlanan idraklerin inkişafıyla, tedricen mâşerî plânlara geçilmiştir ve nihayet yüksek idrak plânlarına, yüksek mâşerî plânlara (vazife plânına) geçilecektir. (291-292, 163) Bir insan idrakinin, insanlık safhasının alt sınır çizgisinden üst sınır çizgisine varabilmesi için geçirmesi gereken hayatların miktarı, bir sürü özgürlük ve sınavlar sınavlardan dolayı her ne kadar kesin olarak söylenemezse de, bu, ortalama olarak 500-700 ‘bedenlenme’yi kapsar. (208)
İdrakin “kendi kendisine müdahalesi” ve vicdanla ilişkisi
‘İnsanlık safhası’nın ilk kademelerindeki insanın önüne birtakım çekici veya itici ağır olaylar sürülerek, idrak ve iradesinin ‘inkişaf mekanizması’nın üst unsuruna otomatikman (otomatik olarak, otomatik yoldan) yönelmesi sağlanmaya çalışılır.(105)
Vicdan düalitelerinin denge seviyeleri daima nefsaniyet sahalarında kurulan ilk insanlar, yani ‘son (şimdiki) Dünya devresi’nin ilk devirlerindeki insanlar uzun zaman boyunca alt ‘realite’lerde sürünmek mecburiyetinde kalmışlardı. (164-165) Çünkü ‘insan-altı kademeleri’ndeki otomatik yürüyüşlerinden yeni ayrılmaya başlamış olan ilk insanlar, ileride edinecekleri geniş çaptaki özgürlüklerinin kendilerine kazandıracağı, “bedenlerine idrâkleriyle direkt olarak müdahale edebilme” imkânlarına henüz sahip değillerdi. (165) Eğer kendi başlarına bırakılsalardı inkişaf mekanizmalarının (inkişaf mekanizması) denge seviyelerini üst kademelere kendi kendilerine yükseltemezlerdi. (165) İnsan-altı kademelerindeki otomatik yürüyüşlerinden yeni ayrılmaya başlamış bulunan bu ilk insanlara bu yüzden, dış ferdî müdahalelerin lüzum ve zaruretleri bir süre daha devam etmiştir. (165) Yani, inkişaf mekanizmalarının denge seviyelerini yukarılara çıkarabilmelerini sağlamak maksadıyla, ilk insanların idraklerine “dışarıdan (vazife plânı vazifelilerince) ferdî müdahaleler”de bulunulmaya bir süre daha devam edilmiştir. (165) Doğal olarak, idrakler kendilerini toparladıkça, yani görgü ve tecrübelerle kapsamlarını genişlettikçe özgürlükleri artmış, o oranda da dış müdahaleler idraklerin daha ziyade, “kendi inkişaf mekanizmalarına bizzat kendilerinin müdahale edebilme imkânlarını arttırma” yönüne yönelmiştir. (165)
İnsan, insanlık kademelerinde ilerledikçe vicdan realitesine ait duygu, bilgi ve idraki artar ve o oranda da özgürlüklerinin sınırları genişler. (102) İdrâki genişledikçe de insan; yapması ve yapmaması icap eden şeyleri daha iyi sezmeye başlar, onlara uymak mecburiyetini duyar; fakat böyle olunca da, bu kez bizzat kendisi, özgürlüklerini sınırlandırmak zaruretini duymaya başlamış olur. (102) Bu suretle vicdan mekanizmasını gittikçe daha iyi idrak eder ve o oranda otomatizmadan kurtulur ki, bu da onun adım adım ‘vazife’ sezgisine yaklaşmasını sağlar. (102)
İdrakin kendi kendisine müdahalesi, insanlığın ilk devirlerinde ya da bir insanın yüzlerce bedenlenmesinden oluşan ‘insanlık hayatı’ başlangıcında ancak dış müdahalelerle ve yardımlarla mümkündür. (165) İnsanlar ilk devirlerde her şeyi otomatik ve idraksizce yapıyorlardı. (165) O yüzden insanlar buna “içgüdü” demişlerdir. (165) İlk zamanlarda, üst mâşerî plânların insanlar üzerinde daima müdahalesi olmuştur. (165) Fakat burada müdahale ifadesini yanlış anlamamalıdır. (165) Buradaki müdahaleden maksat; yönlendirmek, organize etmek, programlamak demektir. (165) Bundan daha aşırı mânâdaki müdahaleler insanlık safhasındakilere yapılmaz. (165) İşte “ilk zamanlar”daki (ilk devirlerdeki) bu dışarıdan gelen vibrasyonların idrakteki klasik ifadesi “içgüdüler”dir. (165) Fakat insanlardaki ‘içgüdüler’i, hayvanlardakinden, yani hayvanlarda mevcut olan daha ağır ve kaba ‘otomatizma’lardan ayrı tutmak gerekir. (165) Çünkü bu iki otomatizma arasında geniş mahiyet farkı vardır. (165) İnsanlığın ilk kademelerindeki otomatizmayı hayvanlık otomatizmasından ayıran özgürlük ve serbestlik hâli, hayvanlarda mevcut olmayan sorumluluk duygusu ve idrakinin insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– doğmaya başlamış olduğunu gösterir. (102)
İdrakin inkişafı ile vicdanın inkişafı birlikte yürür; daha doğrusu, vicdanın inkişafı, idrakin inkişafı demektir. (97, 115) Zaten idrakin vicdan mekanizmasındaki rolü, aslında bizzat o mekanizmanın mahiyetinde mevcuttur. (117) Çünkü vicdan mekanizmasının zıtları arasındaki ilişkilerin kuruluş ve bağlanışları, aslında idrak mekanizmasıyla meydana gelmektedir ve hatta bunlar, doğrudan doğruya idrakin fonksiyonuna ait bir iştir. (117) Bu iş, varlığın ilk meydana gelişi anında daha ziyade yardımcı tesirlerin müdahaleleriyle olursa da, zamanla, idrak inkişaf ettikçe bu müdahaleler tedricen azalır ve idrakin ileri inkişaf hâllerinde o, artık vicdan mekanizması na tümüyle hâkim olur. (117)
Vicdan realitelerinin (vicdan mekanizmasının alt ve üst realitelerinin) birbiriyle olan ilişkilerinin iyi takdir edilmesi, yukarılara doğru yükseltici mahiyette olan vazife unsurlarının ‘nefsaniyet’ unsurlarından ayırt edilip, yüksek unsurlarla onları takviye edici sistemlerin kurulması ve bu suretle vicdan mekanizması dengesinin gittikçe daha üst kademelere yükseltilmesi gibi işler, hep idrakin fonksiyonuna bağlı işlerdir. (117) İdrak ne kadar mükemmelleşirse bu fonksiyonu da o kadar iyi çalışır ve sonuç olarak vicdan seviyesinin vazife bilgisine doğru yaklaşması da o oranda kolaylaşır ve hızlanır. (117)
Mesela böyle geniş ve kapsamlı bir idrake sahip olan insan, artık ‘cehit’ ve gayretlerini vazife unsuruna mı, yoksa nefsaniyet unsuruna mı çevirmesi gerekeceğini daha iyi bilir. (117) Ayrıca, müspet olan vazife unsuruna uyduğu zaman ileriye doğru ne gibi yüksek madde kombinezonları ve sistemleri kurabileceğini takdir etmeye başlar ki, bu da onun ‘vazife plânı’na –idrakiyle– gittikçe yaklaşması anlamına gelir. (117- 118) Aksine vazifenin zıddı olan nefsaniyet unsurunu seçtiği takdirde, aşağılara doğru indikçe, vicdanın bünyesindeki yüksek tertipli ilişkilerde ne gibi çözülmelerin, çöküntülerin meydana geleceğini ve böylece maddenin inkişaf kombinezonları zenginliğinden ne gibi kıymetlerin kaybedileceğini de görür ve anlar. (118) Bütün bunların takdiri idrâkin, madde kombinezonları ve sistemleri arasındaki kuruculuk kudretinin kapsamına giren işlerdir. (118) Şu hâlde, inkişaf yolunu kısaltmak ve vicdan mekanizmalarının zahmetli müdahale zaruretlerini mümkün mertebe azaltmak için bu mekanizmanın üst ve alt unsurlarını birbirinden ayırt edebilecek idrak seviyesine bir an önce ulaşmak lazımdır, tâ ki üstlere yönelmenin idraki ve cehdi mümkün olabilsin. (115)
Sonuç olarak, idrak öyle büyük bir kudrettir ki, bütün hayatlar boyunca vazife bilgisi hazırlanışı yolunda geçireceği hazırlık kademelerinde, vicdan düalitesi tekniği içinde, kendi kendinin hem rehberi, hem de tahrik edicisidir. (118) Bu da madde kâinatının diğer unsurları arasında onun, ruha en yakın bir vasıta durumunda bulunduğunu ifade eder. (118)
İdrakin realiteler ile ilişkisi
‘Vicdan’ menfi (nefsaniyet) ve müspet (vazife) unsurlarıyla, tam bir “birim düalite” hâlinde, insanın idrakini vazife bilgisine yaklaştıran kudretli bir mekanizmadır. (103) Vicdan mekanizmasının üst taraflara doğru kayması demek, iki zıt unsuru arasındaki denge seviyelerinin gittikçe vazife plânına yakın ‘realite’ler sahasında kurulması demektir. (206) Bir başka deyişle yüksek değerler alarak seviyesini arttırmış müspet (üst) taraf ile menfî (alt) taraf arasında kurulan yeni denge seviyesi önceki seviyeye nazaran daha üstün bir duruma girmiş bulunur ki, bu da o birim düalitenin bir üst kademeye geçmiş olması, yani vicdan mekanizmasındaki idrakin vazife bilgisine biraz daha yaklaşmış bulunması demektir. (104, 108)
İdrakler genişledikçe ve arttıkça hisler ve realiteler de değişir ve kapsam kazanır. (106) Realiteler idrakle beraber yürüdüklerinden, idrakler ne kadar artarsa realiteler de o oranda genişler ve kapsam kazanır. (106) Yani “hislerin ilgi ve ilişki kurduğu mevcudiyetler” (Realite) çoğalır; onları benimseme, hazmetme kudretleri artar ve böylece daha yüksek ve ileri realitelere ulaşılır. (106) İdrak yükseldikçe realitelerin kapsamı da böylece artmış olur. (106)
İdrakin kıyas bilgisi ile ilişkisi
Bilgi ile idrak beraber yürür. (127) ‘Öz bilgiler’ idrak ve vicdan mekanizmalarını beslerken kendileri de idrak ve vicdan yoluyla zenginleşirler. (118) İdrakler, kâinattaki ‘nedensellik prensibi’ne intibak edebildikleri oranda inkişaf ederler. (122) ‘Olaylar’ın öz bilgiye dönüşmelerinde, diğer deyişle öz bilgiyi doğurabilmelerinde en önemli rolü alan idrakin kullandığı kıyas bilgisinin güçlü bir dayanağı nedensellik prensibidir. (122, 123) Olayların öz bilgiyi doğurabilmeleri, idraklerin onlardaki neden-sonuç ilişkilerine kıyas yoluyla intibak edebilmeleri derecesine bağlıdır. (123) ‘Kıyas bilgisi’, öz bilgiyi ve idraki genellikle ıstırap yoluyla beslemektedir. (125)
Ateşi eliyle tutarsa elinin yanıp yanmayacağını henüz idrak edemeyen bir çocuğun ateşi eliyle tutma girişimleri buna örnek olarak gösterilebilir:
Çocuğun idraki, bu maddelerin ilişkilerine ait ‘nedensellik prensibi’ne henüz lüzumu kadar intibak etmemiştir. (122) İşte bu intibakı sağlayacak şey, onun kıyas bilgisi olacaktır. (122) Kıyas bilgisine girmek için, eliyle ateşi birkaç defa tutmak deneyiminde bulunacak ve her defasında eli yanıp ıstırap duyacaktır. (122) Elinin yanıp ıstırap duyması eliyle ateşi tutmasından ileri gelmiştir. (123) Eğer çocuk, bu yanık duygusu etrafında toplanan olaylar arasındaki neden-sonuç bağlarını idrak edebilirse öz bilgi bakımından alacağı sonuç başka olur, edemezse başka olur. (123) Çocuk her eli yandığı zaman, idrakinde el ve ateş ilişkilerine ait neden ve sonuçlar hakkında yavaş yavaş birtakım sezgiler belirecek, kıyas bilgilerinin yardımıyla bu sezgiler bilgiye dönüşecek ve böylece idrak ve dolayısıyla öz bilgi muhtevası artacaktır. (122) Bu işleme görgü ve tecrübe denir. (122)
Dünya idraki (yüzeysel zaman idraki) ve yüksek zaman idraki (küresel zaman idraki)
İdraklerin inkişafı zaman kavramlarının genişlemesiyle başbaşa yürür. (209) “Yüksek zaman idraki”nin oluşması inkişafın belirli kademeleri aşabilmesiyle mümkün olur. (209) Yüksek âlemlerde, o âlemlerin idraklerine hitap eden zaman durumları vardır. (209) “Dünya idraki”ne uygun olan zamanın önemli niteliklerinden biri, bir başlangıç ve bir son (bitiş) noktasıyla sınırlı olması zaruretidir. (209) Yani dünya hayatı içinde bazen konuşulan “sonsuzluk” fikirlerine rağmen, dünya idrakinin tatbikatlarla eğitim ve gelişiminde başlangıç ve bitiş noktaları izafiyetlerine (göreceliklerine) ihtiyaç vardır ki, bu ihtiyaç zaten dünyada geçerli olan ve dünya idrakine hitap eden “zaman formu”na da uygundur. (209-210) Şu hâlde her realitenin belirli bir noktada başlaması ve belirli bir noktada bitmesi, ancak dünyada geçerli ve dünya idrakine kalıplanmış bir zaman ifadesidir; yani hakikatte böyle başlayıp biten durumlar yoktur. (210)
Bütün âlemlerin oluş ve yürüyüşleri, icapların belirlediği gayelere doğru kesiksiz olarak akıp giderler. (210) Bu akışlar, ancak geçtikleri merhalelerin idrâklerine ve bu idraklerin kıymetlendirdiği zaman ölçülerine göre, izafî “bir başlangıç ve bir son buluş” kavramlarına tezahür zemini olurlar. (210) Yani dünyada, “şurada başladı, burada bitecek veyahut bitti” diye itibar edilen zaman anlayışları, ancak dünya idrakine göre kalıplanmış ölçülere dayanır. (210) Daha yüksek idrakler için bu “başlangıç ve bitiş”in anlamları, insanların düşündükleri kıymetleri taşımazlar; yüksek idrâk zamanının imkânlarında bambaşka mânâlar içerirler. (210) Bu yüzden yüksek âlemlerin olaylarını anlayabilmek dünya idrakiyle mümkün olmamaktadır. (210) Dünya realitelerine fazlasıyla yeterli gelen dünya zamanı ölçüsü, yüksek âlemlerin zaman idraklerine oranla çok basittir. (210) Bu yüzden, dünya zamanına bağlı realiteler, yüksek âlemlerdeki ‘hakikat’lere nazaran pek kısır durumda kalırlar. (210)
İdrakler ne kadar kapsam kazanırsa tâbi olacakları zaman sistemi de o kadar kapsamlı olur. (210) Değerleri hemen hemen aynı kadrolar içinde bulunan insanlık âlemi idrakinin tâbi olduğu zaman, basit bir zaman sistemidir. (210) Bu sistemin basitliği de onun bir odağının, belirli bir başlangıcının bulunması, “geçmiş, şimdi ve gelecek” durumlarının mevcut olması zaruretinden ileri gelmektedir. (210) Bu hâl, dünya maddesinin ve ona bağlı idrakin basitliğinin zaruretidir. (211) Dünya zamanı idrakinde bir sınırlılık vardır. (211) Dünya zamanında, belirli noktaların birbirini periyotlar hâlinde, belirli aralıklarla izlemesi zarureti mevcuttur ve her dünyasal realitenin bir başlangıç ve bir son buluş noktası olur. (211)
Oysa yüksek zaman idraki bu bakı mdan büyük farklar gösterir ve bu farklar şüphesiz bu zamana ait idrak değerlerinin, basit zamanınkine nazaran çok zengin ve kapsamlı olmasının sonucu ve icabıdır. (211) Yüksek zaman idraki, o kadar çeşitlilik gösteren ince madde kombinezonlarına sahiptir ki, bunlardan yayınlanan vibrasyonlar basit idrâklerle (basit zaman idrakleriyle) kıyas edilemeyecek kadar büyük bir hız ve kapsamla nitelenebilen zaman ölçüsündedirler. (211) Bu idrakler, zaman akışında, “geçmiş, şimdi, gelecek” durumlarını, basit idraklerde olduğu gibi tek yönde, birbiri arkasından giden bir sırayla takip etmek zaruretinde değildir. (211) Yüksek idrakte bütün bu “geçmiş, şimdi ve gelecek” durumları, bir toplam olarak, bir “tek oluş”a bağlanır. (211) Fakat bu “tek oluş” sonsuz yönlü formlar gösterir. (211) Yani “bir an” demek olan o “tek oluş” içinde, her yöne yönelen sonsuz zaman kavramı toplanmıştır. (211) Yüksek zaman idrakine ‘küresel zaman’ idraki veya idrakî zaman, dünya idrakine ise ‘yüzeysel zaman’ idraki denir. (214)
Dünyasal kıymetler ve bunların öz varlıktaki karşılıkları olan asıl kıymetler
Dünyada tezahür eden bütün kıymetler, ancak beyin cevherinin imkânları dahilinde form almış maddi görünüşlerden ibarettir. (136) Bunların asıl kıymetleri ise, ‘öz varlık’ta işlenmiş, meknuz kudretlerde olup, fonksiyonları öz varlığa dünya imkânları içinde hizmet etmek yolunda işler. (136) Dolayısıyla bunlar, yalnızca dünyada geçerli, yüzeysel zaman idrakiyle ölçülebilen dünya şekilleri, hâlleri ve görünüşlerinden ibarettir. (136) Bunların besledikleri, inkişaflarına vasıta oldukları, öz varlıktaki asıl kıymetler ise, öz varlığın tâbi bulunduğu küresel zamanın sonsuz diyebileceğimiz idrak imkânlarıyla değerlenen hakiki kıymetler olup, ruhun kâinattaki tekâmül ölçüsünü gösterir. (136)
Yani dünyadaki yüzeysel zaman idrâkine bağlı olan, yaşanan tüm realiteler ve bu realitelere bağlı iyi veya kötü addedilen bütün olaylar, öz varlıkta ‘öz bilgiler’ denilen, gittikçe zenginleşen ince kombinezonlar meydana getirirler ki, küresel veya idrakî zaman tekniğiyle değerlenen bu ince kombinezonlar, dünyanın yüzeysel zaman idrâkiyle tarif edilemez ve nitelenemezler. (136, 111)

